Antik uygarlıklar gezegenleri biliyorlar mıydı?

Yazan
Prof. Dr. Yavuz Unat
Kastamonu Üniversitesi Felsefe Bölümü Bilim Tarihi Anabilim Dalı
Yazının Okunma Süresi
9 dakika

Antik uygarlıklarda bilim denilince aklımıza bilime ilişkin ilk örnekleri bulduğumuz Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin uygarlıkları gelir. Bu uygarlıklar, tarıma dayalı uygarlıklardır ve genellikle bizim bilim adını verdiğimiz etkinliğin tarım kültürüyle başladığı varsayılmaktadır. Aritmetik, matematik, geometri ve astronomi bilimlerinin temelleri adı geçen bu uygarlıklara kadar uzanır. Bu uygarlıkların bilimsel etkinlikleri bilimin ilk safhası olan deneysel bilgi toplama aşamasına girmektedir. Genel olarak bilimin evrimini dört aşamalı olarak incelemekteyiz:

1. Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarına rastlayan deneysel bilgi toplama aşaması.
2. Antik Grek’te evreni açıklamaya yönelik akılcı sistemlerin kurulduğu aşama.
3. Orta Çağ’da bir yandan Grek felsefesi ile dinin dogmalarını bağdaştırmaya çalışan Batı, diğer yandan bilimsel etkinliği parlak başarılara doğru yönelten İslâm Dünyası.
4. Rönesans ve sonrası gelişmelerin yer aldığı modern bilim dönemi.

Yaklaşık 4000 yıl önce ilk bilimsel etkinliklerin yer aldığı bilinen Mısır ve Mezopotamya’da bu etkinliği bütünüyle pratik amaçlar yönlendirmekteydi. Bu temel tutuma bağlı olarak en önemli gelişme de uygulamalı astronomi ve arazi ölçümlerinde kullanılan temel geometri alanlarında gerçekleşti.

Kimi tarihçilere göre, özellikle Mezopotamyalıların bilimi çok ilerdeydi. Özellikle astronomi çok gelişmişti. Hatta bazı varsayımlara göre, özellikle Sümerler X gezegeni olarak tanınan onuncu gezegeni de gözlemlemişlerdi. Buna Nibiru adını vermişlerdi. Babiller ise buna Marduk adını verdiler. Hatta Mayalar da bu gezegeni gözlemlemişlerdi ve 2012 Aralık ayında Marduk, Dünya’ya yakın geçecekti. Böyle bir olay gerçekleşmedi. Bu varsayımı ortaya atan en önemli araştırmacı Zecharia Sitchin adlı tarihçidir. Ona göre bu gezegen Dünya’dan dört kat daha büyüktü ve Güneş etrafındaki turunu 3600 yılda tamamlıyordu. Acaba bu iddialar doğru mu? Onuncu gezegen ve 18. yüzyıldan sonra teleskopla keşfedilen Uranüs, Neptün ve günümüzde gezegen olarak nitelendirilmeyen Plüton eski uygarlıklar tarafından gözlemlendi mi? Konuyu biraz açmak açısından bu uygarlıkların astronomi bilgisine değinmek gerekir. Eski uygarlıkların gerçekten de bilim seviyeleri oldukça iyiydi. Matematik bilgisine ve geometrinin bazı konularına vakıftılar. Ne var ki, matematik tarihçileri Mısır matematiğinin seviyesinin astronomi bilgisinin gelişimini kolaylaştıracak bir durumda olmaktan uzak olduğu konusunda uzlaşırlar. Bu yüzden astronomi Mısır’da çok fazla ilerleme olanağı bulamamıştır.

Eski Mısır astronomisine ilişkindir bilgilerimiz aşağı yukarı M.Ö. 2500’lere tarihlendirilmektedir. Aynı dönemdeki Mezopotamya astronomisine göre ise Mısır astronomi bilgisi daha zayıftır. Mısır astronomisinin üzerinde durduğu genel konular zaman ölçümüne ilişkindir ve takvimleri tarıma dayalıdır. Astronomide kuramsal evreye ulaşamadıkları gibi, konuyla ilgili görüşleri mitolojik ve dinîdir. Gökyüzündeki olayları dinî açıdan yorumlamışlardı. Gök cisimlerini tanrı olarak kabul etmişler ve gökyüzündeki olayların da tanrıların faaliyetleri olduğuna inanmışlardı; astronomileri dinî ve mitolojik öğelerle iç içe idi. Gökcisimlerinin doğuş ve batış olayları dinî bir özellik taşımaktaydı. Yıldızların bir süre görünmemesi olayı, onlara göre, yıldızların geçici olarak ölmeleriydi. Bu geçici ölümden sonra yıldızlar, arınma ve mumyalanmadakine benzeyen bir ilaçlanma sürecinden geçiyor ve tekrar canlanıyorlardı. Yani yıldızlar, belirli bir süre öte dünyada bir seyahat yapmakta ve bir süre sonra tekrar canlanmaktaydılar. Aynı şekilde Güneş de günlük olarak ölüyor ve tekrar canlanıyordu. Genel olarak Mısır astronomisi zaman konusuna önem vermiştir. Çünkü zaman ölçümü onlar için önemli bir ihtiyaçtı. Astroloji Mısırlılarda yoktu. Ancak gökcisimlerini tanrısal olaylarla açıklıyorlar ve dinî olarak yorumluyorlardı. Gökyüzünde çıplak gözle gözlemlenebilen beş gezegeni gözlemleyebiliyorlardı: Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn. Bunlara Ay ve Güneş’i ekliyorlar ve gezegen sayısını yedi olarak varsayıyorlardı.

Mezopotamya’da ise matematiksel bilginin yüksek düzeyde olması dolayısıyla astronomi daha gelişmişti. Mezopotamyalılar mitolojiye ve dinî inançlara dayanan astronomiden laik ve matematiksel astronomiye geçmeyi başarabilmişler, özellikle astronominin matematikselleşmesine ön ayak olmuşlardır. Mezopotamya astronomisi en yüksek düzeyine Selökidler çağında erişmiştir ve Yunan astronomisi üzerinde oldukça önemli etkiler yapmışlardır. Bu, belki de Asurlular devrinin sonlarında Mezopotamya astronomisinde başlayan laikleşme ve matematikselleşme sürecinin bir sonucudur.

Mezopotamya uygarlığını Sümerler (M.Ö. 4000-2000), Akadlar (M.Ö. 3000-2500), Babiller (M.Ö. 2000-1800), Asurlular (M.Ö. 2000-612) ve Selökidler (M.Ö. 250’ler) ortaya koymuşlardır. Asurlular devrinin sonlarında Mezopotamya astronomisi matematikselleşmiştir. Mezopotamya astronomisi iki ana devreye ayrılabilir. İlk devre M.Ö. V. yüzyıla kadar gider ve bilgiler yüzeyseldir. İkinci devre ise, özellikle Selökidler çağında en yüksek düzeye erişmiştir. Sabit yıldızlara ilişkin bilgiler ise Sümerlere kadar gitmektedir. Çeşitli yıldız kümelerinin isimleri Sümercedir. Mezopotamyalıların astronomi alanındaki en önemli başarıları uzun süreli gözlem yapmış olmalarıdır. En eski gözlem kayıtları Venüs’e ilişkindir ve Eski Babil Çağı’na kadar gider. Amurru Sülalesinin onuncu kralı olan Ammisaduga döneminde Venüs katalogları düzenlenmiştir. Güneş’in doğuş ve batışında, Venüs’ün ilk ve son görünüşü, yani akşam yıldızı ve sabahyıldızı olarak görünmesi olayları, kaybolma süreleri kaydedilmiş, bu sürelerle ilişkili olarak meteorolojik tahminler yapılmıştır. Bu tablolarda Venüs’ün görünme süresi 30 gün olarak gösterilmektedir. Venüs’ün kavuşum dolanımının (art arda gelen aynı iki evreye gelişi arasındaki zaman süresi) 584 gün olduğunu da biliyorlardı.

Babiller daha pek çok gözlemler yapmışlardır. Örneğin Ay ve gezegenlerin, Güneş’in yörüngesinden çok uzaklaşmadıklarını gözlemlemişler. Yine Mezopotamya’da 7. ve 8. yüzyıllardan itibaren muntazam Ay ve Güneş tutulmaları gözlemleri yapılmıştır. M.Ö. 700 yıllarında, Asur hükümdarları hizmetindeki saray astronomlarının muntazam gözlemler yaptıkları ve bu gözlem sonuçlarını hükümdarlara rapor ettikleri görülmektedir. Mezopotamyalılar, Ay ve Güneş’in hareketlerini incelemişler ve bunların hızlarına, dönemlerine ve hareketlerine ilişkin çeşitli cetveller hazırlamışlardır. Bu cetvellerden anlaşıldığı üzere, yörünge üzerindeki hareket değişimlerini geometrik yoldan değil, fakat aritmetiksel yoldan yürütülen metotlarla belirleyebilmişlerdir. Örneğin Ay ve Güneş’in hızlarındaki değişimleri tespit edebilmişler ve bunları matematiksel olarak verebilmişlerdir. Ancak bu hareketleri, geometrik-kinematik olarak anlamlandıramamışlardır.

Mezopotamyalılar gezegenler konusunda da hayli bilgiliydiler. Gözle görünen beş gezegeni, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerini biliyorlardı. Bu beş gezegenin tutulma düzlemi yakınında dolaştığını saptamışlardı. Ayrıca, gezegenlerin doğuş ve batışlarını, duraklamalarını, ileri ve geri hareketlerini incelemişler ve bu olayların dönemlerini çeşitli gezegenler için belirlemeye çalışmışlardır.

Hintliler de astronomiden söz eden metinlerinde Ay ve Güneş’in hareketleri ve tutulmaları, Yer, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün hareketleri, Yer ve Güneş’in birbirlerine uzaklıkları hakkında ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. M.S. 5. ve 12. yüzyıllar arasında konuyla ilgili yapmış oldukları çalışmalarda ise, trigonometrik oranları da dikkate almak suretiyle, Güneş-Yer, Ay-Yer uzaklıklarını, Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin konumlarını ve dolanım sürelerini hesaplamaya çalışmışlar ve bunlarla ilgili sayısal değerleri içeren eserler bırakmışlardır. Hint astronomisi en yüksek düzeyine Siddhantalar’da ulaşır. Siddhanta “çözüm” anlamına gelir. Burada ise söz konusu olan astronomik çözümlerdir. Vasista Siddhanta’da gezegenlere ilişkin önemli açıklamalar vardır. Burada gezegenlerin devirleri de verilir. Venüs 584 1/11, Jüpiter 399 1/9, Satürn 378 1/11, Mars 789 2/45, Merkür 115 günde dolanımlarını tamamlarlar. Bu hesaplar Yer’i merkeze alarak yapılmıştır. Bütün Siddhanta’larda Yer, evrenin merkezi olarak verilir. Yer’in etrafında sırasıyla Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn yer alır. Güneş, Ay ve gezegenler kendi yörüngelerinde ileri-geri hareket yaparlar. Gezegenlerin bu hareketlerinin konumlarını verebilmek için bir referans sistemi de tasarlanmış ve bu referans sisteminde ufuk dairesi, Ekvator dairesi, ekliptik dairesi, zenit (başucu noktası; Yeryüzündeki bir gözlem noktasından geçen düşey doğrultusunun gökyüzünü deldiği iki noktadan ufkun üzerinde olanı) ve nadir (ayakucu noktası; Yeryüzündeki bir gözlem noktasından geçen düşey doğrultusunun gökyüzünü deldiği iki noktadan ufkun altında olanı) noktaları belirlenmiş ve kullanılmıştır. Ekliptik ve Ekvator arasındaki eğim de tespit edilmiş ve 24° olarak verilmiştir.

Çin astronomisi ise diğer uygarlıklardan bazı temel farklılıklar gösterir; temelde bir yıldız astronomisidir ve hesaplamalar da buna göre yapılmıştır. Örneğin Çinliler, kutup yıldızına önem vermişler, temel koordinat düzlemi olarak ekliptik düzlemi yerine Ekvator düzlemini benimsemişlerdir. Yine ilk defa sonsuz evren düşüncesi burada oluşmuş ve yıldızların uzayda yüzen cisimler olduğu düşünülmüştür. Ayrıca niceliksel ve konumsal astronomisine ilişkin bilgiler de Çin astronomisinde mevcuttur ve muhtemelen ilk yıldız katalogları burada hazırlanmıştır.Bu kataloglarda ise ekvatoral koordinat sistemi kullanılmıştır.

Teknik açıdan devrine nispetle oldukça gelişmiş bir düzeyde bulunan Çin astronomisinde, Galilei’den önce Güneş lekeleri konusunda bilgi verildiği görülmektedir (M.Ö. 28’ler). Ayrıca astronomi metinlerinde, meteor ve meteoritler ile nova ve süpernovalar hakkında kayıtlara da rastlanmaktadır. Yine M.Ö. 14. yüzyıla ait tutulma kayıtları, M.Ö. 6. yüzyıla ait kuyruklu yıldız kayıtları ve M.Ö. 350’lerde Shih Shen tarafından, M.S. 310’larda da Chhen Cho tarafından hazırlanmış yıldız katalogları mevcuttur. M.S. 350 yıllarında Yü-Hsi presesyondan bahseder. Çin’de ilk gök küresi ise M.S. 440’larda Chhien Lo-Chih tarafından yapılmıştır. Su Sung’un yıldız katalogu ise 1086 yılında hazırlanmıştır.

Çin astronomisinde kozmolojik düşünceler astronomi tarihi açısından hayli ilginçtir. M.S. 180 yıllarında Tshai Yung adlı astronom, M.S. 1. yüzyılda ortaya çıkan Çin kozmolojik düşüncelerinden bazılarını ele alır. Kai Thien Kuramı’na (Küresel Çatı) göre, gök küresel bir çatıdır. Yer ise karedir. Büyük Ayı göğün ortasındadır. Gök, bir mil gibi Güneş ve Ayı döndürür. Gökcisimlerinin doğup batmaları bir göz aldanmasıdır; yoksa onlar Yer’in altına asla geçemezler. Hun Thien Okulu’na (Göksel Küre) göre ise, gök bir küre şeklindedir ve eksenleri etrafında döner. Yer merkezdedir. Gök dokuz konuma, Yer ise dokuz kıtaya sahiptir. Gökte üç “chhen” (Güneş, Ay ve yıldızlar), Yer’de üç “hsing” (toprak, su, hava) vardır. Gök bir yumurta, Yer de bu yumurtanın sarısı gibidir. Gök buhar ile desteklenir; Yer su üzerinde yüzer. Yine Hsüan Yeh Öğretisi’ne (Sonsuz Boş Uzay) göre, gök boştur; maddesizdir. Yoğunlaşmış buhar olan Güneş, Ay ve yıldızlar boş uzayda yüzerler. Yedi ışıklıcisim (Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn) bazen görünürler, bazen görünmezler, bazen ileriye bazen de geriye doğru hareket ederler. Göksel cisimlerden sadece Kutup Yıldızı konumunu bozmaz. Büyük Ay’ı da hiçbir zaman ufkun altına düşmez.

Genel olarak bu uygarlıkların astronomi seviyeleri değerlendirildiğinde görülmektedir ki, bu uygarlıkların astronomi bilgileri, gök cisimlerinin hareketlerini geometrik-kinematik modellerle yani kuramsal olarak açıklayacak düzeyde değildir. Genellikle açıklamalar mitolojik ve dinî öğeler içermektedir. Kuramsal açıklama Antik Yunan’da ortaya çıkacaktır. Tüm bu uygarlıklar, evrenin merkezinde doğal olarak Yer’i kabul etmişler ve gök cisimlerine ilişkin matematiksel hesaplamalar buna göre yapılmıştır. Sonraki dönemlerde, Antik Yunan’da Güneş’i merkeze alan bazı kuramsal açıklamalar olmasına karşın Güneş’i merkeze alan ilk ciddi kuram Rönesans Dönemi’nde Kopernik (1473-1543) tarafından ortaya atılacaktır. Ayrıca Antik Yunanlı düşünürlerden Pythagoras ve Phytgarosçılara (M.Ö. 6. yüzyıl) gelene kadar Yer’in küre olmadığı düşüncesi benimsenmiştir. Gerek Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin, gerekse sonraki uygarlıkların metinlerinde, çıplak gözle görülebilen beş gezegen dışında başka bir gezegene ilişkin kayıt yoktur. Olması da beklenemez. Bu beş gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn) çıplak gözle görülebilirler. Diğer gezegenler (Uranüs, Neptün ve gezegenlikten çıkarılan Plüton) asla çıplak gözle görülemezler. Bu gezegenleri gözlemlemek için ek araçlara gereksinim vardır. Bu araçlar da mercekli olmalıdır. Mercekler Antik Yunan’da bilinmesine karşın, 1600’lere kadar gökyüzü gözlemi için kullanılmamış ve bu tarihe kadar bu amaçla kullanılabilecek bir düzeye de erişememiştir. Bu gezegenler ancak teleskop icat edildikten ve bir gözlem aracı olarak kullanılmaya başladıktan sonra keşfedilebilmişlerdir. Onuncu gezegen olarak kabul edilen X gezegeni ise Plüton’dan sonra var olduğu kabul edilirse bu gezegenin çıplak gözle görülme şansı hemen hemen hiç yoktur. Satürn’den sonra başka bir gezegenin daha olduğu, 1781 yılında William Herschel (1738-1822) tarafından keşfedilmiş bu gezegene de Uranüs adı verilmiştir. Neptün’e ilişkin ilk gözlemlerin Galileo (1564-1642) tarafından 1612/13 yıllarında yapıldığı düşünülse de Galileo bu gökcismini bir yıldız olarak değerlendirmiş ve Neptün, 1846’da keşfedilmiştir. Sonrasında Plüton ise 1930’da gözlemlenmiştir. Plüton’a ilişkin yapılan çalışmalar, Plüton’un ötesinde de bir gezegenin (X gezegeni) olduğu düşüncesine yol açmış, ancak onun uydusu olan Charon’un 1978’de keşfiyle birlikte bu tartışmalar sonlanmıştır.

 

Not: Bu yazı  Şubat 2017'de Bilim ve Ütopya dergisinin 276. sayısında (FELSEFE HİNT'TE BAŞLADI) yayınlanmıştır.

Kaynaklar Aydın Sayılı, Mısır ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Ankara 1982.

Celal Saraç, “Eski Mısır’da Bilim ve Teknik”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi - DTCF Dergisi, Cilt: 2 Sayı: 5, 1943, s. 103-113.

Giorgio Abetti, The History of Astronomy, London 1954.

Hüseyin Gazi Topdemir ve Yavuz Unat, Bilim Tarihi, Sekizinci Baskı, Pegem A Yayınevi, Ankara Aralık 2015.

Michale Hoskin (Editör), The Cambridge Illustrated History of Astronomy, Cambridge 2000.

Sevim Tekeli, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin Gazi Topdemir, Yavuz Unat ve Ayten Aydın Koç, Bilim Tarihine Giriş, Dokuzuncu Baskı, Nobel, Ankara 2015.

Yavuz Unat, İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi, Geliştirilmiş İkinci Baskı, Nobel, Ankara 2013. Zecharia Sitchin, The 12th Planet, Stein and Day, 1976.

http://solarsystem.nasa.gov/planets/planetx/indepth (son erişim: 11.01.2016) .

Bilim Tarihi
Etiketler
uzayda yaşam
antik mısır
Antik Yunan
astronomi
gökbilim
yavuz unat
ötegezegen
dünya dışı yaşam
evrende yaşam