2002 Nisan ayında Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chávez’in askeri bir üsse kaçırılmasıyla başlayan darbe sırasında bu ülkede bulunan İrlandalı gazeteci Kim Bartley tüm olanları kaydetmişti. Bartley daha sonra bu kayıtları birleştirerek oluşturduğu belgeseline “Devrim Televizyonda Gösterilmeyecek” ismini verdi. Bartley, bir devlet başkanının hiçbir şey olmamış gibi ortadan kaybolmasının; ardından bir grup iş adamı, bürokrat, asker ve hatta kilise yöneticisinden oluşan bir grubun iktidara el koymalarının televizyonda normal bir durum gibi yayınlanmasının tanığı olmuştu. ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin hemen tanıdığı bu tuhaf yönetimin 47 saat sonra bir halk ayaklanmasıyla devrilip Chávez’in geri dönüşünün nasıl sansürlendiğinin de. Emperyalist medya tekelleri devrimi asla televizyonda vermeyecekti ama karşı devrim hep canlı yayında olacaktı.
Latin Amerika yalnızca Washington merkezli kanlı darbelerin değil ABD merkezli sermaye ve medya tekellerinin de en önemli örneklerine ev sahipliği yapıyor. ABD’nin arka bahçesi olan bu topraklar sömürgeci politikaların medya-iletişim alanında da laboratuvarı sayılır. Sınıfsal ilişkiler gibi medya politikaları da çok nettir. Televizyonlarda arsız ve utanmaz biçimde emperyalist müdahaleler savunulur, yoksullar aşağılanır, zenginler ülkenin tek kurtuluşu olarak yansıtılır. Örneğin son bir yıldır neoliberal yönetimle idare edilen Arjantin’de gazeteler yoksullara daha az yemek yiyerek tasarruf etmeyi önerebiliyorlar. Ya da bir önceki hükümetin sakatlara bağladığı maaşı kesen yeni yönetime destek olmak için “sakatlar da çalışmalı” biçiminde yayınlar yapılabiliyor. Böyle bir ortamda sağ ve sol ayrımları daha net ortaya çıkıyor. Solculuğun ilk kıstası emperyalizme ve onun ortağı olan medyatik oligarşiye karşı cepheden tavır almak oluyor.
Chávez’e ve Bolivarcı devrime karşı medya propagandası 2002’den bu yana kesintisiz ve küresel ölçekte sürüyor. Devrime ve liderine duyulan nefret o kadar güçlüdür ki Chávez öldükten sonra bile onun hatırasını gömmek için Hollywood’a büyük bütçeli dizi filmler çektirdiler. “El Comandante” isimli 60 bölümlük dizide Chávez’i canlandıran aktörün daha önce ünlü uyuşturucu patronu Pablo Escobar’ı oynayan kişi olması tesadüf değildi. Sony şirketi tarafından yapılan 60 bölümlük dizide politik süreç çarpıtılmakla yetinilmiyor, Chávez’i kişisel olarak da karalamak için her şey yapılıyor. Düşmanlarına bile tebessüm ettirecek kadar iyi bir espri anlayışına sahip olan Bolivarcı liderden bir tür Mussolini yaratıyorlar. Bir sapık, ilkesiz bir iktidar düşkünü kaba saba bir karakter ortaya çıkarıyorlar ki bu, amaçlarının kimseyi “Comandante”nin bir diktatör olduğuna ikna etmek değil sadece onu karalamak olduğunu gösteriyor.
Venezuela tüm operasyonların başlangıç noktası oldu: 2002 Venezuela darbesinden başlayarak kıtaya yönelik tüm operasyonlar medya saldırıları eşliğinde yapıldı. 2008’de Bolivya Devlet Başkanı Sosyalizme Doğru Hareketi’nin lideri Evo Morales’e karşı darbe girişimi de medya ataklarıyla geldi. O tarihte Bolivya’da tüm haber ve iletişim araçları beyaz azınlığın elindeydi. Fakat Morales bir dizi halk ayaklanmasıyla iktidara geldiğinden darbe girişimi başarısız oldu. 2009’da benzer bir komplo Honduras’ta Başkan Manuel Zelaya’ya karşı başarıya ulaştırıldı. 2010’da Ekvador’da Rafael Correa yönetimine karşı darbe, aylar süren medya propagandasının hazırladığı ortamda gerçekleşti. 2012’de Paraguay tarihinin ilk solcu devlet başkanı olan Fernando Lugo’nun devrilmesi de yine aynı medya saldırıları eşliğinde gerçekleşti. Arjantin’de Başkan Cristina Kirchner’e karşı olan kampanya daha uzun bir sürece dayandı. Karşı propaganda Başkan Cristina’yı intihar eden savcı Nisman’ı öldürmekle suçlamaya kadar uzadı. Brezilya’da İşçi Partisi’nin adayı Dilma Roussef’in seçimi kazandığı gün, medya, şaibe kampanyası başlattı. Bundan bir sonuç çıkaramayınca Rousseff’in seçim kampanyasını usulsüz finanse ettiği propagandasına başladılar. Bu saldırılar ardı ardına geldi ve 2016’da Rousseff parlamenter bir darbeyle devrildi.
Emperyalist medyanın belirleyici rolü
Bugün medya denilen kavramı çeyrek yüzyıl önce “basın-yayın” olarak ifade ederdik. TV-Radyo devlet tekelindeydi. Önce bu tekel ortadan kalktı. Sonra büyük kutlamalar eşliğinde tüm basın-yayın araçlarının belli ellerde toplandığına tanıklık ettik. Medya tekellerinin ulusal ölçekte oluşturulmuş bu primitif hali, dayandığı sermaye gücü kadar zayıftı ve büyük ölçüde iktidar (devlet) olanaklarından besleniyordu. Londra ve New York finans merkezlerinden küresel medya tekelleri gelip kısa sürede onları yuttu.
Günümüzde General Electric, News Corp, Walt Disney, Time Warner ve Viacom tekelleri küresel ölçekteki tüm medya araçlarının %70’inin kontrolünü elinde bulunduruyor. Medya araçları olarak ifade edilen şey yalnızca yazılı basın ve TV-Radyo kanallarını değil; müzik endüstrisinden sinemaya, sosyal medyadan telekomünikasyon hizmetlerine kadar tüm kitle iletişim araçlarını kapsıyor. Söz konusu medya tekellerinin ardında güçlü bir finans desteği de bulunuyor. Örneğin İspanya’da medya komünikasyon hizmetlerinin %20’sini elinde tutan PRISA tekeli Santander ve HSBC bankalarına ait.
Medya tekelleriyle sermaye partileri arasındaki ilişki açıktır. Sermayenin ve en gelişmiş propaganda araçlarının aynı ellerde toplanmasının devlet aygıtı içindeki ilk sonucu güvenlik bürokrasisinin etki altına alınmasıdır. Polis şefleri ve yüksek yargı üyeleri içinde medya tekellerinin çıkarlarını kollayan çok sayıda kişi vardır. Latin Amerika’da halkçı yönetimlerin medya tekellerinin ayrıcalıklarını azaltma girişimleri bu nedenle yüksek yargıya takılmaktadır. Arjantin’de medya yasasının uygulanması üç yıl yargı kararıyla durdurulabilmiştir. Brezilya’da ise medya tekeli polis ve yargı uzantılarıyla hükümet partisine operasyon yapabilecek kadar güçlüdür.
Küresel medya imparatorluğu, emperyalist politikaların temsil ve uygulayıcısı olmaktan öte planlayıcı ve inşa edicisi durumundadır. Pentagon, Washington, Londra ya da Frankfurt’taki karar alıcılar “uzman” sıfatıyla medya merkezlerindedir. Emperyalizmin uzun vadeli hedeflerini öngörür ve ona göre medya aygıtlarını konumlandırırlar. Rol vererek parlattıkları politik bir aktörün ömrü çok önceden bellidir. Çünkü ne yaparsa yapsın politikada bir aktörün imajı, onu çekenin kadrajı nasıl ayarladığına bağlıdır.
Özgür UYANIK (*)
Arjantin
Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın eylül 2017 sayısında!