Tevfik Fikret, Tanzimat Edebiyatın’ın yarım bıraktığı yenileşme ve Batılaşma hareketini tamamlar. Belki tam anlamıyla sosyalist bir şair değildir, hatta sosyalizmden çok hümanizme eğilimlidir. Öyle ki, son döneminde verdiği ürünlerle dahi onun sosyalist olduğu kesinlikle öne sürülemez. Fakat, 1900'ü izleyen yıllarda yazdıklarıyla sosyalizme -hiç değilse, ütopik sosyalizme- yaklaştığı inkâr edilemez. Ayrıca, bu yaklaşmanın -çağına ve çevresine göre- ileri bir aşama olduğu da söz götürmez. Gerçi Serveti Fünun döneminde yazdıkları çoğunlukla bireysel nitelik taşır, hayata ve topluma uzak kalır, imge ve duyguya dayanır, üzünçlü ve karamsar bir havaya bürünür. Ama, aslı aranırsa, başından beri onda «insancı» (hümanist) bir acıma ve sevgi bulunur. T. Fikret yoksullara, düşkünlere, çaresizlere yakınlık duyar. Daha 1896-99 yılları arasında yayımlanmış bazı şiirlerinde bu duyuşu dışa vurur. Örneğin, “Ramazan Sadakası”nda soğukta, yağmur altında dilenen bir çocuğu tasvir eder:
Soğuk, soğuk... bu tahammül feza burudetle
Çocuk harab olacak; ah, ey saadetle
O süslü haclelerin sine-i muattarına
Koşanlar! İşte bir insan ki inliyor nefesi:
Bakın şu sıska, şu çıplak, şu eğri kollarına:
Bu artık işleyemez... hisse-i mesaisi
Sizindir işte, verin, susturun bu hasta sesi!
Aynı şekilde, “Vâlide”de kucağında çocuğuyla dilenen bir anayı, “Nesrin”de kötü yola düşen kimsesiz bir kızı, “Halûk'un Bayramı”nda bayram günlerini üzüntüyle geçiren yoksul çocukları, “Verin Zavallılara”da depremle yuvaları yıkılan insanları, “Balıkçılar”da denizle çarpışan emekçileri yüreği burkularak anlatır. Belki konularını işlerken François Coppee ile Sully Prudhomme'dan bazı ilhamlar alır, fakat bunları kendi gözlemi, duyarlığı ve anlatımıyla yoğurmağı bilir.
Bu bireysel acıma zamanla toplumsal başkaldırmaya dönüşür. Önceleri Abdülhamit’in, sonraları İttihat ve Terakki’nin memlekette kurduğu “zulüm ve istibdat” T. Fikret'i gitgide isyana götürür. 1900'de Rübab-ı Şikeste yayımlanır ve iki ayda tükenir. Kitapta, sözü geçen insancıl şiirlerin yanında ve onlardan çok bireycil şiirler yer alır. Bunlarda aşk, hayat, tabiat, bunaltı, kadın, çocuk, vb. temleri çoğunca “tahkiye ve tasvir”e yaslanan bir anlatım, ahenkli ve ağdalı bir dil, romantik ve melankolik bir deyişle ortaya konur.
1901'de Serveti Fünun kapatılır, T. Fikret bir süre tutuklanır, arkadaşları sürgüne gönderilir. Abdülhamit’in baskısı günden güne artar, işte “Sis” şiiri bu bunaltıcı hava içinde yazılır (1902). Dış görünümüyle İstanbul’u konu alan bu panoramik şiirde, aslında, o günün kokuşmuş toplumsal ortamı öfke ve tiksintiyle sergilenir.
Hep levs-i riya dalgalanır zerrelerinde.
Bir zerre-i safvet bulamazsın içlerinde.
Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffü:
Yalnız bu... ve yalnız bunun ümmid-i tereffü.
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk ü dırahşan?
Örtün, evet, ey hâile... örtün, evet, ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey facire-i dehr!..
T. Fikret’in sanatında dönüm noktası olan “Sis”i başka toplumsal şiirler izler: “Sabah Olursa” (1905), “Mazi Ati” (1906), “Bir Lahza-i Teahhur” (1906) vb.
Yayımlanamayan, ancak gizlice elden ele dolaşan bu şiirlerin birincisinde şairin kötümserlikten sıyrılmaya, geleceği umutla beklemeye başladığı görülür:
Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler
Tulû-ı haşre kadar sürmez: âkibet bu semâ.
Bu mai gök size bir gün acır; melûl olma.
İkinci şiirde bu gelecek inancı daha bir pekişir. Üçüncü şiir Abdülhamit’e yapılan ve başarısızlığa uğrayan bir suikast üzerine yazılmıştır. Şairin bir yandan sevincini, bir yandan da üzüntüsünü belirtir.
1908'de Meşrutiyetin ilânı dolayısıyla “Rücu”yu yazar. Artık zorbalık günlerinin sona erdiğine inanır, “Sis”teki görüşlerinden döner:
Hayır, hayır, sana râci değil bu tel'inât,
Bütün bu levm-i teellüm, bu ipkâ-ı hayat.
Fakat sevinci uzun sürmez, İttihat ve Terakki’nin de Abdülhâmit’i aratmadığını görünce yeniden öfke ve isyana kapılır. 1912’de Meclis-i Mebusan'ın kapatılması üzerine “Doksan Beşe Doğru”yu yazar...
Millet yaşamaz, hakka tahassürle solurken
Sussun diye vicdanına yumruklar inerse:
Millet yaşamaz, meclisi müstahkar olurken
İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse;
Millet yaşamaz ma'şer-i millet boğulurken!
“Rübabın Cevabı” (1912), “Revzen-i Mahlû” (1912), “Han-i Yağma” (1912) adlı şiirleriyle İttihat ve Terakki yönetimini kıyasıya eleştirir. Onun yalancılığını, zalimliğini, yiyiciliğini, zorbalığını, gericiliğini cesaret ve şiddetle ortaya koyar.
Şiirleri gibi sanat anlayışı da bireyselden toplumsala doğru kayar: “Sanat şahsî olamaz: kendi şahsı için âsâr-ı sanat vücude getirenler bulunsa bile, sanatkârlar yalnız kendi şahısları için tevlid-i âsâr edenler değildir. O halde sanatkârın hayat-ı umumiyeden ayrılmaması, bilâkis onu tezyin ve takviye etmesi lâzım gelir.” (1)
Toplumculuk döneminin önemli ürünlerinden biri de “Tarih-i Kadim” dir. Bu uzun şiirde T. Fikret'in insancılığı iyice su yüzüne çıkar. Nitekim insanı ezen, yanıltan, üzen her şeye baş kaldırılır: Zulme, köleliğe, savaşa, taassuba, adaletsizliğe, bilgisizliğe... Şaire göre bunların temelinde -insanlığın tarihi incelenirse- dinsel inançlarla cihangirlik tutkuları bulunur. Savaşın getirdiği şan ve şeref boştur. Zafer uğruna insanların ölüme, açlığa, yoksulluğa sürüklenmesi saçmadır. Kahramanlığın aslı vahşettir. Kuvvetlilerin zayıfları ezmesi haksızlıktır... “Tarih-i Kadim” barışa, kardeşliğe, adalete, özgürlüğe, bilime dayanan bir toplumun umut ve özlemiyle bağlanır:
İşte hürriyet-i hakikiye:
Ne muharip, ne harb ü istilâ.
Ne tasallut, ne saltanat, ne şekâ
Ne şikâyet, ne zulm ü istibdâd
Ben benim, sen de sen; ne rab, ne ibâd
O zaman ey kadid-i nahnahakâr
Şimdi “cenk, ihtilâl, uhûd, esfâr”
Diye saydıkların kalır meçhul
Birer ucube, ya hikâye-i gul.
Azbuçuk sosyalizme yaklaşan bu topluma nasıl varılacaktır? Bu toplumu kim kuracak ve hangi ekonomik temele oturtacaktır? T. Fikret bunları açıklamaz. Çünkü, bunu sağlayacak bilimsel bir yöntemi ve tarihsel bir görüşü, hatta felsefesi yoktur. Nitekim, tarihe üretim, mülkiyet ve sınıf ilişkileri açısından bakmadığı için toplumsal bozuklukların temel sebeplerini göremediği gibi geçerli çözüm yolları da bulamaz. Fakat sınıflı toplumların yarattığı bazı kötülükleri “Savaş, sömürü, baskı, kıyım vb.” eleştirmek ve yukarda niteliği açıklanan özgür ve insancıl bir düzeni özlemekle “bir yere kadar” “sosyalizan” bir sanatçı olduğunu gösterir. Bu olumlu eğilimi sonraki şiirlerinde daha da belirginleşir.
Halûk’un Defteri (1911) T. Fikret’in Meşrutiyetten sonra yazdığı şiirleri içine alır. Şiirlerde toplumsal eğilim ağır basar. Kitaba adını veren birinci bölümde şair, gençliğin ve geleceğin simgesi olarak oğlu Halûk'a seslenir. Onu yarından umutlu olmaya; yurdunun yükselmesi, özgürlüğe kavuşması için çalışmaya, hayata, gerçeğe, bilime bağlı kalmaya, zulme ve haksızlığa baş kaldırmaya çağırır.
“Halûk'un Amentüsü” başlıklı şiir hem bu bölümün en önemli, hem de T. Fikret'in en ilerici ürünlerinden biridir. Şiirde dine ve hurafeye karşı bilim ve teknik savunulur. Şaire göre zulmeti, bâtıl inançlar değil akıl yenecektir, insanlar birbirinin kardeşi ve yeryüzü hepsinin ortak yurdudur. Dünya cennete dönecekse ancak onların kol kola girip çalışmasıyla dönecektir.
Toprak vatanım, nev-i beşer milletim... insan
İnsan olur ancak, buna iz'anla inandım.
Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan,
ne melek var:
Dünya dönecek cennete, insanla inandım.
---
Ebna-yı beşer birbirinin kardeşi... Hülya!
Olsun, ben o hülyaya da bin canla inandım.
---
Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın,
Herşey olacak kudret-i irfanla... inandım..
“Hayata Karşı Beşer" adlı ikinci bölümde, Tanrıdan, insanlığı neden böyle acılar ve yoksunluklar içinde bıraktığı sorulur. Bu soruda hem bir yakınma, hem de bir kuşku vardır:
Ey Rabb-i müntakim, bize lazımsa bir vücud
Lâzım mı bir cahim-i sefalet ki bihudud?
---
İnsan azaba katlanamaz bisebeb, sorar,
Elbet sorar bu köhne muammaya bir cevab...
Üçüncü bölümde “Hitabeler” bulunur. Bunlardan “Ferda”da T. Fikret gençlerle konuşur: Yarın gençlerindir. Devrimleri onlar yapacaktır. Yurdun bütün umudu onlardadır. Şimdi onlar geçmişi nasıl eleştiriyorlarsa, gelecek de onlardan öyle hesap soracaktır. Onun için durmadan araştırmalı, öğrenmeli ve yükselmelidirler.
“Bir Kız Mektebi İçin” şiirinde Osmanlıların şanlı tarihi hatırlatılır. Ardından, bilim ve uygarlığın savunması yapılır. Kadınlarını bilgisiz bırakan bir ulusun “en aciz, en felekzede millet” olduğu belirtilir. Öbür şiirlerde ise savaş kötülenir, barış ve kardeşlik övülür, “rabb-ı mümkinat” olan insanın varlığına duyulan saygı ve gücüne beslenen güven anlatılır.
Halûk'un Defteri, gençleri eğitmek amacını taşır. (1914’te yayımlanan Şermin'de bu amaç, çocukları eğitmeğe yönelecektir.) Birkaçı sayılmazsa, şiirlerin dili eskisine göre oldukça sadedir. Yer yer nesre yaklaşır görünen, fakat hiçbir zaman onun kucağına düşmeyen anlatım esnek ve etkilidir. Aruz ölçüsü başarıyla kullanılmıştır.
Sonuç
Bütün bu açıklamalar şunu gösteriyor: T. Fikret'in başlangıçta yoksullara, hastalara, düşkünlere, kimsesizlere acıma duygusuyla beslenen şiirleri yıldan yıla genişleyerek önce insancılığa, evrenselliğe bağlanmış, sonra gitgide ilerici, barışçı, akılcı, özgürlükçü, eşitlikçi anlayışla birleşerek gerçekçi, toplumcu bir çizgiye ulaşmıştır. Doğrusu, T. Fikret'in ulaştığı bu çizgi, ülkesine ve çağına göre ileri bir aşama idi. Aradan yüz yıla yakın bir zaman geçti. Öyleyken, bazı eksiklerine karşın, bu çizgi yurdumuz ve günümüz için hâlâ özlem ve şayağıyla anılması gereken bir düzeydedir.
Not: Bu makale, Devrimci Sanat ve Kültür Kavgasında Militan dergisinin, Ağustos-Eylül 1975, 8-9. sayısında yayımlanmıştır.
Bu yazı Bilim ve Ütopya’nın 174. sayısında yayımlanmıştır.