Siz hâlâ Yer’in düz olduğuna mı inanıyorsunuz?

Yazan
Prof. Dr. Yavuz Unat
Yazının Okunma Süresi
17 dakika

Bilimselliğin ne olduğunu bilenler, başlıkta iki önemli hata bulacaklardır. Birincisi bilimsel olarak Yer’in düz olmadığı artık kanıtlanmıştır. Bu kanıtlar tamamen deneysel ve gözlemseldir, yani nesneldir (özne olarak benden bağımsızdır da diyebilirsiniz). Dolayısıyla “Yer düzdür” türündeki bir varsayım kesinlikle yanlıştır. İkinci hata, inanma üzerine kuruludur ve bilimsel olmanın ne olduğu kavranılmazsa en çok düşülen hatadır. Bilim bir inanç sistemi değildir. ‘Yer’in düz olduğuna inanıyorum’ ya da düz değil de ‘küresel olduğuna inanıyorum’ diyemezsiniz. Eğer yeterli kanıtınız varsa ‘Yer’in küresel olduğunu varsayıyorum’ önermesini kurar ve yine yeteri derecede kanıtlarsanız ‘Yer’in küresel olduğunu biliyorum’ diyebilirsiniz. Bu, önermenizin yanlış ya da doğru olabileceğini gösterir. Aksi halde inançla bağlarsanız, doğruluğunu ya da yanlışlığını denetleyemezsiniz.

Daha önce Bilim ve Ütopya dergisinde Yer’in küreselliğine ilişkin görüşlerin tarihsel gelişimi konusunda bir yazı kaleme almıştım (bkz: “Yer'in Küresel Olduğuna İlişkin Görüşün Tarihsel Gelişimi”, Bilim ve Ütopya, Mayıs 2002, Sayı 95, İstanbul 2002, s. 8–13). Ancak son zamanlarda ‘Yer düzdür’ biçiminde bazı safsatalarla karşılaşınca, konuyla ilgili yeni bir yazı yazmak elzem görünmektedir. Zira böylesine bilimsel bir meselenin basite indirgenmesi, bilimi de eleştirel bir noktaya taşımaktadır.

İlk insanlar yiyecek toplamak amacıyla dolandıkları ortamı düz bir alan olarak düşünmüşler ve buradan hareketle üzerinde yaşadıkları Dünya'yı ucu bucağı olmayan tepsi ya da değişik biçimlerde düz bir yüzey olarak algılamışlardır. Buna karşın Yer’in düz değil de küresel olduğuna ilişkin ilk kanıtlar Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır ve bu düşünce bildiğimiz kadarıyla Pythagorasçılara aittir.

Meşhur Yunan filozoflarından ve bilginlerinden Pythagoras (M.Ö. yaklaşık 580-500) ve Pythagorasçılara göre, Yer küresel olmalıydı. Bu bilgiye gözlem yoluyla ulaşmış olmalılar; çünkü açık sulardan limana doğru seyir halinde olan bir geminin önce direkleri ve yelkenleri, daha sonra da kendisi görünüyordu.  
Bu dönemin önemli düşünürlerinden olan Parmenides
(doğumu yaklaşık M.Ö. 515) de Yer’in küresel olduğu sonucuna ulaşmıştı. Parmenides’in Yer’in küresel olduğu sonucuna nasıl ulaştığını bilmiyoruz, ancak gözlemlerden yararlanmış olduğunu tahmin ediyoruz. Yunanlıların yaşadıkları geniş enlemsel kuşak, gökyüzündeki değişiklikleri gözlemlemek ve buradan Yer’in küresel olduğu görüşüne varmak için yeterliydi. Kuzeye çıkıldıkça bazı yıldızlar görünmez olurken, bazıları hiç batmıyordu.

İlk defa Yer'in küreselliğine ilişkin sağlam kanıtları Aristoteles (M.Ö. 384-322/1) geliştirmiş ve bu sayede Yer'in küre biçiminde olduğu artık tartışmasız olarak kabul edilmiştir. Aristoteles, Gökyüzü Üzerine adlı eserinde birkaç gözlemi Yer'in küreselliğine kanıt olarak göstermiştir.  

  1. Kısmi Ay tutulmasında Yer'in Ay yüzeyine düşen gölgesi her zaman yay biçimindedir.
  2. Gözlemcinin konumuna göre yıldızlar farklı yükseltide görülürler.
  3. Değişik coğrafî konumlara bağlı olarak gündüz ve gece süresi farklıdır.
  4. Denizde bize yaklaşan bir geminin önce yelkeni, sonra da gövdesi görünür.
  5. Yukarı attığımız her cisim bir süre bizden uzaklaşır ve tekrar geri düşer.

Yer'in küresel olduğunun kanıtlanmasından sonra, Yer’in çevresinin ne kadar olduğu sorusu gündeme gelmiş ve Dünya’nın çevresinin ölçülmesi ile ilgili çalışmalar başlamıştır. Yer'in çevresinin ölçülmesine ilişkin ilk güvenilir çalışma Eratosthenes (M.Ö. 275-194) tarafından yapılmış ve yaptığı çalışma da Yer’in küreselliğinin kanıtı olarak bilim tarihindeki yerini almıştır.

M.S. 150 yıllarında yaşamış olan Batlamyus (Ptolemaios), zamanına kadar ulaşan astronomi bilgilerinin sentezini yaptığı ünlü kitabı Almagest'de (asıl adı Mathematike Syntaxis, Matematik Sentezi) gezegenlerin hareketlerini matematiksel olarak açıklamaktan başka Yer'in küreselliğine ilişkin kanıtları da söz konusu etmiştir. Batlamyus bu kanıtları şu şekilde sıralar:  

  1. Güneş, Ay ve yıldızlar farklı bölgelerde farklı zamanlarda doğarlar ve batarlar.
  2. Ay tutulması, doğuda, batıda olduğundan daha öncedir.
  3. Kuzey kutbuna giden bir gözlemci için, güneysel yıldızlar yavaş yavaş kaybolur.

Eski Yunan’da gerek Aristoteles ve gerekse Batlamyus tarafından verilen Yer’in küreselliğine ilişkin bu kanıtlara sonraki dönemlerde yeni kanıtlar eklenecektir.

Ayrıca bu dönemde yapılan haritalarda Yer küresel olarak tanımlanmıştır. Bunlar arasında Eratosthenes’in, Batlamyus’un ve Amasyalı Strabon’un (M.Ö. 64-M.S. 24) haritaları sayılabilir. Hatta bunlardan Strabon, on yedi ciltlik Coğrafya adlı eserinde küresel Dünya üzerinde tek bir okyanusun olduğunu ve sürekli Batı’ya doğru gidildiğinde Hindistan’a ulaşılabileceği fikrini de ortaya atmıştır.

Ne var ki, Yer’in küre değil de düz olduğu inanışı, Hıristiyan Ortaçağ’da, özellikle de 4-10. yüzyıllar arasında Karanlık Çağ’da yeniden taraftar bulmuştur. Bu dönemde Hıristiyanlık kozmolojisi egemen olmuş ve her ne kadar daha önceleri astronomlar Yer'in küresel olduğunu biliyor olsalar da, Yer'in düz olduğu görüşüne geri dönülmüş, astronomi ve kozmoloji çalışmalarında, Kutsal Kitap’ta belirtilmiş olan inanç hükümlerine sıkı sıkıya bağlı kalınmıştır. Bunlarla çatışabilecek görüşlerden ve yaklaşımlardan uzak durulmuş ve bir taraftan gelişmiş Yunan astronomisi yok edilmeye, diğer taraftan da ilkel bir kozmoloji anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Yer düz, gökyüzü ise onun üzerine kapanmış bir yarımküre olarak düşünülmüş, Yer'i küresel kabul edenler dinsizlikle suçlanmıştır. Hatta bir çadır biçiminde olan evren içerisinde Yer’in bir ‘masa’ şeklinde ve okyanuslarla çevrili olduğuna inanılmıştır. Ancak Ortaçağ boyunca Yer’in düz olduğuna ilişkin yanlış yaygın inanışın aksine, Latin Batı’da ciddiye alınacak hiçbir düz Yer savunucusu olmadığı da bilinmektedir. Zira Aristoteles’in ve Batlamyus’un Yer’in küresel olduğuna ilişkin kanıtlamaları çok güçlüydü.

Karanlık Çağ’da Yer’in düz olduğu inanışına karşın İslâm astronomlarının Yer'in küreselliği düşüncesini daha ilk dönemlerden itibaren kabul ettikleri görülmektedir. Nitekim 9. yüzyıl astronomlarından Fergâni'de bu açıkça görülür. Fergânî, Cevâmi’ el-İlm el-Nücûm ve’l-Harekât el-Semâviyye (Astronominin ve Göksel Hareketlerin İlkeleri) adındaki Almagest'in özeti olan yapıtının üçüncü bölümünde, Yer'in küreselliğine ilişkin olarak Eski Yunan’dan beri bilinen kanıtları sıralar;

  1. Güneş, Ay ve yıldızlar farklı bölgelerde farklı zamanlarda doğarlar.
  2. Ay tutulması, doğuda, batıda olduğundan daha öncedir.
  3. Kuzey kutbuna doğru yol alan bir gözlemci için güneysel yıldızlar yavaş yavaş kaybolur ve kuzeysel yıldızlar görünmeye başlar.

Bunlar aynı zamanda Batlamyus'un da kanıtlamalarıdır. Bu kanıtlamaları sonraki İslâm astronomlarında da görmek mümkündür. Örneğin 11. yüzyılın önemli bilim adamlarından Beyrûnî'nin (973-1048) astronomi kitaplarında ve özellikle Kitâb el-Tefhîm lî-Evâil Sınâ’at el-Tencîm (Eski Yıldızbilim Sanatının Aktarımı) adlı yapıtında bu kanıtlamalar verilir. Bu eserin ‘Astronomi’ başlıklı bölümünde yeryüzünün küresel olduğu, dağların bu küresel yapıyı bozuyor gibi görünmelerine karşın dağların yeryüzüne göre çok küçük olduğundan Yer’in küreselliğini bozmadığı aktarılır.

İslâm Dünyası'nda ilk dönemlerden itibaren Yer'in küresel olduğu düşüncesi kabul edilmiş ve daha sonra Yer'in çapı ve çevresinin doğru bir şekilde ölçülmesi gündeme gelmiştir. İslâm Dünyası’nda Yer’in çevresinin ölçülmesine ilişkin iki önemli girişim vardır. Bunlardan ilki Halife Me’mûn’un (813-833) emriyle yapılmış ve meridyenin 1 derecelik yayının ölçülmesi esas alınmıştır. İslâm Dünyası'nda Yer'in çevresinin ölçülmesinde en bilinen çalışma ise Beyrûnî (973-1048) tarafından 980 yılında yapılan çalışmadır. Beyrûnî, Hindistan’a yapmış olduğu bir seyahat sırasında, geniş bir ovaya hâkim olan yüksek bir dağa çıkmış ve orada ölçtüğü ufuk alçalma açısından yararlanarak Yer’in çevresinin büyüklüğünü hesap etmeyi başarmıştır.

İslâm Dünyası’nın 15. yüzyılda yaşamış ünlü astronom ve matematikçilerinden Ali Kuşçu da meşhur Fethiyye adlı eserinin ikinci makalesinin birinci bölümünde Yer’in küreselliğine ilişkin kanıtları sayar ve şöyle söyler: “Yer'in şekli küredir. Onun küreselliği ile ilgili olarak tuhaf bir mesele ortaya çıkar. Yer'in bütün yüzeyi üzerinde seyir etmek mümkün olsun; ilkin belirli bir yerden üç kişinin birbirin­den ayrıldığı varsayılsın; bi­rinin seyri batı yönüne, diğe­rinin seyri doğu yönüne, üçüncüsü ise olduğu yerde dursun; bu durumda, batı yö­nüne giden doğu yönünden, doğu yönüne giden batı yönünden geri döner. Bu dolanımda, batı yönüne gidenin saydığı gün, yerinde duranın gününden bir gün kısa, do­ğu yönüne gidenin saydığı gün yerinde duranın gününden bir gün fazla olur. Bu takdirde, o gün bir kişiye göre cu­ma, diğerine göre perşembe ve üçüncüsüne göre cumartesi olması gerekir. Üç kişiye oranla bir güneş yılının günlerinin sayısının da çeşitli olması icap eder. Bu şaşılacak bir durumdur.

Ortaçağ’ın sonlarında birçok gemici, Yer’in küre şeklinde olduğu düşüncesinden yararlanarak açık denizlere açılmışlar ve coğrafya keşiflerini gerçekleştirmişlerdir. Bu seyahatlerin çoğunun amacı Avrupa-Asya arasında yeni ticaret yolları bulmak olsa da, sonraları Yer’in küreselliğini ispata yönelik seyahatler de yapılmıştır.

Bu seyahatlerin en meşhuru Kolomb’un yapmış olduğu seyahatlerdir. Kristof Kolomb (1451-1506), yolcukları sırasında, küresel Yeryüzü varsayımından yararlanarak sürekli Batı’ya gidildiğinde, Hindistan’a ulaşılabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle yolcuğu sırasında ulaştığı adalara Batı Hint Adaları adını verdi. Oysa burası Hindistan değildi. Kolomb’un ulaştığı yerin yeni bir kıta olduğu Amerigo Vespucci (1454-1512) tarafından anlaşılmıştır.

Dünya’nın küre biçiminde olduğunu ispatlayan en önemli coğrafya seyahati Portekizli denizci Magellan’a (1480-1521) aittir. 20 Eylül 1519 yılında başlanan yolculuk, Magellan’ın Filipin Adaları’nda yerliler tarafından öldürülmesinden sonra yardımcısı Juan Sebastián del Cano (Elcano, 1486-1526) tarafından üç yıl sonra 6 Eylül 1522’de tamamlanmış ve gerçekleştirilen bu yolculukla Yer’in küre biçiminde olduğu ispatlanmıştır.

Güneş Merkezli Kuramın kurucusu Kopernik de (1473-1543) yukarıda bahsi geçen kanıtlara bir yenisini eklemiştir. Ona göre yere düşen yağmur damlalarının aldığı şekil, Yer’in küre biçimli olmasının delilidir. Yağmur damlaları yere düşerlerken damlaların yere bakan yüzeyi yuvarlak, diğer tarafı ise biraz daha sivridir. Ona göre bu Yer’in küresel olmasından kaynaklanır.

17. yüzyılda sarkaçlı saatler kullanılmaya başlandıktan sonra önemli bir sorun ortaya çıkmıştı. Paris’te kullanılan saatler, hiçbir aksaklık olmadığı halde bir başka yerde zamanı farklı göstermekteydi. Acaba Yer tam bir küre şeklinde değil miydi?  

1672 yılında Paris Gözlemevi, astronom John Richer’i (ölümü 1696) Mars gözlemi için Orta Amerika’daki Cayenne adasına gönderdi. Richer gözlem için yanına Paris Gözlemevi’nin en iyi sarkaçlı saatini aldı ve saatin sarkacını Paris’te ayarladı. Ancak adada saat dakik çalışmadı. Saatin dakik çalışması için sarkacın boyunu birkaç milimetre kısaltmak gerekiyordu. Bu ise, yerçekiminin her yerde aynı olmadığının bir göstergesiydi. Newton’a (1642-1727) göre saatlerdeki bu düzensizlik, Yer’in biçimine ve buna bağlı olarak kütle çekimine bağlıydı. Ekvatorda bir saat geri kalmakta, kutuplarda ise ileri gitmekteydi. Öyleyse Yer sferoid biçiminde, yani ekvatorda şişkin, kutuplarda basık olmalıydı. Yer’in sferoid biçiminde olduğunu o dönemde ve günümüzde yapılmış olan jeofizik ölçümler de desteklemiştir.

Günümüzde Yer’in şekli konusunda birçok kanıt bulunmaktadır. Yukarıda bahsedilen kanıtlara ek olarak şu kanıtları da eklemeliyiz:

  1. Güneş’in doğudan doğup batıdan batması; Güneş, doğup batıncaya kadar yay biçiminde bir yol çizer. Doğu’dan başlayan bu yay Batı’da son bulur. Bu yay takip edilirse yeryüzünün bir küre olduğu anlaşılır.
  2. Güneş’in yeryüzünün her yerinde aynı anda doğmaması; Eğer yeryüzü düz olsaydı, Güneş yeryüzünün her yerinde aynı anda doğar ve batardı. Buna bağlı olarak yeryüzünün her yeri aynı anda aydınlanır ya da karanlığa gömülürdü. Oysa Güneş, yeryüzünün Doğu bölgelerinde, Batı bölgelerinden daha erken doğmaktadır. Bu olgu, yeryüzünün küre olduğunun delilidir.
  3. Gölgenin kutuplara doğru uzaması; Aynı meridyen üzerinde bulunan iki farklı bölgede, bir çubuğun gölge uzunlukları farklıdır. Kuzeyde bulunan bir çubuğun gölge uzunluğu, güneydekine nazaran daha uzundur.
  4. Güneş ışınlarının Dünya’ya geliş açısı; Güneş’in ışınları yeryüzünün farklı bölgelerine farklı açılarda düşerler. Bunun nedeni Yer’in küre olmasıdır.
  5. Ufuk çizgisinin daire biçiminde algılanması; Gökyüzü ile Yer’in değdiği noktaları birleştirirsek, ufuk ortaya çıkacaktır. Açık bir sahada ufuk bir daire şeklindedir. Yükseğe çıktıkça bu daire genişler. Bu olgu sadece küresel bir yüzeyde algılanabilir.
  6. Yüksek yerlerin uzaklardan görülememesi; Eğer yeryüzü düz olsaydı, yüksek bölgeler, herhangi bir engel olmadığı takdirde çok uzaklardan bile görülebilirdi. Örneğin güçlü bir teleskopla Ağrı Dağı’nı, hatta Himalaya Dağları’nı dahi görebilirdik. Oysa her iki dağı da göremiyoruz. Çünkü yeryüzü düz değil, bir küredir.
  7. Durgun su yüzeyinde Ay’ın görüntüsü; Eğer yeryüzü düz olsaydı, durgun bir su yüzeyinde Ay’ın görüntüsü gökyüzündeki aslıyla aynı olmalıdır. Oysa Ay’ın durgun bir su yüzeyindeki görüntüsü, aslından daha küçüktür. Bunun nedeni yeryüzünün küre, dolayısıyla da yeryüzü üzerindeki suların dışbükey olmasıdır. Zira dışbükey bir ayna yüzeyi, cisimleri olduğundan daha küçük göstermektedir.
  8. Seviye denemesi; Durgun bir suya, aynı uzunlukta birkaç çubuk dikildiğinde, eğer yeryüzü düz ise çubukların seviyeleri aynı doğrultuda görülmelidir. Ancak bu olgu asla gözlenememiş, en önde ve en arkada bulunan çubukların daima ortadaki çubuklardan daha düşük seviyede oldukları gözlenmiştir. Bu da yeryüzünün küreselliğine bir kanıttır.
  9. Uydulardan çekilen fotoğraflar; 1950 yıllarından itibaren Dünya’nın çevresini dolanmak üzere atılan yapay uydulardan ve Ay’dan alınan fotoğraflar Yer’in küre biçiminde olduğunun en açık delilidir.

 

Kaynaklar

Aristoteles, Metafizik, Türkçeye Çeviren; Ahmed Arslan, Cilt I, İzmir 1985, Cilt II, İzmir 1993.

Aristoteles, Gökyüzü Üzerine, Türkçeye çeviren; Saffet Babür, Ankara 1997.

Bîrûnî,  Kitâb  el-Tefhîm  li-evâ’il   Sınâ'at   el-Tencîm,  Oxford   1923.

Edward Grant, The Foundation of Modern Science in the Middle Ages, Their Religious, Institutional, and Intellectual Contexts, Cambridge 1996.

Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, Astronomi, Cilt II, TÜBA, İstanbul 2008.

Hüseyin Gazi Topdemir ve Yavuz Unat, Bilim Tarihi, Sekizinci Baskı, Pegem A Yayınevi, Ankara 2015.

Ptolemy (Batlamyus), Almagest, Great Books of Western World, İngilizceye çeviren; R. Catesby Taliferro, XVI, Chicago-London-Toronto 1952.

Sevim Tekeli, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin Gazi Topdemir, Yavuz Unat ve Ayten Aydın Koç, Bilim Tarihine Giriş, , Dokuzuncu Baskı, Nobel, Ankara 2015.

Muzaffer Şerbetçi, İlk Çağlardan Günümüze Kadar Yerin Biçimi ve Büyüklüğü, Trabzon 1979.

Yavuz Unat, El-Fergânî, The Elements of Astronomy, Textual Analysis, Translation, Critical Edition & Facsimile, Harvard University, Harvard 1998.

Yavuz Unat, Seyyid Ali Paşa, Miratü'l-Alem (Evrenin Aynası), Ali Kuşçu'nun Fethiyye Adlı Eserinin Çevirisi, Kültür Bakanlığı Yayınları: 2696, Kültür Eserleri Dizisi: 314, Ankara 2001.

Yavuz Unat, “Yer'in Küresel Olduğuna İlişkin Görüşün Tarihsel Gelişimi”, Bilim ve Ütopya, Mayıs 2002, Sayı 95, İstanbul 2002, s. 8–13.

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Mart 2018 sayısında yayımlanmıştır.

Bilim Tarihi