Charles Darwin (1809-1882)’in sonraları bilim tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturacak büyük seyahati bundan tam 190 sene önce başladı. Başta iki yıl olarak planlanan seyahat beş yıl sürmüştü. 27 Aralık 1831’de HMS Beagle (Majestelerinin Beagle Gemisi) ile Robert FitzRoy (1805-1865)’un kaptanlığında doğabilimci sıfatıyla çıktığı yolculuk 2 Ekim 1836’da ancak tamamlanabilmişti.
Her şey Darwin’in John Stevens Henslow (1796-1861)’dan aldığı bir mektupla başladı:
“K. Galler'deki kısa jeolojik gezimden eve dönerken, Henslow'dan gelen ve Kaptan FitzRoy'un HMS Beagle gemisinde kendi kamarasının bir kısmını doğabilimci sıfatıyla kendisiyle ücretsiz olarak gitmeye gönüllü olan herhangi bir genç adama vermeye hazır olduğunu bildiren bir mektup aldım. … Burada sadece, teklifi hemen kabul etmeye istekli olduğumu ama babamın öğüt dolu sözlerle buna şiddetle karşı çıktığını söyleyeceğim: ‘Eğer gitmeni tavsiye edecek herhangi bir sağduyulu adam bulursan, gitmene razı olacağım.’ Bunun üzerine o akşam mektubu cevapladım ve teklifi reddettim.”
Görüldüğü üzere Darwin’in Beagle yolculuğuna çıkması kolay olmamıştı. Henüz 22 yaşında genç bir araştırmacı olan Darwin, babasından izin alamamış ancak gitmesine onay verecek aklı başında birinin onayı ile buna rıza gösterileceği söylenmişti. Bunun üzerine Darwin, amcası ile görüştü. Amcası bu seyahatin akıllıca olacağını düşündüğünden kardeşinin rızasını almıştı:
“Amcam teklifi kabul etmenin benim için akıllıca olacağını düşündüğünden ve babam her zaman onun dünyanın en mantıklı adamlarından biri olduğunu iddia ettiğinden, seyahate gitmemi kabul etti. Cambridge'de oldukça savurgan davranmıştım ve babam ‘Beagle'dayken harçlığımdan daha fazlasını harcamak için akıllıca kandırılması gerektiğini’ söyledi ve ekledi ‘Ama hepsi bana senin çok zeki olduğunu söylüyor.’” Bunun üzerine Darwin, Kaptan FitzRoy ile görüştü ve ilk görüşmede onu etkilemeyi başardı. FitzRoy, Darwin’in doğabilimci sıfatıyla gemide görev alabilmesi için gerekli yazışmaları tamamladı. Tam beş sene sürecek olan yolculuk 27 Aralık 1831’de başladı. İlk zamanlar FitzRoy ve Darwin birbirinden oldukça etkilenmişti ve aynı zamanda ikisi de aynı büyük gayeyi taşımaktaydı. Amaç, dini bir motivasyonla, Tekvin Kitabı’nı kanıtlamaktı ve Darwin, elde edeceği veriler ile yaratılış gerçeğini ortaya çıkarabilirdi.
Yolculuk Darwin için oldukça zorluydu. Kendisini sık sık deniz tutmakta ve aynı zamanda birtakım deri hastalıkları geçirmekteydi. Sağlık açısından oldukça zor zamanlar yaşayan Darwin, ilk karaya çıkışını Cabo Verde (Yeşil Burun) takımadasında gerçekleştirdi. Bu volkanik adada jeolojik gözlemlerin yanında sümsük kuşu, sumru gibi kuşlar, deniz sülüğü gibi deniz canlıları üzerinde detaylı incelemelerde bulundu. Ardından Beagle gemisinin rotası Rio de Janeiro, Maldonado, Rio Negro, Bahia Blanca, Buenos Aires, St. Fe, Banda Oriental, Patagonia, Santa Cruz, Tierra del Fuego, Falkland Adaları, Macellan Boğazı, Şili, Chonos takımadaları, Cordillera, Kuzey Şili, Peru, Galapagos Adaları, Tahiti, Yeni Zelanda, Avustralya, Cocos Adaları, Mauritius ve İngiltere’ye dönüş şeklinde gerçekleşecekti.
Bu süreç içinde Darwin birçok canlı türü üzerinde gözlemlerde bulundu. Bu gözlemleri arkadaşlarına ve ailesine sık sık yazdı. Darwin’in Beagle yolculuğundaki araştırmaları düşüncelerini değiştirmesine ve sonrasında doğal seçilimin yolunu açacak olan birtakım hadiselerin yaşanmasına sebep oldu. Nitekim gözlemleri sonucunda Darwin, canlıların üremek ve hayatta kalmak için mücadele verdiğini fark etti. Türler bu nedenlerle çevresel koşullara göre değişiklik göstermekteydi.
Darwin’in bu düşüncelerinde özellikle Galapagos adalarında yaptığı gözlemler etkili oldu. Örneğin, Geospiza magnirostris, Geospiza fortis, Geospiza parvula, Certhidea olivacea kuşlarının arasındaki gaga uzunluğu, şekli ve kafa yapıları arasındaki farklılık bunların çevre koşullarına göre değişime uğramış farklı türler olduğu düşüncesini uyandırdı. Burada 4 alaycıkuş, 13 ispinoz türü vardı. Bunlar aynı türün farklı çeşitleri değillerdi, bizzat farklı türlerdi. Darwin, bu türlerin Güney Amerika anakarasından gelen tek bir ata türden meydana geldiğini saptadı:
“Başlangıçtaki ispinozlar kuşaklar içinde, adalardaki çeşitli ekolojik nişlere uyum sağlayabilmek için bir düzine yeni varyeteye dönüşmüştü. Türlerden birinin deniz kuşlarının vücudunu delip kanını içebilmek için uzun, keskin bir gagası vardı; bir diğerinin gagası tohumları kırabilmek için kısa ve kalındı … Darwin yaşamın, çevrenin biçimlendirici gücüne ve gereksinimlere yanıt olarak uyum gösterdiğine inanmaya başlamıştı.” Darwin’in araştırmaları onu canlıların bugünkü gibi yaratılmış olmasından ziyade süreç içinde değişim (transmutation) gösterdikleri düşüncesine götürdü. 1837’de bu araştırmaları üzerine yazdığı yazıları Londra Jeoloji Cemiyeti’ne sundu, aynı dönemde John Gould (1804-1881) Darwin İspinozlarının ayrı türler olduğunu ortaya koydu ve Darwin, doğa bilimci olarak, büyük bir üne kavuştu.
Darwin’in 1838’de Thomas Malthus (1766-1834)’un Essay on the principle of Population [Nüfus İlkesi Üzerine Deneme] eserini okuması düşüncelerini netleştirdi. Malthus öğretisi, temelde, nüfus gücünün, dünyada insanın geçimi için gereken üretimden sınırsızca daha büyük olması problemi neticesinde ortaya çıkan ters geometrik orantı doğrultusunda insanlığın büyük bir kısmının beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamayacağını öngören ilkeyi ifade etmekteydi. Geometrik nüfus artışının aritmetik olarak artan besin miktarına üstün geleceğini ve besindeki kaynak kıtlığının nüfus artışı üzerinde kontrol sahibi olacağını vurgulayan Malthus öğretisi , bu noktada açlık, savaş ve hastalıklar aracılığıyla kendini gösteren yaşam mücadelesinin nüfusu kontrol altında tuttuğunu öne sürmekteydi. Bu hususta Darwin, Malthus öğretisinin kendi kuramı üzerindeki etkisi üzerine şu ifadeleri kullandı: “Ekim 1838’de, yani sistematik araştırmamı başlattıktan on beş ay sonra, ‘Malthus’un Nüfus İlkesi Üzerine Denemesi’ni eğlencesine okudum ve -artık- hayvan ve bitki yapılarına dair uzun süreli gözlemlerden oluşan yaşam mücadelesini tam anlamıyla takdir etmeye hazırdım, bu durum, bu koşullar altında faydalı değişikliklerin korunma eğiliminde olduğunu ve zararlı olanların yok edileceğini kafama dank ettirdi. Bu sürecin sonucu yeni türlerin oluşumu olacaktır.”
Darwin’e göre yaşam mücadelesi, Malthus öğretisinin bütün bir hayvanlar ve bitkiler dünyasında görülen kapsamlı haliydi ve Malthus öğretisinden farkı bu mücadelede yapay besin üretimi ve tedbir amaçlı evlilik kısıtlaması gibi uygulamaların olmamasıydı. Dahası, yaşam mücadelesi, barınma, başarılı üremeyi olanaklı kılan bölge ve eş gibi gereksinimleri de içermekteydi. Darwin’in tam 185 yıl önce bugün sonlanan beş yıllık Beagle yolculuğunda türlerin yaşam mücadelesi ve üreme isteği neticesinde çevresel koşullara göre değişimini gözlemlemesi çağımızın en önemli bilimsel teorisinin ortaya çıkışında başrolü oynadı.
*Bu yazı Bilim ve Ütopya dergisi Ekim 2021 Sayı 328'de yayınlanmıştır.
Dipnotlar:
1-Nora Barlow, The Autobiographyof Charles Darwin, London: 1958, s.71. A.g.e., s. 71-72.
2-Alan Moorehead, Darwin ve Beagle Serüveni, Tübitak, Ankara: 2005, s. 20.
3-Charles Darwin, Journal of Researches into the Natural History and Geology of the Countries Visited during the Voyage of HMS Beagle, New York: 1878, s. 379-380.
4-Rebecca Steffof, Charles Darwin: Evrim Devrimi, Tübitak, Ankara: 2000, s. 70. A.g.e., s. 71.
5-Thomas Robert Malthus, First Essay on Population 1798, Palgrave Macmillan, London: 1966, s. 13-14.
6-Celal Şengör, Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi, İTÜ Vakfı, İstanbul: 2015, s. 104.
7-Theodosius Dobzhansky, Evolution, Genetics, and Man, John Wiley & Sons, Inc., New York: 1959, s. 111.
8-Charles Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin Including an Autobiographical Chapter Volume 1, ed. Francis Darwin, Cambridge University Press, Cambridge: 2009, s. 83.
9-Charles Darwin, The Origin of Species, John Murray, London: 1876, s. 50.
10 Ernst Mayr, Evrim Nedir?, Çev. Nurdan Soysal, Say Yayınları, Ankara: 2016, s. 162.