Postmodernite ve sanat

Yazan
Levent Seçkin
Yazının Okunma Süresi
19 dakika

Batı’da din taassubu altında geçen ortaçağ karanlığından çıkış, Rönesans, Reform ve Aydınlanma süreçleri ile olmuştur. Ortaçağ sonlarında Yeniden Doğuş (Rönesans) hareketi ile Antik Yunan’daki gibi insanı merkeze koyan (antroposentrik) anlayış, çok çektiği ruhban sınıfının yetkilerini kısıtlayarak (Reform) özgürleşmiş ve en sonunda aklın ve bilimin öncülüğünü rehber edinmiştir. 18. yüzyılda ulaşılan bu aşamaya “Aydınlanma" diyoruz.

Aklın ve bilimin öncülüğünde insanlık her gün doğanın gizlerini biraz daha çözüp ona biraz daha egemen olarak gönencini her gün biraz daha artırmıştır. Bilim ve teknolojideki bu gelişmeler 19. yüzyılda Sanayi Devrimi dediğimiz bir olguya neden olmuştur. Bu, toplumda, ahlakta, sanatta ve bilimde büyük değişimlere neden olan bir süreçtir. Sanayi Devrimi sonrasında oluşan toplum Endüstri Toplumu ve bu toplumun kültürel formu da Modernite’dir. Modernite dediğimizde; Aydınlanma olarak adlandırılan, aklın ve bilimin öncülüğü ile Hümanizma olarak adlandırılan, insana ve aklına olan sonsuz güveni öne çıkaran bir yaşam tarzını anlıyoruz.

Endüstri toplumu aşamasında, modernite yanı sıra vurgulanması gereken iki olgu da imparatorlukların yerini ulus devletlerin alışı ve koruyucu ticaret kapitalizminin yerini özgürlükçü sanayi kapitalizminin alışıdır. Dolayısıyla, aydınlanma, kapitalizm ve ulus devlet modernitenin üç temel unsuru olarak bilinir.

Modern kelimesi ilk olarak mimaride yeni tarzda yapılan katedraller için 13. yüzyılda kullanılmıştır (opus antiquus’a karşı opus modernus). Daha sonra Barok sonrası ortaya çıkan yeni Rokoko tarzı için “style moderne’’ terimi kullanılmıştır. Türkçeye çağcıl olarak çevirebileceğimiz modern kelimesi hep bir yeniliği betimler tarzda kullanılmıştır. Kabaca 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl sonuna kadar olan dönem Modern Çağ olarak bilinir.

Modernitenin kapitalizmine karşı geliştirilen en kapsamlı eleştiri Marksizm olmuştur. Marksistler kendini “Tarihsel Maddeci” ve "Bilimsel Sosyalist” olarak tanımlamıştır. Tanımlardan anlaşılacağı üzere, “Tarihselcilik” ve “Bilimsellik” kapitalizmin bu en önemli seçeneği için vazgeçilmez önemdedir. Unutulmaması gereken husus, karşıt seçenekler olmalarına rağmen sosyalizmin de kapitalizm gibi Aydınlanma ve Sanayi Devrimi’nin çocuğu olduğudur.

20. yüzyıla gelindiğinde toplumda ve bilimde iki önemli süreç yaşandı. Önceden M. Weber ve Yeni Kantçı düşünürlerce öne sürülen Tarihselcilik karşıtı savlar, Frankfurt Okulu (ki, çoğu Marksist kökenlidir!) düşünürlerinin eleştirileri ile birlikte Tarihselcilik tezlerini önemli ölçüde yıprattı. Sonunda, “Açık Toplum” mucidi K. Popper, Tarihselciliğin bilimsel bir değeri olmadığını öne sürdü. Ve nihayet J. F. Lyotard Tarihselciliğin bir "Büyük Anlatı”dan başka bir şey olmadığını söyledi.

Aynı süreçte yüzyıl başında ortaya çıkan “Quantum" ve sonradan oluşturulan “Kaos” teorileri ile Bilimsellik ve ona atfedilen mutlakiyetlik, öngörülebilirlik ve evrensellik kavramları da ciddi biçimde sorgulanır olmuştu.

20. yüzyıl sonlarında iletişim teknolojileri ve kitle iletişim araçlarında sağlanan muazzam ilerlemeler kimilerince Bilişim Devrimi olarak adlandırıldı. Gene bu süreçte, tarihselciliğin ve bilimselliğin epistemolojik üstünlüğüne son verilmesine koşut olarak Sovyet imparatorluğu çöktü, Berlin Duvarı yıkıldı (1989). Bu kimilerince “Tarihin Sonu” olarak adlandırıldı (F. Fukuyama). Artık insanlık yepyeni bir aşamadaydı: Post endüstriyel toplum!

 

İşte Postmodernizm (kısaca PoMo) dediğimiz şey, bu post endüstriyel toplumun yaşam tarzı (kültürel formu) olarak karşımıza çıkmaktadır. Terimin ilk kullanılışı, 1870’lerde İngiliz sanatçı J. W. Chapman ve 1917'de R. Panwitz’de gözlenmiştir. 1933’te ünlü İngiliz tarihçi A. Toynbee, Batı tarihini Karanlık Çağ (7-11. yy.), Orta Çağ (11-15. yy.), Modern çağ (15-19. yy.) ve Postmodern Çağ (19. yy. sonrası) diye dörde ayırdı. Toynbee’e göre, Postmodern Çağ’da Aydınlanma etiği yıkılarak insanlık karanlık bir döneme girmektedir.

Kelime anlamı olarak modernite ötesi anlaşılsa da PoMo ile kastedilen, modernitenin eleştirisi ve yadsınmasıdır. Moderniteye ait ne varsa Aydınlanma, Hümanizma, Ulus Devlet, Sanayi Toplumu hepsi kıyasıya eleştirilir ve yadsınır. Kabaca PoMo tam bir modernite karşıtlığıdır. Sanat alanında PoMo konuşulması ilk 1960’ların New York'unda olmuştur (1972’de mimarlar C. Jenks ve R. Venturi). Bu dönemde sanat eleştirmenleri yeni bir döneme girildiğini ve bu yeni dönemde yeni bir sanatsal estetik anlayışının geçerli olması gerektiğini söylüyorlardı.

Postmodernite'nin kökeni F. Nietzsche’ye (1844-1900) kadar uzanır, “ilerleme yalnızca modern bir düşüncedir, fakat yanlış bir düşünce...” diyen Nietzsche, ahlakın ve gerçekliğin evrensel bir tanımının yapılamayacağını, bunların zamana, kişiye ve topluma göre göreli kavramlar olduğunu söylemişti. Bunlar evrensel ve mutlak bir gerçeklik ve ahlak iddiasındaki modernite ile taban tabana zıt görüşlerdi. Aydınlanma’nın büyük filozofu I. Kant’ı, J. J. Rousseau tarzı bir ahlak fanatiği olarak tanımlayan Nietzsche, “Akla dayalı bir ahlak yanılsamadan başka bir şey değildir.” diyordu.

Bununla birlikte PoMo teorinin, İsviçreli dil bilimci Prof. Ferdinand de Saussure'un (1857-1913) kurduğu biçimsel dil okulu “Yapısalcılık” (structualism) türevi olduğu öne sürülür. Bilgisayarlarda ve dijital teknolojide kullanılan ve “Binary Model” denen ikili karşıtlık modeli Saussure’dan mirastır. Syntagm/paradigm ikiliği bu karşıtlığın en önemlilerindendir. Paradigmatik terimler mecazları (metafor)oluştururken, sintagmatik terimler sembolleri (metonim) oluştururlar. Yapısalcılık zamanın ruhuna uygun olarak, Marksizm (Tarihselcilik) ve Freudculuk karşıtıdır.

“Düşünme dil ile mümkündür.” diyen ve dikkatleri düşünceden çok dil üzerine yoğunlaştıran Yeni Olgucu ve semantik düşünürlerin de (L. Wittgenstein, B. Russell, M. Heidegger) postmodernitenin oluşumunda payları vardır.

Yapısalcılık (structualism) sonrasında 1960'larda kendini post yapısalcı olarak tanımlayan R. Barthes’i (1915-1980) görüyoruz. Barthes, çağımızın masumiyetin öldüğü bir çağ olduğuna dikkat çekerek, bu çağda masum bir şey yapmanın mümkün olmadığını söylemiştir. Gene, “otoritenin ölümü” tabirini de Barthes’e borçluyuz. Ayrıca J. Derrida’nın ünlü yıkımcılığının (Deconstruction) da postyapısalcılığın sonucu olduğu söylenilir.

Sanat

Sanat, sanatçının içinde yaşadığı ortamı yansıtmasıdır. Bu yansıtma işi algılama ve yorumlama aşamalarını içerir.Peki, o zaman sanatçı kimdir? Sanatçı estetik yaratıcılığı yüksek olan kişidir.

Thomas Munro’nun tanımında bu iki kavram birleştirilmiştir.

Sanat, doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacı ile dürtüler yaratma becerisidir, ilk çağlardan bu yana sanat dış dünyayı yansıtan bir ayna gibi düşünülmüştür. Platon sanatı doğanın taklidi olarak tanımlamıştır. Bu açıdan sanata, kabaca, gerçeğin yeniden üretilmesi de denebilir. Platon, Şölen’de, “Bütün insanlarda tene ve cana göre üretme vardır. Bir yaşa geldik mi, tabiatımız doğurmak ister. Bu doğurma çirkinlik içinde olmaz, güzellik içinde olur. Üreme, çoğaltma bir canlı varlığın ölümsüzlüğünü sağlamaktır. Böyle bir iş bozuk düzen içinde olmaz; çirkin tanrı düzenine uymaz, güzelse uyar." demişti. Öyleyse güzel olan yaratmaktır, yaratıcı etkinliktir.

Skolastik Ortaçağ boyunca dinin yüceliği ve ulviliği ile ilgilenen sanatsal estetik, Yeniden Doğuş olarak adlandırılan Rönesans döneminde yeniden gerçeklikle (insan ve onun gerçekliği) ilgilenmeye başlamıştır. Rönesans'ı izleyen Klasik ve Romantik dönemlerde de sanatsal estetik, insan ya da doğaya ait bir gerçekliğin ifadesi olarak algılanmıştır. Aydınlanma estetiğinin esas olduğu Klasik Dönem’de sanat için estetik ölçüt: gerçeğin yansıtılmasıdır. Michelangelo’nun Musa yontusunda, Leonardo’nun Mona Lisa’sında, Rambrandt ve Renoir’ın tablolarında hep bu gerçeğin yansısını görürsünüz. Müzikte Beethoven ile zirve yapan Klasik Müzik de, çok sesli ve farklı seslerin armonisine dayalı, bir gerçekliği anlatan bir müziktir. Klasik Sanat’ın estetik ilkesi, ayna metaforu ile anlatılan, gerçekliğin esas alındığı bir sanat anlayışına dayanır.

Klasik Sanat’a ve Modernizm'e bir tepki olarak oluşan Romantik Sanat ve Romantizm'de de gerçeklik tutkusu ve gerçekçi sanat anlayışı önemini kaybetmemiştir; ancak sanatçının duyguları ön plana çıkmıştır. Delacroix’nın Halka Önderlik Eden Özgürlük adlı Fransız Devrimi'ni ululayan ünlü tablosu, bu anlamda gerçeklikten kopmamış hayallerin resmedilişidir.

Modern Sanat ise gerçeği yansıtma kaygısındaki Klasik Sanat anlayışından bir kopuşun ifadesidir. Dünyayı değiştirme ülküsü olan Modern Sanat eskiyi yıkıp yerine yenisini koyarken, gerçekliği yansıtma konusunda sanatçıyı özgür bırakır. 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan Modernler sanatçıya öznel yorum (yaratıcılık) imkânı bırakmayan Klasik Sanat’ı “pasiflikle” suçlamışlardır. Yaklaşık 1870’lerden 1960’lara kadar olan dönem, Modern Sanat dönemi olarak bilinir. Zaten 1850-1970 arası dönem ise toplumda ve bilimde yerleşik paradigmaları altüst eden büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu büyük dönüşüm sanatı da etkilemiş ve yerleşik sanat anlayışı (gerçekliğin yansıtılması) sorgulanır olmuştur. Farklı algılara bağlı olarak, birden fazla gerçekliğin olabileceği, bunun sanatta yaratıcılık demek olduğu yeni bir sanat anlayışı ortaya çıkmıştır. Matisse, Duchamp, Braque, Klee, Kandinsky, Picasso, Dali resimde, Schonberg, Berg, Stravinsky müzikte, E. Pound, E. Hemingway, M. Proust, J. Joyce, J. Steinback edebiyatta, Le Corbusière, F. L. Wright mimaride Modern Sanat’ın temsilcileri olmuşlardır.

Kapitalizmin gelişimi ile birlikte sanatsal ve kültürel ürünlerin metalaşması (piyasaya tabi ve alınır-satılır olması) sanatçılar arasında rekabeti doğurmuştur. Sanatçı, rekabet edebilmek için özgün ve yaratıcı olmak zorunda hissetmiştir kendini. Bu geçmişi yadsıma yeni, farklı ve özgün olma güdüsü, Modern Sanat’ta birbirini izleyen pek çok akımın doğmasına neden olmuştur. Naturalizm, Ekspresyonizm, Sembolizm, Kübizm, Dadaizm, Fütürizm, Konstruktivizm, Sürrealizm vs. Bu, Schumpeter tarafından anılan adı ile Modern Sanat'ın “Yaratıcı Yıkıcılık” ilkesinin bir ifadesidir.

 

Modern sanatçı özgürce öznel yorumunu yapan kişidir ama politik yanı da vardır. Örneğin Picasso için Hümanizm ve Sosyalizm vazgeçilmezdir. N. Hikmet, Mayakovski teknolojiyi olumlarken, C. Chaplin eleştirebilir. J. P. Sartre siyasetin sanata baskısını protesto için Nobel Ödülü’nü reddetmiştir.

Modern Sanat’ın 4 temel özelliği:

1 - Özgürlük ve Özgünlük

2- Yansıtma ve Misyon

3- Metalaşma

4- Seçkinciliktir.

Teknolojik ilerlemeler modern sanatın kitleselleşmesini sağlasa da seçkinciliğini (sanatın anlaşılabilmesi için bir birikim gerektirmesi) değiştirememiştir. Bunun sonucunda kitle beğenisini ön plana çıkaran, sanayileşme ve kentleşmenin ürünü olan "Popüler Sanat” (Pop Art) ortaya çıkmıştır.

Modern Sanat’ın sürekli olarak eskiyi yadsıyan, farklılığı ve özgünlüğü vurgulayan, değişimden yana tavır koyan bu anlayışı “Avant-garde” olarak bilinir. Avangard, özellik olarak modern (yaratıcı), sonuçları ile postmodern (yıkıcı)'dir. Bu nedenle avangard PoMo için çıkış noktası kabul edilebilir. Klasik söylemi ile her modern bir gün postmodern olacaktır.

PoMo Sanat ilk kez 1960’lar New York’u sanat çevrelerinde, modern sanat ve estetik anlayışının bir eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. PoMo Sanatın en önemli özelliği bir temsil endişesinin olmayışıdır. Gerçekliği temsil iddiası olmayan PoMo sanatçı, sanatla gerçeklik arasındaki bağı koparma çabasındadır. Kendi ifadeleri ile artık sanatsal imge gerçekliğin otoritesinden kurtulmuştur. Sanatçı önceden belirlenmiş kurallara tabi değildir. PoMo yazarlar, “Okurun doğumu, yazarın ölümü pahasına gerçekleşmelidir.” derler. Eserin anlamı sanatçı ile izleyici arasında bir yerdedir. Zaten hiçbir anlam nihai olarak tanımlanamaz, ebediyen geçerli olamaz. Anlam alanının bu sonsuzca tamamlanmamışlığı, imkân alanının tükenmezliği anlamına gelir ki, bu da özgürlük demektir! PoMo sanatın değerinin anlaşılabilmesi için yaşam kalitesinin ölçütü olarak; düzen ve uyumun yerine özgürlüğün alınması gerekir! Tabii, siz bu son cümleyi, güzelliğin ve uyumun özgürlüğe feda edilişi olarak okuyabilirsiniz.

Postmodernitenin babalarından J. Baudrillard’ın ifadesi ile “PoMo kültür bir temsil (representation) kültürü değil, bir taklit (similacrum) kültürüdür. Sanat pek çok alternatif gerçeklikten sadece biridir. Sanat ürününün diğer metalardan bir farkı yoktur. Sanat ürününün değerini sanatçının yaratıcılığı ya da emeği değil, kitlenin beğenisi belirler. Sanatçıdansa sanatçı dışındaki reklâm ve pazarlama unsurları ürünün değerini belirlemede daha önemlidir. Önemli olan neyin kopyalandığı değil, kaç kopyasının sattığıdır.”

Bu son söze en iyi örnek A. Warhol’un Marlyn Monroe posterleridir. Kitleselliğin ve özel olma arzusunun birlikteliğini yansıtan bu posterler çok satışları ile de yeni sanatın tipik ürünleridirler. A. Warhol ‘60’lı yılların sonunda New York’ta ortaya çıkan “Pop Art" akımının simge ismidir. Pop Art PoMo sanatın başlangıcı kabul edilir. Pop Art, seçkinciliği (yani sanatın anlaşılabilmesi için birikim gerektirmesini) ve özgünlüğü (eskiyi yadsıyan sanatçının yerine daha yeni bir şey koymasını) yadsır. Konu ya da mesajla ilgilenmez. Yaşama yön verme ya da kritik etme gibi bir işlevi yoktur. Tüketici üzerinde kalıcı bir iz ya da etki bırakma kaygısı yoktur, zevkle, kolayca tüketilmesi yeterlidir. Bizzat A. Warhol’ün ifadesi ile “Sanatın misyonu falan olamaz. Önemli olan gerçekliğin değil yaşamın temsilidir”. A. Warhol, zamanın ve mekânın ruhuna uygun olarak tam bir “Tarihselcilik” karşıtıdır; tarih öngörülemez ve anlaşılamaz. Bu nedenle sanatçı sadece günlük yaşamla ilgilenmeli ve onu yansıtmalıdır.

PopArt’la başlayan PoMo Sanat Estetiği’ne göre;

* Gerçekliğin yansıtılması, yerini günlük hayatın yansıtılmasına bırakmıştır.

* Sanatın özgün olması gerekmez, taklit (reprodüksiyon, kitch) iyi bir şeydir.

* Sanatsal estetik popülist olmalıdır. Sanat eserinin değerini sanatçının yaratıcılığı ve emeği değil, kitlenin beğenisi belirlemelidir.

* Sanatın misyonu da olması gerekmez. Misyon sanatçının özgürlüğünü kısıtlar, yaşamı olduğu gibi yansıtmasını engeller.

Zaten artık yaşamda da misyon yoktur, “Tarihselcilik” anlayışı tamamen bitmiştir. Tarihin akışı, ilerleme, gelişme, evrensellik yerine, amaçsızlık, hedefsizlik ve yerellik geçmiştir. Bu tam da modernizmin ilerlemeci, evrenselci ve gerçekçi yaklaşımına bir tepkidir, insanın insanlıktan soyutlanması (dehumanized) ve bu bağlamda amaçsız, hedefsiz, günübirlik yaşayıp, tüketerek mutlu olmaya çalışması, bu arada hiçbir kural ya da otorite tarafından sınırlandırılmaması esastır. Gerçeklikten kopuş nedeniyle içine düşülen boşluk, medya, reklamcılar ve imaj yapımcıları tarafından taklit, toplama, kopyalama ve yapıştırma teknikleri ile doldurularak sürekli bir imaj bombardımanı ile “koyunlaştırılmış” bireye neyi, ne zaman, nasıl yapacağı tebliğ edilecektir.

“İdeolojilerin Sonu”nun geldiği (!), “Tarihin Sonu”nun geldiği (!), endüstri sonrası toplumun kültürel formu olarak öne sürülen postmodernite; küreselleşme denilen neoliberal sömürü düzeninin altyapısını oluşturmak üzere, sözde bir özgürlük bahanesi ile insanı insanlıktan çıkarıp, sürünün tüketici bir unsuru konumuna indirgeyen bir sapkınlıktır.

F. Jameson’a göre PoMo’nun temel özelliği öykünme ve şizofrenidir. PoMo’nun insanlara şirin görünmesine neden olan temel savı, özgürlüktür. Ancak bu özgürlük aklı devre dışı bırakan (akılsız) bir özgürlüktür, bir akıl hastasının ya da bir koyunun özgürlüğüdür. Bu sözde özgürlüğün iyi bir şeymiş gibi görünmesi ve kitlenin sömürülmesi için insanların aptallaştırılması ve koyunlaştırılması gerekmektedir. İnsanlara zaten halledemeyecekleri sömürü gibi sorunları düşünmemeleri, akıllarını kullanmamaları, sadece tüketerek mutlu olup, zaten bir anlamı olmayan yaşamlarını özgür özgür (!) tüketmeleri önerilmektedir.

Tanrısı para, ibadeti tüketim, mabedi alışveriş merkezleri, peygamberi televizyon/internet olan yeni bir dindir söz konusu olan, insanlara sınırsız özgürlük vaat eden, sınırsız özgürlük uğruna aklı, gerçekliği, güzelliği ve uyumu feda eden bir din! Lyotard’ın tabiri ile “Büyük Anlatılar”a (Tarihselcilik, Aydınlanma, idealizm) bir tepki olarak ortaya çıkan PoMo, neoliberal sömürgenlerin, Marksizm'le büyük hayal kırıklığı yaşayıp boşluğa düşmüş dönme Marksistlerle birlikte oluşturdukları, sömürüyü meşrulaştıran, bir “Büyük Anlatı’dır.

Yusuf Samim Lütfü tarafından, “Delilerin akıllılara deli demesi" olarak tanımlanan Postmodernite’nin sanata etkisi konusunda bakın Arthur Danto ne diyor?

“Modern sanat anlayış ve estetiğinin geçerliğini yitirmesi, aslında sanatın gerçeklikle ilişkisinin koparılmasıdır ki, bu da sanatın ölümüdür.”

Kaynakça:

1) “Postmodernism ", Appignanesi R. & Garratt C., Icon Boks Ltd

2 ) “Postmoderniteyi Anlamak". Felsefe Ekibi Dergisi. Sayı:2, 2005

3 ) “Sanat Felsefe ve Estetikte İki Kuram ", Karayağmurlar B.

4 ) ‘Sanat Sözlüğü", Sözen M . & Tanyeli U.

5 ) “Postmodernizm ". Şaylan G., İmge Kitabevi.

6 ) “Kültür Felsefesi Olarak Modernite, Postmodernite ", Prof.Dr. Tunalı İsmail

7 ) “Postmodern Sanat ya da Avangardın Anlamsızlığı '. http://www.bilgidenizi.net“www.bilgidenizi.net

8 ) “Postmodernizm”, VİKİPEDİ.

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Ekim, 2009 sayısında yayımlanmıştır.

Kültür
Etiketler
postmodernizm