Geray, demokrasi için bilinçlendirme ve duyarlık eğitiminin olmazsa olmaz ön koşul olduğunu düşünen bir aydındır. Yöneticiliğinde de bunu gerçekleştirmek için çalışmış. Bazı aydınlar gibi yetki sahibi olunca demokratlığı terk etmemiş. Daima haklıların, ezilenlerin, zayıfların yanında yer almış.
Prof. Dr. Cevat Geray, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Eğitim Bilimleri Fakültelerinin öğretim üyelerindendir. O, çok sevilen, saygı duyulan bir aydın. Haziran 1977 ile Eylül 1982 tarihleri arasında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Dekanı... Yani üç dönem üst üste seçiliyor. Geray’ın dekanlık yaptığı dönem, kelimenin tam anlamıyla zor yıllardır. O dönemin öğretim üyeleri ve öğrencileri ondan “Efsane Dekan” diye söz ediyorlar. Günümüzde de emekli öğretim üyesi olarak derslerini sürdürüyor. Kitapları ve bilimsel yazılarıyla da toplumu aydınlatma çabasına devam ediyor. Çalışma konuları şehircilik, çevre, toplum kalkınması, halk eğitimi, köy sosyolojisi, planlama, kooperatifçilik gibi oldukça çeşitli. “Çalıştığım alanlar bir bütünün farklı boyutlarıdır” diyor. “Bunlar birbiriyle ilişkili. Esas çalışma alanım şehirciliktir. Eğitimi demokratikleşmenin önkoşulu olarak görüyorum. Çevre sorunları ise kentleşmenin bir başka alanda ortaya çıkmasıdır. Halkın bilinçlenmesi ve duyarlık kazanması, katılımcılığın sağlanması için bilinçlendirici bir eğitimin vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum.”
Cevat Geray, akademik olarak eğitim bilimleri içinde halk eğitimi alanının kurulup kökleşmesinde temel bir rol üstlenmiş. Doçentlik tezi “Toplum Kalkınması” alanındadır. Bu konu Türkiye’de ilk kez onun tezinde kapsamlı olarak ele alınmış. Geray, 1974 yılında, Planlı Dönemde Köye Yönelik Çalışmalar adlı kitabıyla da profesörlüğe yükselmiş.
Uyuyan devi uyandırmanın yolu, halk eğitimidir
Geray, Cumhuriyet’le halk eğitiminde bir devrim yapıldığını belirtiyor. “Atatürk’ün önderliğinde, Türk Devrimi’nin Millet Mektepleriyle, Halkevleriyle, o dönemde oluşturulan temelleri üzerine, izleyen yıllarda kurulan Köy Enstitüleriyle, Türk Tarih Kurumuyla, Türk Dil Kurumuyla, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’yle, Konservatuvarla, Türk Operasıyla, giderek çağdaş üniversiteyle” yaratılması amaçlanan ulusun temel taşlarının konduğunu açıklıyor.
“Ülkenin içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik, ekinsel bunalımlara çözüm ararken halkın eğitimine her zamankinden daha çok gereksinim, daha doğrusu zorunluluk vardır. Cumhuriyetin gerektirdiği yurttaşların yetiştirilmesinde, halk eğitimine büyük görevler düşmektedir. Ama sanki gizli bir el, insanlarımızın sorgulayan, haklarının ve sorumluluklarının bilincinde olan, siyasal karar verme süreçlerine en etkin biçimde katılan, usunu kullanan, siyaset ve yönetim adamlarından hesap soran, özgür bireyler olarak yetişmesini istemiyor. Üstelik ulusal bağımsızlık ve egemenliğin çeşitli kuşatmalar altına girdiği bir dönemde toplum, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın söylemiyle ‘öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna, uyandırmazsan uyanacak değil!’ İşte uyuyan devi, uyandırmanın yolu, yöntemi halk eğitimidir.
Egemen sınıfların, her olanağı, halk eğitimini geriletmek yönünde kullanmalarının, bu kurumları işlevsiz kılmak, hatta ortadan kaldırmak istemelerinin nedeni eğitilmiş bir halk istememeleridir. Çünkü eğitilmiş insan kişiliklidir, sürü olmaz, güdülmez, özgürlüğüne düşkündür, gerekirse özgürlüğü için, eşitlik için çile çekmeyi göze alır.”
Kişisel özellikleri
Cevat Geray’la 15 Haziran 2016 günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki odasında görüştüm. Nazik ve ölçülü kişiliği ve belleğinin gücü ilk dikkatimi çeken özellikleri oldu. Bir aydın olarak topluma karşı olan görevlerini yerine getirmeye yaşamının her döneminde özen göstermiş.
Çağatay Keskinok, hocasının örnek alınacak kişisel özelliklerine dikkat çekiyor: “Şehircilik alanında öğrencisi olduğum hocayı, şehircilik gibi kısıtlı bir alandaki etkinlik ve düşünceleriyle değerlendirmenin eksik olacağını düşünüyorum. Cevat Geray Hoca, Türkiye’de üniversitelerin yüz akı, onuru, bilim ve aydınlanmada direncin ve aydın onurunun, bilimsel ahlakın, eğitim ortamında anlayış ve hoşgörünün simgesi, devrimci, yurtsever, Atatürk Cumhuriyetini doğru kavramış, gelecek kuşakların örnek alacağı bir şahsiyettir.”
Geray, Aziz Nesin’in yakın arkadaşlarından biri… Özellikle 12 Eylül 1980’den sonra birçok mücadelede omuz omuza olmuşlar. Aydınlar dilekçesini hazırlayanlar arasında yer almış ve yargılanmış. Nesin gibi Geray da Madımak yangınından, son anda şans eseri kurtulanlardan. Hepimiz gibi o katliamın, yitirdiklerimizin acısını yüreğinde taşıyor.
“Madımak Katliamı, Aziz Nesin bahane edilerek laik Cumhuriyet’e karşı yapılan başkaldırının Sivas’taki provasıdır. Kubilay olayından bu yana ülkede laik Cumhuriyete karşı yapılan en büyük başkaldırı olayıdır. Planlanmış, örgütlenmiş bir eylemdir.”
Cevat Geray’ın Aziz Nesin’le ilgili düşüncesi şöyle: “Din özgürlüğü, laiklik, demokrasi ve insan hakları savaşımı veren Aziz Nesin, İslamcıların tehditleri karşısında inandıklarını söylemekten hiç çekinmedi. Kimilerinin ‘sizi saklayalım, gizlice kaçıralım’ önerisine karşı ‘elbette ölmekten korkuyorum, fakat korkakça kurtulmayı istemem’ diye haykırışı bugün de kulaklarımda çınlıyor. Orada da yiğitçe direnmesini bildi.”
Demokrasiyi yalnızca talep etmekle yetinmemiş. Kararlı bir biçimde, bedeli neyse göze alarak mücadele etmiş, etmeye de devam ediyor. Görev omuzlamaktan kaçınmamış. Karanlık dönemlerde demokratik kitle örgütlerinin kurucusu ya da başkanı olmuş: Tüm Öğretim Üyeleri Derneği, Dil Derneği, İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Kurumu… Eğitim-İş’e üye olan ilk beş profesörden biri Cevat Geray’dır.
Dil Derneği, “Türkçenin Ustalarına Saygı” etkinliklerinin ikincisini, 18 Aralık 2007’de Cevat Geray için düzenledi. Prof. Dr. Mümtaz Soysal “savaşım arkadaşım” dediği Geray’a Dernek adına bir “Gümüş Tabak” sundu. Dernek yönetimi, “Yaşamını laik cumhuriyetimizin aydınlanmasına adayan, Dil Devriminin gelişmesi için uğraş veren, 12 Eylül karanlığının hüküm sürdüğü günlerde derneğimizin kurucu başkanı olan Prof. Dr. Cevat Geray için” bu töreni düzenlediklerini belirtiyor.
Geray’ın söz etmeden geçilemeyecek bir özelliği de bir bilim insanı ve yazar olarak Türkçeyi kullanırken gösterdiği özendir. Kendinden, “Türkçenin ses bayrağını taşıyan bir erim” diye söz ediyor. Çevresinden de dilimize özen göstermelerini bekliyor.
1402 sayılı yasayla 12 Eylül darbesi yöneticileri tarafından, Geray’ın görevine son veriliyor. Dekanlığı, öğretim üyeliği elinden alınıyor. Ama o bunu da bir onur madalyası olarak değerlendiriyor. 1402’lik yıllar: 8 Şubat 1983 ile 15 Mayıs 1990 arasında yedi yıl, iki ay, yedi gün sürüyor. “1402’lik oldum. İyi ki atmışlar bizi. Onlar bizi üniversiteden atmakla toplumdaki etkimizin sıfırlanacağını sandılar. Öyle olmadı.”
Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı günlerde Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Danışma Kurulu’nda etkin olarak görev alanlardan biri de Geray’dır.
Geray, yurttaşlığa önem veren bir yurtseverdir. Demokrasi için bilinçlendirme ve duyarlık eğitiminin olmazsa olmaz ön koşul olduğunu düşünen bir aydındır. Yöneticiliğinde de bunu gerçekleştirmek için çalışmış. Bazı aydınlar gibi yetki sahibi olunca demokratlığı terk etmemiş. Daima haklıların, ezilenlerin, zayıfların yanında yer almış. Yaşam öyküsünü okuyunca hak vereceksiniz.
Efsane Dekan
Geray’ın dekanlık yaptığı dönem, kelimenin tam anlamıyla zor yıllardır. O dönemin öğretim üyeleri ve öğrencileri ondan “Efsane Dekan” diye söz ediyorlar. Onu yakından tanıyanlar, dekanlarının tutumunu sevgi yüklü şu sözlerle açıklıyorlar: “Cevat Geray’ın bütün kaygısı çok sevdiği öğrencilerine bir şey olmasın, hiçbirinin burnu kanamasın, hiçbirinin bedeni morarmasındı. Tabii eğitim de kesintisiz sürmeliydi. Dekanlık yaptığı yıllarda Geray, öğrencisini polise vermemekte direnir. Polisi sınıfa sokmaz. Emniyet Müdürünün diretmesi karşısında Yönetim Kurulunu toplar, sınavları iptal eder, fakülteyi boşaltır. ‘Öğrencime eziyet edilirse her türlü uğraşı veririm’ der.”
Geray’ın, Basın Yayın Yüksek Okulu Müdürü ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı olarak yaptığı yaklaşık altı buçuk yıllık yöneticiliğin dört yılı sıkıyönetim altında geçiyor. Değerli aydınların tek tek katledildiği bir dönemdir o yıllar… Erzurum Üniversitesi’nden Orhan Yavuz’un öldürülmesiyle başlayan öğretim üyeleri katliamı Yalçın Sanalan, Bedrettin Cömert, Bedri Karafakioğlu, Necdet Bulut, Fikret Ünsal, Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil ile sürmüş, Server Tanilli de ömür boyu sakat kalacak şekilde yaralanmıştır.
Aynı süreçte “sağ-sol çatışması” kılıfı altında gençler birbirine düşman edilmekte hatta öldürtülmektedir. Geray, bu acı gerçeği görüyor ve gençleri ikna ederek, gereken önlemleri alarak, bu çatışmalı ortamı eğitimi de aksatmadan önlemeye çalışıyor. “12 Eylül öncesi sağ ve sol gruplar çatışıyorlardı. Sağcılar küçük bir grup oldukları halde sol gruplar onların okula gelişlerini tahrik olarak görüyor onları sokmak istemiyorlardı. Ben bunun doğru olmadığını, onların öğrenim haklarının ve can güvenliklerinin sağlanmasının bizim, yani idarenin görevi olduğunu düşünüyordum. Ama aynı zamanda bu sağcı öğrencilerin tahrik edici davranışlar yapmalarını istemiyordum. Polis ikiye bölünmüştü. Pol-Bir ve Pol-Der vardı. Sağcı grup okula Pol-Bir’in korumasında geliyordu. Önce her iki grupla da konuştum. Sonra öğretim üyelerinin de büyük özverisiyle, o küçük grubun da eğitimini, sınavlarını sağlamaya çalıştık. Polis kanunsuz davrandığı zaman ben öğrencilerin zarar görmemesi için direniyordum. Diğer fakültelerde bu tür bir dekanlık yapan yoktu.
“Bir gün beni Eğitim Fakültesi’ndeki bir öğrenci forumuna çağırmışlardı, ‘Bakın arkadaşlar, sizin faşist dediğiniz gençler de bu memleketin çocuklarıdır, şimdi sizi iki kampa ayırıp birbirinize düşürmüşler, dikkat edin, güçlü bir el gelir, sizler zarar görürüsünüz’ dedim. O zaman darbenin geleceğini daha önce hissetmiş ve söylemişimdir çevreme.”
“Sabır ve moral gücü onun en büyük silahıdır”
Geray’ın dekanlık yaptığı dönemde yöneticilik yapmak kolay iş değildir. Geçen yıllarda kaybettiğimiz, yakın çalışma arkadaşı Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın anlattıkları, Cevat Geray’ın yöneticiliği ve kişiliği konusunda önemli bilgiler veriyor: “Cevat Abi’nin, bizlerin yani meslektaşlarının ve öğrencilerinin, anılarında ve gönlünde çok ayrı bir yeri vardır. Ondaki engin insan sevgisi ve derin hoşgörü, hocalık ve yöneticilik görevlerinin yürütülmesi çerçevesinde ve de her türden insan ilişkilerinin sürdürülmesi sürecinde çok belirleyici bir unsur oluşturmuştur. Sabır ve moral gücü onun en büyük silahıdır. Üniversitelerin en çalkantılı ve en sorunlu dönemlerinde dekanlık ve okul müdürlüğü yaparken, bu nitelikleri sayesindedir ki değişik yönlerden kaynaklanan ve aşılmaz görünen güçlüklerin üstesinden gelmeyi başarabilmiştir.”
O yıllarda öğrenci olan Hasan Hüseyin Özkan’ın sözleri, Geray’ın değerinin ve çabalarının gençler tarafından da takdir edilerek benimsendiğini gösteriyor: “Cevat Geray, öğrencilik yıllarımızda bizlerle ilişkilerini diğer dekanlarımızla kıyasladığımızda en üst seviyede tutanlardandı. Okullara yönelik saldırılar karşısında çözümü okul kapatmakta bulan yöneticilerin çoğunlukta olduğu bir dönemde eğitimin sürekliliğini sağlamak için elinden gelen gayreti göstererek diğer eğitim kurumlarına örnek oluyordu. Bizlerle olan diyaloglarında eğitimin sürekliliği konusunu sürekli vurguluyor, bu konuda soğukkanlı olmamızı, tahriklere kapılmamamızı söylüyordu. Hocamızın bu tavrına destek olmak için elimizden geleni yapıyorduk.”
Ailesi ve çocukluğu
Cevat Geray 23 Mayıs 1930 yılında İstanbul-Kasımpaşa’da dünyaya geliyor. Babası Deniz binbaşısı, Deniz Harp Okulu’nda motor öğretmenliği yapıyor. O zamanlar Deniz Harp Okulu’nun bulunduğu Kasımpaşa daha çok denizcilerin yaşadığı bir yerleşim yeridir.
Babası Ahmet Kazım Geray Kırım’dan göç eden Gazi Giraylardan, Kırım Hanedanlığının yönetici ailelerinden. Türkler, Kırım’da bozguna uğrayınca biri Romanya, Bulgaristan; diğeri Kafkaslardan olmak üzere iki koldan Türkiye’ye gelirler. Geray’ın babasının ailesi Çanakkale’ye yerleşir. Annesi Tevhide Geray, Gerede’nin bir köyünde doğmuş; dava vekilliği yapan Yakup Polatkonak’ın kızı.
Cevat Geray’ın, ikisi babasının ilk eşinden olmak üzere altı kardeşi var. Geray kendi ifadesi ile tekne kazıntısıdır. Annesi ayrı ağabeyi bıçkın, tepkilerini gösteren bir insandır. “Bizden ayrıldı, Ankara’da bir askeri fabrikaya işçi olarak girdi. Babam İtalyan Lisesi’ne vermişti, ama okulu terk etti. Çok iyi bir frezeci ustası olmuştu. Harp-İş’in ilk kurucuları arasında yer aldı. Ağabeyim komünist diye tanınan, haklarının peşinde koşan, ama sanatı iyi olduğu için de vazgeçilmeyen birisi imiş. Ağabeyimin bizimle ilişkileri pek yoğun değildi. Babam iyi okumadığı ve anneme de sert davrandığı için ona hoşgörü ile bakamıyordu. İki oğlu oldu. Bunlarda birisi Uçkun Geray’dı.”
Uçkun Geray
Ergenekon tertibinin şehit ettiği devrimcilerden Uçkun Geray, Cevat Geray’ın yeğenidir. “Uçkun Geray, benim ağabeyimin oğlu; yani ben onun amcasıyım. Ergenekon tertibinde onu da gözaltına aldılar. Karısı, avukatı kanalıyla ilaçlarını ilettiği halde 24 saat ilaçlarını vermemişler. Serbest bırakıldıktan kısa süre sonra onu yitirdik. O da Ergenekon tertibinin şehitleri arasına katıldı. Uçkun Geray, Orman Fakültesi’nde profesördü. Kendisi hem orman mühendisi hem de iktisat mezunuydu, o nedenle orman ekonomisi üzerinde çalışıyordu. Aynı zamanda İşçi Partisi üyesiydi. Atatürk’e bağlı, bu ülkeyi seven, pırıl pırıl bir gençti. Yazık oldu. Akrabam olduğu için kitaplarını, makalelerini izlediğim, değerlendirdiğim için söylüyorum.
Ağabeyim ölünce, Uçkun akademisyen olduğu için işlerin başına Uçkun’un küçük kardeşi Ufuk geçmişti. Ufuk’u genç yaşta yitirdik. Ufuk çok heyecanlı bir Atatürkçü ve Cumhuriyetçiydi. İstanbul’da Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kuranlar arasındaydı. Parti çalışmaları da vardı.”
Atatürk nasıl olur da ölür?
Cevat Geray ilkokul birinci sınıftayken Atatürk’ün ölüm haberi gelir. Koşarak, ağlaya ağlaya eve gider. Atatürk’ü kafasında ölümsüz bir kişi olarak canlandırmıştır. Atatürk’ün ölümü kendi ifadesi ile “yaşamın geçici olduğunu ve ölümün de olduğunu anlamasına” neden olur.
Geray’ın babası Kasımpaşa’da çevresini etkileyen, Atatürk ve Cumhuriyet hayranı bir kişidir. Babasının emekli binbaşı maaşından başka bir geliri yoktur. Bir evleri vardır. Annesi çok tutumlu bir insandır. “Ben ve kardeşlerim annemin korumalığında Kasımpaşa ortamında yetiştik. Mahallede bazı kişiler ile görüştürülmezdik. Onlar okuldan kaçarlar, kahveye giderlerdi. Ben kahveye gidemezdim. Bir darp olayından yargılanan arkadaşlar beni çok düşündürmüştü. Bu olaydan sonra annemin ne denli haklı olduğunu anladım.
Göz hakkı, meyve hırsızlığı gibi tatlı anılarımız da var. Bizden büyük çocuklar bizi gözetirlerdi, yanlış yaptığımızda uyarırlardı. İlkokul öğretmenim Mediha Atay’ı çok sevecen bir insan olarak anımsıyorum.”
Futbol merakı ve Kasımpaşa Ortaokulu
Cevat Geray’ın okuduğu Kasımpaşa Ortaokulu, tekkeden dönüştürülmüş ahşap bir binadır. Binanın içinde spor salonu yoktur. Spor yapmak için Beyoğlu Halkevine giderler, orada voleybol, salon el topu çalışmaları yaparlar, antrenmanlara katılırlar, ortaokullar arası karşılaşmalar yaparlar.
O dönemin öğretmenleri iyi yetişmiş, Atatürkçü öğretmenlerdir. Geray da çalışkan bir öğrencidir. Üç yıl üst üste iftihara geçer. Resmi iftihara geçen öğrencileri tanıtan kitapta yer alır. Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı, Hasan-Âli Yücel’in imzasıyla Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri adlı kitabı armağan eder. Geray, çalışkan bir öğrenci olduğu için başarısız olan çocuklara ders verir, karşılığında para almayı kabul etmez.
Haydarpaşa Lisesi ve yazı yaşamına girmesi
Lise yıllarında iken mahalle arkadaşları ile karbon kâğıdı kullanarak 5-6 nüsha halinde çoğaltarak çıkardıkları Kaynak Dergisi, Geray’ın kendi ifadesi ile, yazı yaşamına girmesinde önemli bir etken olmuştur. Kaynak Dergisi el yazmasıdır. “Sonradan Haydarpaşa Lisesi’nden bir arkadaşım vardı. Altına pelür kâğıdı koyarak onların daktilosu ile çıkarmaya başladık. Yeniköy’deki evlerinin bahçesinde çalışıyorduk. O zaman başka çoğaltma olanakları yoktu. Daha sonra Dergiyi mumlu kâğıda yazarak teksirle çoğaltarak çıkardık.
Dergiyi çıkardık ama idare el koydu. Aramalar yapıldı. Ben o zaman 6 Edebiyat B’ de sınıf mümessiliyim. Son sınıfta idim. Dolabımda Erzurum Lisesi’nden gelen, komünizm propagandası yaptığı iddia edilen bir mektup bulundu. Her sınıfın mümessiline yollamışlardı. Erzurum’dan mektup geldiği zaman sol bir tabuydu. O zaman en fazla Atatürk devrimciliği söz konusu idi. Soruşturma sonunda bana bir hafta, arkadaşlarıma da üçer gün okuldan uzaklaştırma cezası verdiler. Ben yatılı olduğum için muallim muavinlerinin odasında oturuyor, derse girmiyordum. Gazete kitap okuyor, ziyaretçi kabul ediyordum. Bu ağır bir ceza idi. O zaman öğretmenler kurulu, iyi hali görülenlerin siciline cezayı işlemiyorlardı herhalde, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gelen sicilimde böyle bir kayıt yoktu. O zaman Erzurum ülkücülerin ağır bastığı bir yerdi. O dönemde milliyetçilik önem kazanırken komünist gruplar da etkinlik gösteriyorlardı.”
Mülkiyeli yıllar
Geray’ın ideali kaymakam olmaktır. “Dünyanın ve ülkenin gidişini görünce, Mülkiye’nin çok önemli olduğunu anladım, benim de orada yerim olmalı diye düşündüm.” O dönemde Siyasal Bilgiler, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir yüksekokuldur. Geray, Siyasal Bilgiler Okulu’nun yatılı okuyan öğrencileri arasındadır. “100 kişinin ilk 40 kişisi yatılı olurdu. Yatılı olan öğrencilere birtakım olanakları değerlendirmek fırsatları doğuyordu. Örneğin elbise vermeleri, yemek ve yatak sağlamaları, hatta kitap için harçlık vermeleri gibi kolaylıklar vardı. Biz ikinci sınıflarla beraber aynı koğuştaydık. Dolaplar vardı; soyunma, giyinme ve diğer eşyalarımızı saklamak için, uzun, yüksek. Günün en tatlı saatleri orada geçerdi; o dolaplar arasında günlük konularla, Türkiye’yle, dünyayla ilgili tartışmalarımız, sohbetlerimiz olurdu ve öyle giderdik yatağa. Okulun, fakülte olarak Ankara Üniversitesi’ne bağlanmasıyla yatılılık bitti ve bursluluk başladı. Bize 125 lira burs verdiler. Fakat ilk ay kısa sürede barda, meyhanede paramızı bitirmiştik. Annemden de isteyemezdim. Üç ayda bir maaş alıyor. Böylece para harcamasını da öğrendik.”
Mülkiye, Siyasal Bilgiler Fakültesi olunca
Mülkiye, Siyasal Bilgiler Fakültesi olunca, yasayla İskân ve Şehircilik, Maliye, İşletme, İdari Bilimler, Dış İlişkiler adı altında enstitüler oluşturulur. Cevat Geray üst sınıflarla da küçük sınıflarla da iyi ilişkileri olan biridir. Fakültenin küçük, mütevazı bir kantini vardır. Radyo tek iletişim aracıdır o zaman. Kantinde radyo dinlenir. Mülkiye’nin güzel bir geleneği vardır. Birinci sınıf ve son sınıf öğrencilerinin bir arada bulunduğu bir tanışma toplantısı yapılır, çay, kuru pasta meyve suyu ikram edilir. Hocalar da orada bulunur. Son sınıftakiler birinci sınıf öğrencilerine hangi liseden geldiklerini, nereli olduklarını sorarlar, yakınlık gösterirler, sorunları olursa paylaşmalarını öğütlerler. Geray’ın tanışıklıkları daha çok Haydarpaşa Lisesi’ndendir.
Mülkiye’de çok değerli hocalar vardır
O yıllarda Siyasal Bilgiler öğrencileri olarak, yalnızca hocaların anlattıklarını dinlemekle yetinmezler, İstanbul Üniversitesi’nden hocaların kitaplarını da getirtir, dersleri oradan da çalışırlar. Bunların arasında Sıddık Sami Onar’ın Yönetim Hukuku adlı dev kitabı da vardır. “Hukuka Giriş, Medeni Hukuk derslerini Prof. Dr. Fikret Arık verirdi. Çok değerli bir hocaydı. Sonradan Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün genel müdürü olmuştu. Kitap yazmamıştı ama çok güzel ders anlatırdı. Ondan çok şey öğrendik, genel bir hukuk bilgisine sahip olduk. Anayasa dersi çok önemliydi. Anayasa dersini Prof. Dr. Bülent Nuri Esen ve Doç. Dr. Turan Feyzioğlu ortaklaşa veriyorlardı. Özgürlükler, insan hakları ve demokrasi konusundaki bilincimizi onlara borçluyuz. Mehmet Karahasan, Toplumbilim dersini verirdi. Klasik bir toplumbilim anlatmazdı. Daha çok devletle ilgili konulara sosyolojik bakış getirirdi. Örneğin Eflatun’un Devlet kitabından başlardık. Fransa’da öğrenim gördüğü için Fransızca çevirileri vardı. O zaman Hasan Âli Yücel’in çevirttiği klasik temel eserlerden bazılarını o çevirmişti. Dil Tarih öğretmeniydi. Birinci sınıfta İktisada Giriş dersini Prof. Fethi Çelikbaş okuturdu. İstatistik dersini İstatistik Enstitüsü Genel Müdürü olan Şefik İnan okuturdu. Birinci sınıfta, giriş niteliğinde, sosyal bilimlerin temel kavramlarını ve konularını öğrenmiş olduk.”
Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun başarısı
Geray’ın öğrenci olduğu yıllarda fakültede biri Atatürkçü ve ilerici, Türkiye Milli Talebe Federasyonu’na (TMTF) bağlı Talebe Cemiyeti, diğeri tutucu eğilimli Milli Türk Talebe Birliği’ne bağlı, Öğrenci Derneği vardır. Geray, Talebe Cemiyeti’nin yönetim kuruluna ikinci sınıf öğrencisi olarak girmiştir. Yine ikinci sınıf öğrencisi olan Yılmaz Ergenekon başkandır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’dir. Tevfik İleri sonradan Eğitim Fakültesi’nde hoca olan Recep Toksat ile birlikte sol gelişmeye, aydınlanmaya ve komünizme karşı cephe oluşturmaktadır. “Bizim cemiyetimizin bağlı olduğu, Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun Genel Başkanı, Hukuk Fakültesi öğrencisi Ali İhsan Çelikkan’dı. Federasyon’un yönetiminde bizden Kemal Paloğlu, Yavuz Kadıoğlu ve Hukuktan Yekta Güngör Özden vardı. Devrim Gençliği Dergisi düzenli biçimde yayınlanmaktaydı. TMTF Atatürk Devrimleri çizgisinde hareket etmeyi savunuyordu. Bu açıdan o denli etkili oldular ki, Bakan Tevfik İleri’yi gericiliği milliyetçilik adına örgütlüyor gerekçesiyle Celal Bayar’a ve kamuoyuna şikâyet ettiler. Celal Bayar, Tevfik İleri’nin istifasını istedi. Tevfik İleri istifa etmek zorunda kaldı. Bu, Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun karşı çıkışıyla oldu.”
Kültür kolu çalışmaları
“Kültür kolunda çalışmam nedeniyle şair ve yazar arkadaşlarla daha yoğun ilişkilerim vardı. Cemal Süreya da bunlardan biriydi. Cemal Süreya, daha öğrenciliğinde o güzel şiirleri yazmaya başlamıştı. Sezai Karakoç ne kadar sağa yatkınsa, o da o kadar sola yatkın… Karakoç da iyi bir şairdi. Süreya, şairliği ve yazarlığıyla Sezai’den daha çok tanındı ve sevildi. Maliye müfettişi olarak da iyi bir bürokrat oldu, Darphane Müdürlüğü’ne kadar yükseldi. Devlet hizmetini toplum yararına kullananlardan biriydi.
Mülkiye’deki ilk şiir gününü Kültür Kolu başkanı olarak ben düzenledim. Mülkiyeli şairleri davet ettik. Cahit Külebi o zaman Konservatuvarda müdür yardımcısı. Ben gittim, kendimi tanıttım. Şairler günü yapıyoruz, siz baş konuk olarak davetlisiniz dedim. Kabul etti. Şiirlerini okudu. Mülkiye’yi bitirmemiş, ikinci sınıftan terk etmiş. Sayıştay’da denetmen olarak çalışan, meşhur Otuz beş Yaş şiirinin yazarı Cahit Sıtkı Tarancı, Mehmet Çınarlı, Sabahattin Tahsin Teoman vardı. Öğrenci şairlerden Cemal Süreya, Nihat Etiz, Yahya Benekay, Erdoğan Konuralp, Sezai Karakoç da şiirlerini okudular. Güzel bir gece oldu. Ankara’da ve Mülkiye’de bir ilkti. Sonra bu başka etkinliklerle sürdürüldü.”
Hisar Dergisi
Geray, 1950’lerden sonra çıkmaya başlayan Hisar Dergisi çevresinde toplanan şair ve edebiyatçılarla birlikte çalışmalarda bulunur. “Ben dergide Ankara’da ve Türkiye’de kültür ve sanat hareketlerini izleyen bir muhabir gibi çalışıyordum. Sanat hareketlerini de izlemiş oluyordum. Tiyatrolar, resim sergileri ile ilgili bir sayfa hazırlıyordum. Derginin yazarları ayda iki kez toplanır, sohbet ederler, edebi konuşmalar yapar, şiirlerini okurlardı.
Bir de Nurullah Ataç’la bir röportaj yapıp yayınladık Hisar Dergisi’nde. Bu dergi, sonradan tutucuların eline geçip iyice sağa kayınca dergi ile ilişkim kalmadı.
Mülkiye Dergisi
Geray’ın dergicilik alanındaki çalışmalarına Mülkiye Dergisi de eklenir: “Bir Mülkiye Dergisi vardı. Sonradan İstanbul Üniversitesi Genel Sekreterliği de yapan ve Prof. Dr. İlter Turan’ın babası olan Hasan Fehmi Turan diye bir Mülkiyeli ağabeyimiz çıkarmış, sonra yayınlarına son vermişti. Biz neden çıkarmayalım dedik. Nejat Tunçsiper ile birlikte Mülkiye adlı bir dergi çıkardık. Nejat yazı işlerinden sorumlu olan çok girişken bir arkadaşımızdı. Sonradan ANAP’tan ya da Adalet Partisi’nden milletvekili oldu. Matbaa olarak da Ulucanlardaki yeni cezaevinin basım evini bulmuştuk. Ucuz oluyordu. Hem de hükümlülerle çalışmak onları tanımak açısından önemliydi. Birkaç sayı çıkardık. O dergiyi çıkarırken şu önem kazandı. Ciddi bir dergi olsun, Siyasal Bilgiler’e katkıda bulunsun. Anımsıyorum, James Bryce adlı bir yazarın Demokrasi adlı kitabından “Kamuoyu” adlı bir bölümü çevirip yayımlamıştık. Seha Meray ders notlarında bu çeviriden alıntılar yapmıştı.
Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı
Geray örgütlenmeye ilişkin bazı girişimlere katılır. “Öğrencilik yıllarında Yekta Güngör Özden, Rahmi Magat, Sami Özerdim, Muhaddere Özerdim ve daha birçok arkadaşla, düşündük; ‘Demokrat Parti işi azıtıyor, Atatürk Devrimlerine aykırı işler yapıyor, bir örgüt kurarak bu uğurda çaba gösterelim’ dedik. Türk Devrim Ocakları, İstanbul’dan da arkadaşların katılımıyla kuruldu. Yeni mezun olmuştum. İstanbul’da Türkiye Milli Talebe Federasyonu öncülüğünde Türk Kadınlar Birliği, Yeşilay Gençlik Şubesi ile birlikte Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nı kurduk. O dönem, Avrupa Birliği’nin kurulması için çaba gösteriliyordu. Gençliğin Avrupa kampanyası diye Avrupa ölçeğinde bir çalışma vardı. Biz de Avrupa Birliği kampanyasına katıldık.
Türkiye’nin sorunları ile ilgili konularda münazara ve paneller düzenlediğimiz oldu. Anımsıyorum, Tevfik Çavdar o zaman İktisat Fakültesi’ni ya bitirmiş ya da bitirecek. Ona bir dolmakalem hediye edildiğini anımsıyorum. Tevfik Çavdar’la orada tanıştım. Sonradan Aydın Aybay TMGT’ye sahip çıktı. Demokratik açılımlar yaptılar. Floransa’da Avrupa Gençlik Kampanyası için bir konferans düzenlendi. Biz de Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı olarak 6-7 kişilik bir delegasyonla katıldık. Çok da iyi oldu. Başka ülke çocukları ile karşılaştık. Kendimizin bazı konulara yatkın olmadığımızı anladım. İngilizler, Avrupa Birliği’ne karşı çıktılar. “Avrupa birlik değildir. Birlik olmasında güçlükler vardır” biçiminde ulusal bir siyaset güttüler. Biz karşı çıkma değil; tavır alacak bir politikayı bile benimsemedik. Şu haliyle AB’ye karşı çıkmak için o kadar çok neden var ki. İngiltere’nin karşı çıkışları aslında uyarıcıydı. O zamanlar Avrupa Birliği kurulsun, biz de üye olalım diye düşünüyorduk.”
Ankara’nın konut gereksinmesi: Yenimahalle örneği
Cevat Geray bitirme tezi olarak Ankara’da nasıl bir konut politikası izlenmesi gerektiğini, Ankara’nın konut gereksinmesinin ne olduğunu ve bunun giderilmesinde Yenimahalle deneyiminin önemini vurgulayan bir çalışma yapıyor. Yenimahalle deneyimi; yol gösterici dersler çıkarılabilecek bir çabadır. Planlı gelişme ve gecekonduyu önleme bakımından önemlidir. Estetiktir. Ayrıca ranta engel olan, başarılı bir halkçı girişimdir. “Bu çalışmada ilk kez gereksinim nedir, ne değildir onu belirleyen birtakım açıklamalar yaptım. Yenimahalle’yi biz şehircilik ve konut politikası açısından önemsiyoruz. Çünkü 1949 yılında 5218 sayılı yasa çıktı. Belirli bir alandaki topraklar Ankara Belediyesi’nin mülkiyetine geçti. O da örnek projeler yaparak kendisinin çizdiği imar planına göre, gereksinimi olan insanlara bu arsaları tahsis etti. Yapı yapacaklara bazı destekler sağladı. Şehircilik bakımından önemi: Planlı gelişme için kamunun arsalarının özel kişilere verilmesi, bu arsalar üzerinde iki yıl içinde yapıya başlamayan, 4 yıl içinde konutunu tamamlamayanların elinden arsanın alınması, 10 yıl süre ile satılmaması ile ilgili yasa, gecekonduyu önleme bakımından önemli, başarılı bir girişimdi. O zaman Ankara memur kentiydi. Büyük bir konut darlığı vardı. İnsanlara olanak sağlandı. Türkiye’de yaşanmış olan bu halkçı deneyimden ders çıkarılabilirdi. Sonradan bu iki katlı evler yıkıldı, apartmanlara dönüştürüldü. Böyle planlı bir girişimin heder edilmesi gerçekten çok yanlıştı. Demetevler’de aksi yapıldı. Tarlalara apartmanlar diktiler. Hisseli tapu mülkiyeti sorunu vardı. Sonradan tapular alındı ama şehircilik kurallarına göre bir girişim olmadı.”
Maiyet memurluğu ve kaymakamlık
Cevat Geray 1953 yılında fakülteden mezun oluyor. Arzusu kaymakam olarak Ankara’ya atanmaktır. Burslu okuması nedeniyle zorunlu hizmeti vardır. Ankara’ya beklediği tayin gerçekleşmez: “Fehmi Yavuz Hoca’yı tanıdıktan ve onun öğrencisi olduktan sonra, şehircilik sorunları, belediyecilik, kent yönetimi, bölgesel gelişme konularına ilgi duymaya başladım. Bir de Fehmi Hoca, Ernst Reuter’den sonra ilk Türkçe şehircilik kitabını yazan kişidir. Ernst Reuter daha çok yerel yönetimler ve ulaşım ekonomisiyle ilgili kitaplar yazmıştı. Ben tanımıyorum kendisini ama bizim kürsümüzün kurucusudur. Ben şehirciliğe o kadar meraklıydım ki, Fehmi Hoca bana çok güvendi. Yayınladığı şehircilik kitabında, kendisine düzeltmen olarak yardımcı olmamı istedi. Yardımcı oldum fakat hiçbir zaman Fehmi Yavuz Hoca bu yardımcılığı bir asistanlıkla ödüllendirmedi.
Atamalarımız İçişleri Bakanlığı’ndan yapıldığı için neresi boş ise oraya gönderiyorlar. Burslu okuma nedeniyle mecburi hizmetimiz vardı. Ben Ankara’ya tayin bekledim ama olmadı. Bursa’ya gittim. Valinin gözetiminde, il maiyet memuru olarak görevlendirildim. Yılmaz Ergun adında bir sınıf arkadaşımız vardı o da oraya atanmıştı. Biz de onunla birlikte kardeş kardeş bir pansiyon tuttuk.”
“Marksist demokrasiler”, “Klasik demokrasiler”
O arada İstanbul’da İdari Bilimler Kongresi toplanıyordu. Kongre kapsamında Bursa’yı gezdirme programı vardı. Ben vilayet adına Bursa’yı gezdirme, tanıtma görevini üstlendim. Bu gezi ile ilgili Bursa’daki Hâkimiyet gazetesine bir yazı yazdığımı anımsıyorum. Sınıf arkadaşım olan Mümtaz Soysal’dan da bu kongre için bir rapor hazırlamasını istemişlerdi. O da tüm üye ülkelere bir soru kâğıdı göndermiş ve onları çözümleyerek bir rapor hazırlamıştı. Mümtaz, bu raporda demokrasileri ‘Marksist demokrasiler’ ve ‘Klasik demokrasiler’ olarak ikiye ayırıyordu. Uluslararası kabul gören bir rapor oldu.
Halkın yönetime katılması konusunda ilk kuramsal bilgileri de bu raporda görebiliyoruz. İki tür katılımdan söz ediyordu. Birisi eş yönlü, birisi de karşı tepki olarak katılım. Marksist yönetimlerde eş yönlü katılım oluyor; çünkü her aşamada, komiteler, kurullar kanalıyla, halkın temsilcileri yoluyla bir katılım söz konusu oluyordu. Buna karşılık klasik demokrasilerde daha çok karşı tepkiler söz konusu, miting, halk oylamaları vb. yoluyla. Bu önemli bir katkıydı. İlk kez uluslararası bir kongrede yönetim kurulunun isteğiyle hazırlanan bir raporda bunu açıkça ortaya koydu ve tartışmaya açtı. Bu benim için çok yol gösterici olmuştu. Bu katılım konusu hâlâ sürüyor. Mümtaz, bunu 1953 yılında en iyi şekilde ifade etmişti. Daha sonra da Amme İdaresi Enstitüsü ‘Halkın Yönetime Etkisi’ diye bu raporu yayınladı.”
İstanbul ve gecekondu sorunu
Daha sonra İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Gökay’ın da yardımıyla İstanbul’a nakli yapılır. Geray, kaymakamlık stajı, o zamanki adıyla maiyet memurluğu sırasında, rüşvetin nasıl meşru görüldüğünü gözlemler.
“Beyoğlu geniş bir alan. Gecekonduyu önlemek mümkün olmuyordu. Takma evler gibi getirip yapıyorlardı. Özellikle Şişli ve civarında. Kaymakam, jandarma görevlisi askerlerden yararlanarak, 5-6 ekibi her akşam gecekondu yapılan bölgelere gönderiyordu. Birkaç kez ben de gittim. Kamyonda bir şeyler görüyorduk. Gecekondu yapımında kullanılan duvar, kapı, pencere gibi şeyler. Gecekondu o zaman masum bir gereksinmeyi karşılamak içindi. Denetlemek için bekçiler dolaşıyordu. Zaman zaman gecekondu yapımı önleniyordu. Birkaç kez malzemeyi yakaladık. Bir gece hiç unutmuyorum; yokuşun başında dinlenirken tak tuk sesleri geliyordu. “Yavaşça ilerle, birdenbire farları yak” dedim. Şunu gördük. Gece bekçisi başında bekliyor, 10-20 lira karşılığında takibi engellemek için. Buradan şu sonuca vardık: Biz ne kadar denetimi artırırsak artıralım başarılı olmaz. Çünkü ihtiyaç. Günümüzde gecekondu, daha ticari ve spekülatif.”
Rize’nin İkizdere ilçesi
Geray, 1955 seçimlerinde kaymakam vekili olarak geçici görevle Rize’nin İkizdere ilçesine atanıyor. Onun İkizdere ilçesindeki kaymakamlık günleri Anadolu gerçeğini anlamasına yardımcı oluyor. Kaymakamlık tezini İstanbul’un konut ve gecekondu sorunları konusunda yapmayı planlamaktadır. Konuyla ilgili tüm kaynakları İkizdere’ye götürür. Ancak kırsal bölgede yaşanan bir toplumsal soruna yönelir. İlçede resmi nikâh kıyılmamış ve bu yüzden yasal olarak miras vb. haklardan yararlanamayan eşler ve çocuklar sorunu çok yaygındır. O dönemde milletvekili İzzet Akçal, evlilik dışı doğan çocukların neseplerini sahih kılmaya, imam nikâhlı evlilik dışı birleşmelerin evlilik olarak tesciline olanak veren bir yasa tasarısı hazırlamış ve yasa, meclise sunulmuştur. “Gecekondu konusunu inceleyeceğim yerde İkizdere ilçesinde bu yasanın uygulamasını inceleyim, dedim. Kaç kişiye uygulanmış, kaç tane resmi nikâhlı olmayan evlilik tescil edilmiş, Kaç tane çocuğun nesebi sahih olmuş. Çok ilginç veriler topladım. Bir de ilçede yaşayanlara anket yolladım. Sonuçları çizelgelere dökerek kaymakamlık tezimi yazdım. Kabul edildi. Tez kaymakamlık kursuna katılmak için ön koşuldu. Araştırma İdare Dergisi’nde yayınlandı. Etkili oldu. Böyle yerel bir araştırmanın etkili olacağını bilmiyordum. Örneğin hukuk sosyolojisi ile ilgili bir yayında bu yazıya atıfta bulunuldu. Daha sonra İstanbul’da bir sosyoloji profesörü olan Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu’nun çıkardığı İş ve Düşünce dergisinde yayımlandı. Rona Aybay’ın bu yazıyla ilgili olarak ‘Hocam seninle iftihar ediyoruz’ dediğini anımsarım. İkizdere hem Karadeniz insanlarını tanıma hem de araştırma vesilesi olmuştur benim için.”
Cevat Geray İkizdere kaymakam vekilliğinden sonra üç ay süren kaymakamlık kursuna katılır ve başarılı olur. Kaymakamlık kurası çekiminin olduğu gün Siyasal Bilgiler Fakültesi Şehircilik Kürsüsü’nde asistanlık sınavına girmiş ve kazanmıştır. Aynı zamanda Antalya’nın Gündoğmuş ilçesine ataması çıkmıştır. “Fehmi Bey, ‘Atama işleri, mecburi hizmetin üniversiteye devri uzun sürebilir, git, Gündoğmuş Kaymakamı yazılsın siciline ne olur ne olmaz’ dedi. Ben de gittim, kırk gün kırk gece orada kaldım.”
Yeniden Mülkiye ve asistan olmak
Mülkiye’de şehircilik daha çok bir sosyal bilim anlayışıyla işlenir. Şehirciliğin içinde toplum bilim, hukuk bilimi, yönetim bilimi, yerel yönetimler vardır. Yani disiplinler arası bir yaklaşım söz konusudur. Geray, Mart 1956’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Şehircilik Kürsüsü’nde asistanlığa başlar. Doktora programına Mümtaz Soysal, Doğan Avcıoğlu ve onun ilk eşi Gülgün Gönenç ile birlikte başlarlar. Değişim programı ile gelmiş yabancı kökenli çok değerli hocalardan ders alırlar. “Asistanlık, akademik bir meslek olarak usta-çırak ilişkisiydi. Hocaların elvereceği, yetiştireceği ve onların yerini alacak bilim insanlarını yetiştirilmesiydi. Doktora yaptıktan sonra ne olacağım sorunu yoktu. Ben akademisyen olacağım amacıyla hareket edenler asistan oluyorlardı. Bu nedenle başarı oranı çok yüksekti. İkincisi hocalar, yetiştirdikleri öğrenciler arasında en yatkın olanları yönlendiriyorlardı.
“Asistan, hocanın yardımcısı idi. Bu yakın ilişki onun yetişmesine yarardı. Derse beraber girer, kalabalık bir sınıfta yoklamayı alabilirdi. Kaynaklara ulaşmada öğrencilere yardım etmek gibi görevleri vardı. Biraz da fakülte etkinliklerine katkıda bulunuyorlardı. Belirli bir sürede doktora yapmayı başaramazsa ya da birtakım yanlışlıklar olursa ilişkisi kesiliyordu. Tembelliğe yer yoktu. Özel işlerde kullanmalar bazı fakültelerde oluyordu ama Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ve Şehircilik Kürsüsü’nde asla. Fehmi Yavuz Hocamız o kadar titiz davranırdı ki çantasını bile tutturmazdı. Olsa olsa bize önerilerde bulunurdu.
O zaman asistanlık, çok para sıkıntısı çekilen, ancak gönül veren insanların yöneldiği bir meslekti. Kaymakamlığın çok altında bir maaş alınıyordu. Fakülte bize bazı olanaklar sağladı. Spor salonunun bulunduğu yerde odalar vardı. Asistanlar orada kalırlardı. Bahri Savcı bekâr olduğu için orada kalmıştı. Bizden önce Fehmi Yavuz Hoca da orada kalmıştı. Ben, Yılmaz Günal ve Ruşen Keleş aynı dönemlerde asistandık. Bize de orada birer oda verdiler. Bizden önce hep varlıklı ailelerin çocukları öğretim üyeliği mesleğine girmişlerdi. Bizim anabilim dalımızdaki hocaların çoğunluğu işçi, memur çocuğu idiler. Bunlar kamusal eğitimin parasız yatılı dizgesinin olumlu sonuçlarıdır.”
Şehir planlamasında katılım konusu
Cevat Geray doktora derslerini tamamladıktan sonra 1957 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderiliyor ve New York Üniversitesi Amme İdaresi ve Sosyal Hizmetler Fakültesi Şehircilik Bölümü’nde şehir planlaması, yerel yönetimler ve konut ile ilgili konularda ders alıyor, incelemelerde bulunuyor. “Şehir Planlamasının Başlıca Tatbik Vasıtaları” konulu tezinin alt yapısını büyük ölçüde orada oluşturuyor. 1959 yılının Temmuz ayında yurda dönüyor. Daha sonra, o zamanki adıyla “Siyasal İlimler Doktoru” unvanını alıyor. “Ben tezimde ‘gün ışığı açılım düzlemi’ diye bir kavramı önerdim. Bu New York ve ABD’de uygulanan bir teknikti. Yükseklikler ve açık alanlar arasında ya da arsa ile yapı alanı arasındaki oranları belirleyen mimari bir kavramdı. Şehir planlamasında katılım konusu belki de ilk kez benim tezimde işlenmiştir, diyebilirim. Bunlar Amerika’da öğrendiğim şeylerdi. Amerika’dan gelince tezimi toparladım. Fehmi Yavuz’un danışmanlığında Yavuz Abadan ve Cahit Talas’ın olduğu üç kişilik bir jüri önünde tezimi savundum. Kısa zamanda yayımlandı.”
Kırsal kalkınma ve toplum kalkınması
Geray, doktoradan sonra toplumun kalkınmasının köyün, köylünün sorunlarının çözümünden geçtiğini düşünmeye başlıyor. “Önceleri daha çok kırsal alanla kentsel alanların bütünleşmesini sağlayacak bir yaklaşımın gerekli olduğunu düşünüyorduk. İngiliz geleneği, kır ve kent planlamasının birbiri ile tutarlı olması gerektiği ile ilgili tartışmalara dayalıydı. Kentin sorunlarının çözümü için kırdan başlanması gerektiği düşünülüyordu. O günlerde bütün dünyada kırsal gelişme için toplum kalkınması gündeme geldi. ‘Toplum Kalkınması’ ile ilgili Hindistan’da toplanan bir konferansa Türkiye’den katılma fırsatı buldum. Toplum Kalkınması tartışması o zaman Hindistan’da çok yaygındı. Hindistan ev sahipliği yaptı. Afrika ve Asya ülkelerinden gelenlerin yaptığı sunuşlar benim çok dikkatimi çekti. Sonra Birleşmiş Milletler ve diğer kurumların kaynaklarını tarayarak toplum kalkınması nedir, ne değildir araştırdım. Bu konferans çok yol açıcı oldu.
Fehmi Yavuz Hoca da köyde kalmış, öğretmenlik yapmış bir insan olarak köy sorunlarına ilgi duyuyordu. O da toplum kalkınması ile ilgili yayınları incelediği gibi, yayın yapmaya da başlamıştı. Hindistan’da toplanan Asya-Afrika Ülkeleri Uluslararası Toplum Kalkınması Konferansı toplandığı zaman Türkiye’de henüz toplum kalkınması çalışmaları başlamamıştı. Geri kalmış ülkelerdeki çalışmaları, oralarda güdülen amaçları ve bu amaçlara ulaşmak için uygulanan yöntemlerin, tekniklerin neler oluğunu orada görmüştük. Ayrıca Hindistan’daki çalışmaları izleme fırsatı buldum. Hindistan, toplum kalkınması çalışmalarını siyasal irade doğrultusunda gerçekçi bir biçimde ve dizgesel olarak uygulayan bir ülkeydi. Bu da benim için bir açılım sağladı. DPT aracılığıyla OECD’den bir burs sağlanınca önce İsrail, sonra Hindistan’ı ziyaret ederek kırsal-bölgesel gelişme konularını izleme olanağı buldum.
Hindistan’da Köy Enstitüleri’nden esinlenmiş okul
Geray, Yeni Delhi’de 5 yıllık kalkınma planlarında köye yönelik ne tür olanaklar sağlandığını, Bombay’da konut sorunlarını nasıl çözdüklerini, Pune Üniversitesi’ndeki kırsal kooperatifçilik konusundaki çalışmaları, Hayderabad’da toplum kalkınması alanında çalışacak yöneticileri yetiştirmeyi amaçlayan Toplum Kalkınması Enstitüsü’nün çalışmalarını inceleme ve gözleme olanağı buluyor. “Genellikle ilçelere gidiyordum. Orada Köy Enstitüleri’nden esinlenmiş bir okul vardı. Köy gençlerini alıp, köy önderi olacak, eğitmenlik, öğretmenlik yapacak biçimde yetiştiriyorlardı. Okul bu amaçla kurulmuştu. O okulda bir diploma törenini izledik. Çocuklar cirit oynuyorlardı. Hayvanların bulunduğu damları gezerken bir kırat vardı, adı Cevat’tı. Bir de doru at vardı, onun adı da Ruşen’di. Bizim isimlerimizin atlara verildiğini duyunca çok duygulandım.”
Hindistan’da toplum kalkınması uygulamaları önce, Nihokheri adlı eyalette pilot proje olarak denenmiş. Başta Başbakan Nehru olmak üzere, bütün parlamenterler toplum kalkınması eğitiminden geçirilmiş. Sonuçlar değerlendirildikten sonra bu uygulamalar yaygınlaştırılmış. Geray, bu incelemeler sırasında daha önce yapıtlarını okuduğu ve Toplum Kalkınması, Yerel Yönetimler ve Kooperatifçilik Bakanlığı’na getirilen S. K. Dey ile tanışma fırsatı da bulmuş.
27 Mayıs 1960 dönemi ve sonrasında Mülkiye
27 Mayıs 1960 devrimi yapıldığında Cevat Geray, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde asistandır. Üniversiteler susturulmak istenir. O dönem Dekan olan Turan Feyzioğlu, üniversite açılışında “Nabza göre şerbet veren münevverlerden olmayın” öğüdünü veren bir konuşma yapar. “Bu bir nasihatti aslında ama büyük ölçüde zülfü yâre dokunuyordu. Onun hakkında soruşturma başlatıldı. Daha sonra Turan Feyzioğlu dekanlıktan istifa etti.
Feyzioğlu’nun hedef olmasının asıl nedeni Forum Dergisi’nde demokrasi ve hükümetin yaptığı yanlışları eleştiren yazılar yazmasıydı. Ben de o Forum grubuna dâhildim. En son herkes görevden ayrıldı, yönetimde sorumluluk almak bana kaldı. Birkaç sayıyı daha çıkarabildiğimizi hatırlıyorum.
Bülent Nuri Esen, çocuğunun dini eğitime zorlanması gerekçesi ile Danıştay’a açtığı davayı kazanmıştı. Tepki için cüppelerimizle ‘Anayasa Yürüyüşü’ yaptık. Menderes bu nedenle bize ‘Kara Cüppeliler’ adını verdi. Bu tepkiler hep Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden geldiği için Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kapatılarak yüksekokula dönüştürülüp Konya’ya taşınması için bir yasa teklifi verdiler. Bütün bu gelişmeler üzerine öğrenciler, öğretim üyelerinin de benimsediği bir eylemler dizisini başlattılar.”
28 Nisan Olayları
Öğrencilerin iktidar karşıtı eylemleri önce İstanbul’da başlıyor. Polis, İstanbul Üniversitesi’ne girerek öğrencilerin üzerine ateş açıyor. Beyazıt Meydanı’nda Turan Emeksiz adlı öğrenci polis kurşunu ile ölüyor. Mülkiye’de asistan olan Cevat Geray, o günleri çok iyi anımsıyor. “Öğrenciler, ‘Başbakan istifa’, ‘hükümet istifa’ diye bağırıyorlardı. Güvenlik güçleri ilk önce Hukuk Fakültesi’nin bahçesine, daha sonra Mülkiye’ye yöneldiler. Süvari Birliği’ni Hukuk Fakültesi’nin içine soktular. Hukuk Fakültesi’nin içinde atların nal sesleri vardı. Sıkıyönetim komutanı Nurettin Aknoz, öğrencilerin üzerine ateş açılması emrini verdi. Fakülte önündeki askerler gelişi güzel havaya ateş açtılar. Tarih 29 Nisan 1960. Doğrudan öğrencilerin üzerine ateş açılmasa da fakültemize silahlı saldırı yapıldı. Bazı askerler fakülteye girdiğinde biz, fakülte Dekanımız Fehmi Yavuz’un yanındaydık. Fehmi Yavuz ‘Buraya giremezsiniz, ben öğrencimi vermem’ şeklinde mukavemet gösterince copu yedi ve tırnağı koptu. İçeride barut kokuları vardı.
Siyasal Bilgiler Fakültesi, demokrasinin bir simgesi olarak yaralanmıştı. Fakülte, o zaman çok sayıda insanın gelip duvarlarını seyrettiği bir tapınak gibi oldu. Olaylar olduktan bir gün sonra Başbakan Menderes, Dekanımız Fehmi Yavuz’u arayarak ‘Hemen o delikleri kapatınız, badana yapınız…’ deyince Dekanımız, ‘O izler Mülkiye’nin şerefidir ve uzun seneler kalacaktır’ yanıtını verdi. Fehmi Yavuz’un o karşı duruşu gazetelerde yer aldı. İstanbul’da da gösteriler sürüyordu.”
Hükümeti protesto için düzenlenen 555 K gösterisi
555 K (Beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay’da) diye bilinen olayda Menderes kalabalığın ortasına geliyor. Yuhalanıyor. Olaylar, mitingler her hafta sonu devam ediyor. “21 Mayıs 1960’ta Harp Okulu öğrencileri iktidara karşı sessiz uyarı yürüyüşü gerçekleştirirler. Biz de onları karşıladık. Onları karşılayanlar arasında Doçent Mehmet Selik, Gazeteci Mustafa Ekmekçi, sınıf arkadaşım Altan Öymen de vardı. Onlarla birlikte Kızılay’a yürüdük. Öğrenciler düzgün bir yürüyüş yapıp sonra dağıldılar. Bu bir gösteriydi. Bundan ders almaları gerekirdi. İtibar etmediler.
İhtilal olabileceğine dair bir görüş birliği vardı. 26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan gece yarısı radyodaki marşlarla uyandık. Oradaki ses, ‘Ordu idareye el koymuştur. NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız’ şeklinde açıklama yapıyordu. Sesin sahibi Türkeş’ti. Ertesi gün kabine ilan edildi. Fehmi Yavuz Hoca Milli Eğitim Bakanı olarak atandı. Sokağa çıkma yasağına rağmen ertesi gün, fakültemiz Dekan Vekili olan Aziz Köklü eve geldi. ‘Haydi, hazırlan. Seni Millî Eğitim Bakanlığı’na götüreceğiz, hocana yardım edeceksin’ dedi. Hayır diyemezdim. Özel Kalem Müdürü kadrosuyla ama danışman gibi çalıştım.”
Milli Eğitim Bakanı: Fehmi Yavuz
27 Mayıs 1960’ta ihtilal gerçekleşir. Fehmi Yavuz Milli Eğitim Bakanı olur. Cevat Geray da Özel Kalem Müdürü olarak hocasının yanındadır: “27 Mayıs’tan sonra Milli Eğitimde neler oldu. Bakanlığa özlük hakları ile ilgili dilekçeler, şikâyetler geliyordu. O zaman Fehmi Yavuz, bir inceleme komisyonu oluşturdu. Bakanlık emrine alınan Fakir Baykurt ve bazı öğretmenler görevlerine iade edildiler.
Cevat Geray’ın özel kalem müdürü olmasıyla ilgili düşüncelerini, Fehmi Yavuz anılarında şöyle anlatıyor: “Millî Eğitim Bakanlığı’na SBF’den iki arkadaş daha gitti. Seha Meray ve Cevat Geray. Bu iki arkadaşımın bana büyük destek olduklarını, yükümü hafiflettiklerini, açık seçik olarak vurgulamak isterim. Seha Meray Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü görevini üstlendi. Özel Kalem Müdürü olan Geray’ın yardımını ne kadar övsem azdır.”(1)
Fehmi Yavuz, Geray’ın Şehircilik dersini aldığı öğretim üyesidir ve onun şehircilik alanına yönelmesinde etkili olmuştur. “Fehmi Yavuz gerçekçi, nazik, ülkesini seven, yapıcı yaklaşımlar içinde olan bir kişiydi, ilkeliydi. Düşündüğü gibi yaşayan, sade bir insandı. Bu davranışları bana hep örnek oldu. Doktora tezimi yayınladığım zaman ‘gerçek bir insana’ diyerek ona ithaf ettim.
Fehmi Bey, 4-5 ay sonra uzmanlık alanına daha uygun olarak İmar İskân Bakanı oldu. Bana devam etmemi söylediyse de ben üniversiteye dönmek zorunda olduğumu belirttim. Üniversiteye döndüm.”
12 Mart Dönemi: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Mümtaz Soysal tutuklanıyor
Geray, 1971 yılında TRT’nin genel yayın planlaması için gerekli araştırmaları yapmak ve Türkiye’de bölgeler arası programların düzenlenmesine ilişkin öğeler geliştirmek üzere TRT Genel Müdürü’nün danışmanı olarak görev yapar. 12 Mart öncesinde zamanının çoğunluğu fakülteden çok TRT’de geçer. “Biz bu çalışmaları yürütürken 12 Mart darbesi oldu. Önce TRT planlama dairesinde olan İlhan Baş, sonra TRT Yönetim Kurulu üyesi Muammer Sun içeri alındı. Biz dedik ki bitirelim çalışmamızı; ister uygulasınlar, ister uygulamasınlar. Cahit Talas, Bülent Nuri Esen, Uğur Alacakaptan tutuklandı. Dekanımız Mümtaz Soysal fakültenin önünden götürüldü. Mümtaz Soysal götürüldüğü zaman fakültede değildim, ama fakülteden fazla tepki olmadığını duydum. ‘Vekâletle fakülte yönetilmez’ denilerek yanlış bir kurul kararı alınmış ve yeni bir dekan seçimine gidildi. Ruşen Keleş Dekan oldu, sıkıyönetimin o döneminde o iş başında kaldı. Henüz bir mahkûmiyet olmadan demokrasiyi, özerkliği savunan bir fakültenin ilkelerinde direnmemesi sakıncalı olmuştur.
Mümtaz Soysal da kurul kararına karşı koymuştur. Bir fakülte dekanının fakültenin önünden cipe bindirilip götürülmesi, geminin kaptanını esir almaktır. Üzücü bir olaydır. Duygusal olarak beni çok üzen bir olay olmuştur. Ama Mümtaz döndü, savaşımını yaptı, hâlâ da yapıyor.”
O dönemde Siyasal Bilgiler Fakülte Kurulu, içlerinde Fehmi Yavuz, Alpaslan Işıklı, Gündüz Ökçün ve Cevat Geray’ın da bulunduğu 13 kişinin imzaları ile demokratik uygulamalara geçilmesi, aydınlara yapılan baskıların kaldırılması yönünde bir bildirge hazırlayarak Başbakanlığa verirler. Daha sonra bu bildirge, sıkıyönetim albayı tarafından “muhtıra” olarak nitelenir.
Halk Eğitimi Bölümü
Cevat Geray, akademik olarak eğitim bilimleri içinde halk eğitimi alanının kurulup kökleşmesinde temel rolü üstlenmiştir. “Ben doçentlik tezimi toplum kalkınması alanında verdim. Bu konu Türkiye’de ilk kez benim tezimde çalışılmıştır. Konunun halk eğitimi ile ilişkisini bildikleri için, Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan, ‘Basın Yayın Yoluyla Halk Eğitimi’ dersini okutmamı istediler. 1961 yılında o dersi ben başlattım. Toplum kalkınmasında halk eğitimine, toplum eğitiminin bir yöntemi olarak giriyorduk.
Bu arada Eğitim Fakültesi kuruldu 1964 yılında. Hamide Topçuoğlu benden Halk Eğitimi ve Toplum Kalkınması dersini okutmamı istedi. ‘Ben eğitimci değilim’ dedim ama Topçuoğlu ısrar etti. İki ya da üç saatlik bir dersti. Sonucunda ders başarılı oldu, çocuklar ilgi duydu. Ertesi yıl toplum kalkınması ayrı, halk eğitimi ayrı ders olarak üçer saat okutuldu.
İkinci bir gelişme de TRT Televizyonunun yayına girmiş olmasıydı. Benden katkı istediler. Ben orada “Köy Meydanı” programını başlattım. Eğitim planlaması yaparak, hangi konuları ele alacağımızı köylülerle konuşarak, ihtiyaçlarını belirleyerek yaptık. Öğrenciler, akşamları yayın saatinde köylüyle birlikte yayınları izliyor, sonradan anket uyguluyorlardı. Nerede aksıyoruz, köylü ne istiyor ortaya çıkıyordu. Bayağı ilgi çekici oluyordu. Sorunlarla ilgili bazı belgeseller de sokuyorduk yayına.
O zaman TRT özerkti ve üniversiteyle iş birliği yapmaya yatkındı. Ben zaten Ankara Radyosu’na Günaydın programı için toplum kalkınması ile ilgili metinler veriyordum. Haftada bir gün yapımcılar onu okuyorlardı. Böyle bir deneyim birikimimiz vardı. Metinlerin örnekleri kayboldu. Programlar da unutuldu. O zaman Üniversitenin TRT ile ilişkileri çok iyi idi. Fakülte Yönetim Kurulu kararı ile TRT Genel Müdürü Orhan Öztrak’a program planlamasında danışmanlık yapmak üzere görevlendirilmiştim.”
12 Eylül’e doğru
18 Nisan 1976’da Milli Birlik Komitesi Üyesi ve Senatör Muzaffer Yurdakuler’in oğlu Hakan Yurdakuler, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin bahçesinde öldürülüyor. “Bu acı olaydan sonra fakültede yönetim değişikliği oldu. Gündüz Ökçün Dekan oldu, ben de Basın Yayın Yüksek Okulu (BYYO) Müdürlüğü’ne seçildim. Hakan Yurdakuler’in katledilmesi, öğrenci olaylarını ateşlendirdi. Müdür olarak ben de olaylarla karşı karşıya geldim. Gündüz Ökçün, olay çıkmasının muhtemel olduğu günlerde kan dökülmemesi için fakülteyi tatil etmek zorunda kalıyordu. Okulların kapatılması nedeniyle oluşan öğretim açığını gidermek için yaz aylarında yoğunlaştırılmış ve hızlandırılmış eğitim yaptığımızı anımsıyorum.”
“Sonradan Gündüz Ökçün milletvekili seçilince hem BYYO Müdürü hem de Siyasal Dekan Vekili olarak bu olaylarla karşı karşıya kaldım. Doğrusu hem okul müdürlüğü yapmak hem Dekan Vekilliği’ni yürütmek hem güçtü hem de demokratik değildi. Yüksel Koç Yalkın müdürlüğe seçildi, ben de Haziran 1977’de Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı seçildim. Eski yasaya göre dönem tamamlama diye bir şey vardı. Daha sonra ‘sen bu yolda devam et’ dediler ve Ekim 1977’de yeniden dekan seçildim.”
Tarafsız yönetimimiz en çok sağcı öğrenciler tarafından takdir edilmiştir
12 Eylül öncesi Siyasal Bilgilerde sağcı öğrenciler küçük bir gruptur. Bu öğrencilerin okula gelmesi ile ilgili olarak solcu öğrenciler zaman zaman tepki gösterirler. “Sağcı öğrenciler gelmeden önce bu öğrencilerden yana olan Pol-Bir’li polisler gelirdi. Biz bu öğrencileri önce kurula aldık, onlarla konuştuk, durumu anlattık, ‘sizin güvenliğinizi sağlamak amacımızdır ama sağlayamadığımız zaman siz de tahrik edici sözlerden ve davranışlardan kaçının’ dedik. Öğrencilerden biri bile ‘ben öğrenimime devam edemedim, bu yüzden de okulumu bitiremedim’ diyemez. Sınavları, ‘taş oda’ dediğimiz ayrı bir yerde yapmak gibi önlemler alındı. Tarafsız yönetimimiz en çok sağcı öğrenciler tarafından takdir edilmiştir. Zaman zaman ‘faşist-idare iş birliğine son’ şeklinde eleştiriler de almışızdır.”
12 Eylül darbesi: “Bizim çocuklar işi başardı”
“12 Eylül sabahı sağ-sol çatışması da eylemler de durdu. Bu da eylemlerin aynı merkezden yönetildiğini ortaya koyuyordu. Sonradan öğrendik Amerika’nın ‘bizim çocuklar işi başardı’ dediğini.
12 Eylül bütün demokratik kazanımları yok edercesine davrandı. YÖK adı altında çağdaş ve özerk üniversite yok edildi. İşkence sistematik hale getirildi. Depolitizasyon topluma egemen kılındı. Sakıncalı görülen öğretim üyeleri, kamu görevlileri 1402 sayılı yasaya göre yargılanmadan işlerinden uzaklaştırıldı.”
1402’li yıllar
Cevat Geray, Ekim 1980’de 3. kez Dekan seçiliyor ama YÖK yasasının süreyi iki dönemle sınırlaması nedeniyle bir yıl daha dekanlık yapması gerekirken 3 Eylül 1982’de görevi bırakıyor. 1982-1983 öğretim yılında da dersleri kaldırılıyor. Daha 1402’lik olmamıştır. Ama bunlar belirtileridir. Üzücü olan, dost, arkadaş bildiği yöneticiler, bazı şeyleri yapmak ellerinde olmasa bile, ona içten bir açıklama yapmazlar.
1983 Şubat’ında ilk sarı zarf Tuncer Bulutay’a gelmiştir. O sarı zarfın bir benzeri de Cevat Geray’a gelir. Rektör Tarık Somer imzalı mektupta “Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 07.02.1983 tarihli yazılarına uyularak 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 2301 ve 2766 sayılı kanunla değişik 2. maddesi gereğince görevinize son verilmiştir” yazmaktadır.
“Böylece 1402’lik oldum. Telefon durmuyor, ‘geçmiş olsun’ diyenlere ‘gelecek olsun’ diyorum. Hatta Feyzullah Ertuğrul ‘bu ne güzel cevap’ dedi.
Daha sonra genişçe bir grup; Korkut Boratav, Bahri Savcı, Cem Eroğlu, Rona Aybay Alparslan Işıklı ve Kurtan Fişek de 1402’lik olurlar. Sıkıyönetimin 1402 Sayılı Yasası, 12 Eylül askeri yönetiminin yaygın bir biçimde giriştiği bir uygulamadır. Hiçbir yargı kararı olmaksızın kamu çalışanlarının, bu arada özellikle öğretmenlerin, öğretim üyelerinin işlerine son verilmiştir. Bu işlem yargı denetiminin de dışında tutulmuştur.
Geray 1402’lik olduğu dönemde emekliliğini ister. Ancak geçim sıkıntısı başlamıştır. Emeklilik ikramiyesi ile borçlarını ancak kapatabilmiştir. Sonraları maddi sıkıntı başlar. Ev kirası 60 lirayken, bağlanan emekli maaşı 59 liradır. Geray, üniversite dışında kaldığı bu dönemde Kent-Koop’un Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın “Senin yerin Kent-Koop’tur, bekliyoruz, birlikte çalışacağız” daveti üzerine Ekim 1983’te Kent-Koop’ta çalışmaya başlar. Yaptığı iş akademik ilgi alanı ile yakından ilişkilidir. Kendisinin “1402’lik yıllar” dediği dönem 8 Şubat 1983 ile 15 Mayıs 1990 arasında yedi yıl, iki ay, yedi gün sürmüştür.
Aydınlar Dilekçesi
12 Eylül 1980 darbesini izleyen karanlık yıllarda aydınları önemli sorumluluklar beklemektedir. Başta Aziz Nesin olmak üzere pek çok değerli insan bu görevi gururla omuzlar. İşte onlardan biri de Cevat Geray’dır. 15 Mayıs 1984’te “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Özlem ve İstemler” başlıklı dilekçe Cumhurbaşkanlığı’na ve TBMM Başkanlığı’na verilir. Bu dilekçe kamuoyunda “Aydınlar Dilekçesi” adıyla anılır. Bu karşı çıkış toplumda muhalefetin canlanması için bir işaret fişeği rolü oynar.
Hazırlanmasına çok sayıda aydının katıldığı dilekçe yaklaşık 1300 kişi tarafından imzalanmıştır. “Sıkıyönetim yasaklarına aykırı bildiri dağıtmak suçundan” 1984’te 59 kişi için dava açılmış, Şubat 1986’da dava tüm sanıkların aklanmasıyla sonuçlanmıştır. “Aydınlar Dilekçesini hazırlayanlar arasında olmaktan hep onur duymuşumdur. 12 Eylül paşaları, önce söz konusu dilekçe için yayın yasağı koydular. Sonra, zamanın devlet başkanı Evren de imzalayanları ‘vatan haini’ ilan etti. Böylece, kendi koyduğu yayın yasağını ihlal ederek devlet televizyon ve radyolarından böyle bir dilekçenin verilmiş olduğunu halkımıza duyurmuş oldu”.
“Bu dava, 12 Eylül’ün tüm insan dışılıklarını, tüzeye aykırılıklarını tarihe kayıt düşercesine ortaya koydu. Davanın kayıtları yargılanan aydınların, halkına karşı olan görevlerini yerine getirmenin bilinci, onuru ve erinci içinde ‘suçluysam cezalandırın’ diyen yiğitçe meydan okumalarıyla doludur.”
Geray’ın, Aziz Nesin’le birlikte on bin kişinin imzaladığı “Ekmek ve Hak Dilekçesi”nin hazırlanmasında da etkin katılımı olur.
Örgütlenme çalışmaları ve diğer demokrasi mücadeleleri
Geray, 1978’de kurulan Tüm Öğretim Üyeleri Derneği’nin (TÜMÜD) kurucu ilk başkanıdır. “O güzel bir örgütlenmeydi ama 12 Eylül’de diğer kuruluşlar gibi dağıtıldı. Sonraki yıllarda Alpaslan Işıklı onu toparladı.”
1981’den sonra kurulan ilk memur sendikası olan ve Niyazi Altunya’nın başkanlığını yaptığı “Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası”na (Eğitim-İş) üye olan ilk beş profesörden biri de Cevat Geray’dır.
Türk Dil Kurumu’nun 12 Eylül Cuntası tarafından 1983 yılında kapatılmasından sonra 18 Nisan 1987’de kurulan Dil Derneği’nin de kurucu Başkanı Geray’dır. “Mademki Türk Dil Kurumu kapatıldı, biz de o zaman dernekleşelim, onun aynısını yeniden kuralım dedik. Bunun öncülüğünü üç kişi yaptı: Haldun Özen, Sevgi Özel ve Ali Püsküllüoğlu. Ben o zaman Mülkiyeliler Birliği Başkanıydım. İlk Dil Bayramını, 26 Eylül’de Mülkiyelilerin o küçücük salonunda kutladık. Salon dolup taşmıştı. Bir panel düzenleyerek, o dönemde, o koşullarda arı Türkçe savaşımımızı sürdürdük.”
Bağımsız Cumhuriyet Partisi
“Bağımsız Cumhuriyet Partisi’nin kurucularından biriydim. Onun kuruluş çalışmasına katıldım. Atatürk ilkelerini savunan, onların çağdaş bir yorumunu yapan güzel bir program hazırladık. ‘Türkiye, Türkiye’den yönetilir’ sloganı altında bağımsızlık, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, devrimcilik ve laiklik ilkeleri, özüne sadık kalınarak bu programda yer aldı. Mümtaz Soysal kardeşimizin partideki rolü çok önemliydi. Seçimlere girebilecek boyutta örgütlendik. Ama her yerde örgütlenemedik. Parasal kaynaklarımız da çok sınırlıydı. Sonra iyice geriledik. Şimdi bir başka ekip yürütüyor. Biz eski kadroların ilişiği kalmadı o partiyle.”
Cevat Geray’ın demokrasi mücadelesini taçlandıran ve kendisinin de düzenleyici kurullarda yer aldığı için gurur duyduğu üç önemli etkinlik, 1987’de düzenlenen Birinci Demokrasi Kurultayı, 1989’da gerçekleşen Anayasa Kurultayı ve 1997 yılında uluslararası düzeyde örgütlenen Köktendinciliğe Karşı Aydınlanma Konferansı’dır.
Dinsel örgütlenmeye özgürlük tanımak demokrasi midir?
“Demokrasi Kurultayı’nda dinsel örgütlenmeye karşı olan 163. Maddenin kaldırılmasını önerdik ve daha sonra o madde kaldırıldı. Fakat keşke kaldırılmasaydı. Böyle bir örgütlenmenin demokrasiye ne ölçüde aykırı olduğunu son yıllarda yaşayarak gördük. Anayasa Mahkemesi gerçekten bağımsız olsaydı yaşanan pek çok şey olmazdı. Yargı bağımsızlığı kalmadı. Hukukun üstünlüğü sözde kaldı. Yasama, yürütme, yargı tek kişide toplanmış durumda. Anayasal suç işleniyor. Bir gün tüm bunların hesabının sorulması söz konusu olabilir. O günleri biz görür müyüz, bilmiyorum.”
Eğitim Fakültesi’ni kendi fakültem gibi gördüm
“1991’de 1402 kararı iptal edilince tekrar üniversiteye döndüm. Yeniden Siyasal Bilgiler Fakültesi yanı sıra Eğitim Fakültesi’nde de ders vermeye başladım. ‘Türkiye’de Halk Eğitimi Uygulamaları ve Siyasaları’ başlıklı bir ders açtım. Öğrencileri araştırmalara yönelterek ve sunu yaptırarak o dersi yürüttüm.
Daha sonra kendime Mersin Üniversitesi’ne rotasyon uyguladım. Gidip gelmek yorucu olduğu için Eğitimi Fakültesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki dersleri bırakmak zorunda kaldım. Emekli olduktan sonra her iki fakültedeki arkadaşlar lisansüstü ders vermemi isteyince, bilgi ve deneyimlerimi genç kuşaklara aktarmak bakımından bunu bir fırsat bildim. Şu an bu iki fakültede derslerimi sürdürüyorum. Geçen dönem Burdur’dan bir çalıştay için çağırdılar, gittim. Daha önce de Amasya ve Kırşehir üniversitelerinden çağırmışlardı. Kendimi iyi hissedersem gidiyorum.”
Çocukları ve torunu
Cevat Geray’ın dört çocuğu var. En büyüğü Haluk Geray; İletişim Fakültesi’nde profesör, şimdi Ankara Üniversitesi’nin Uzaktan Eğitim Merkezi’nin yöneticisi. Kızı Damla Geray; Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun, Sermaye Piyasası Kurulunda Baş Denetçi. Diğer oğlu Kırayhan Yücel Geray; Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun, Beğendik’te çalışıyor. Küçük oğlu Erdem Geray ise üniversite giriş sınavına hazırlanıyor. Dudu adlı bir de torunu var.
Son söz
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Meral Uysal, Efsane Dekan, Anılarla Cevat Geray adlı kitabında “Cevat Geray’la ilgili bir son söz söylemek olanaklı mı?” diye soruyor. Yanıtı şöyle: “Geride kalmış 80 yıllık onurlu bir yaşam bize örnek olmaya devam ediyor. Geray, hiç ödün vermediği bilimsel, demokrat, toplumdan yana tutum ve davranışlarıyla ve elbette coşkusundan hiçbir şey kaybetmeyen bir öğretmen olarak hâlâ yanı başımızda…”
Cevat Geray ders vermeye, söyleşi, seminer, konferans vb. etkinliklere katılmaya devam ediyor. Devam etmeye de kararlı. Çünkü bilgi ve deneyimlerini genç kuşaklara aktarma olanağı onu mutlu ediyor. Ona, toplum olarak ufkumuzu açan, yolumuzu aydınlatan tüm emekleri için teşekkür ediyoruz.
Teşekkür
A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Meral Uysal’a önemli ölçüde yararlandığım Efsane Dekan, Anılarla Cevat Geray başlıklı kitabı için teşekkür ediyorum.
Dipnot
(1) Yavuz (1982, 88)
Yararlanılan Kaynaklar:
Geray, Cevat (2002) Halk Eğitimi, İmaj Yayınevi, Ankara.
Özberk, Feyziye (2016) Cevat Geray’la, 15, Haziran 2016 günü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapılan görüşme.
Uysal, Meral (2011) Efsane Dekan, Anılarla Cevat Geray, İsim Yayınları, Ankara.
Yavuz, Fehmi (1982) Anılarım, Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara.
Feyziye ÖZBERK
Bilim ve Ütopya Ankara Temsilcisi
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nınaralık 2016 sayısında yayımlanmıştır.