Latin Amerika’da 21. yüzyıl sosyalizmi

21. yüzyıla girerken emperyalizm Latin Amerika'yı yönetemez halde, yalnız kısa vadeli çıkarlarının peşindeydi. 1999 krizinin arifesinde ilk zafer çığlığı Venezuela'dan duyuldu: İsyancı asker Chavéz, Başkan seçildi. Birkaç yıl içinde zincirin halkaları her ülkede tek tek kırıldı. Seçim yoluyla gelen halkçı ve milli nitelikli yönetimler, yüzyılın ilk on yılına damgalarını vurdu.

Latin Amerika'da "21. Yüzyıl Sosyalizmi"nin ilham kaynakları; Bolívar'dan José Marti'ye Kurtarıcılar ve ulusal önderler, 20. Yüzyılın devrimci hareketleri, hatta adalet için savaşan rahipler ve askerlerdi. Kuzeyin kültürel ve ideolojik egemenliğini kırdılar. Kendi bağımsız basın-yayın organlarını kurdular. Söz konusu ilerici yönetimler kıtasal ölçekte sergiledikleri dayanışmayı, Latin Amerika'nın bağımsız kurumlarını yaratarak geri dönülmez bir standarda ulaştırdılar. Kitleleri kucaklayan sosyal temelli bir demokrasiyi istikrarlı bir yapıya kavuşturdular. Tarihsel bir kangren olan eğitim, sağlık ve barınma sorununu çözmede mucizevi adımlar attılar. Ekonomik ve sosyal eşitsizlik tarihin en düşük seviyelerine indi. Bu süreçte ülkeler ekonomik, teknolojik ve endüstriyel açıdan istikrarlı biçimde büyüdü. Kültürel dinamizme ve genç bir nüfusa sahip Latin Amerika, dünyanın üçüncü büyük bölge ekonomisine dönüştü. Kuzey Amerika ve Avrupa pazarına bağımlılığını kırdığı için ilk kez buralardaki krizlerden etkilenmeden büyümesini sürdürdü. Kıtadaki Sol dalganın 15 yıla dayanan iktidar sürecinde "yorulduğu" tahlilleri yapıldığı sırada, El Salvador'da 2014 Mart'ında, FMLN lideri Sánchez Cerén'in başkanlığa seçilmesi emperyalist cepheyi hayal kırıklığına uğrattı. Bolivya'da Morales üçüncü kez ve %61 destekle seçildi. Brezilya'da İşçi Partisi 2014 Başkanlık Seçimi'ni de aldı.

Bu ay “Kondor’un Guncesi”nde 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ni dört ülke tecrübesinde inceleyeceğiz. 21. Yy Sosyalizmi liderlerinin iktidara geliş ve mücadelelerini izleyeceğiz. Her ülkenin kendi koşulları içinde, temelde emperyalizme karsı bağımsızlık ve işbirlikçi yüksek sınıfa karşı verilen özgürlük mücadelesine tanık olacağız. 21. Yy Sosyalizmi’nin geçmişin dogmatik kalıplarının dışında, hiç de ütopik olmayan hedefleri olduğunu ve öncelikle sade yurttaşın ihtiyaçlarına karşılık düştüğünü göreceğiz. Halk desteğine sahip yeni bir iktidar alternatifi yaratmanın güçlü bir liderlik altında, geçmişin doğru ve mücadeleci bir yorumuyla mümkün olduğunu bir kez daha fark edeceğiz.

 

Hugo Chávez: Bolivarcı Devrim (14 Nisan 2002/Caracas, Venezuela)

12 Nisan sabaha karşı Savunma Bakanı General Lucas Rincon Romero’nun emriyle harekete geçen bir askeri birlik, Başkan Chávez’i konutundan alarak Tiuna Kışlasına getirdi. Chávez ancak pantolonunu giymeye fırsat bulabilmişti. Üzerinde bir fanila vardı. Orada bulunanlardan biri Başkan’a ayakkabısını verdi. Aynı gece Chávez’i Turiamo Deniz üssüne naklettiler. Bulunduğu yer gizli tutuluyordu; zira generaller, ona sadık askerlerin Chavez’i kurtarmasından korkuyordu.

Deniz üssünün turizm evlerinden sorumlu Onbaşı Juan Bautista Rodriguez, akşam üsse inen iki helikopterden şüphelenmişti. On aydır bulunduğu bu yerde ilk kez helikopter indiğine tanık oluyordu. 13 Nisan sabah altı buçukta bir bahaneyle üsse ait binaya girdiğinde gerçekle karşılaşacaktı. Başkan burada esir tutuluyordu. 150 mevcutlu bir özel birlik Başkan Chávez’e istifa mektubu imzalatmaya çalışıyordu. Onbaşı Rodriguez odaya kahve verme bahanesiyle girmeyi başardı. Başkanın kulağına eğilip “İstifa etmediğinize dair bir yazıyı masanın altına sıkıştırın” dedi. Birkaç saat sonra istifa etmekte direnen Chávez’i Karayip Denizi ortasındaki Orchila adasına götüreceklerdi. Fakat Chávez’in bıraktığı not masanın altında kalacaktı.

Onbaşı Rodriguez herkes gittikten sonra odaya girdi ve bu tarihi kağıt parçasını masanın altında buldu. Hemen aracına atlayıp Maracay’da eskiden Chávez’in komuta ettiği Hava İndirme Tugayı’na gitti. Burada Chávez’e sadık paraşüt birlikleri komutanı Albay Martinez Hidalgo’ya elinde başkanın istifa etmediğine dair el yazısı ve imzası olan kağıdı ulaştırdı. Bu biçimde Chávez’in mesajı birden bağımsız basına düştü. Halk başkanın alıkonduğunu haber aldı.

Bütün bunlar olurken tam anlamıyla Latin Amerika’ya özgü oligarşik ittifak, Başkanlık Sarayında kutlama yapıyordu. Dediklerine göre Başkan Chávez Küba’ya kaçmıştı. Kimler yoktu ki; kardinal, banka sahipleri, petrol sendikası başkanı, bazı valiler, birkaç general, milletvekillerinden bazıları, işadamları örgütü… Ellerinde şampanya, “demokrasiyi” kutluyorlardı. Fakat başkan kaçmış olsa yetki yardımcısına geçmeliydi. İşadamı Pedro Carmona Bundan hiç bahsetmeden bir hükümet kurduğunu çoktan ilan etmişti. Üstelik bu defacto yönetimi ABD ve İspanya da hemen tanımıştı. Fakat bu sırada sarayın dışında sokakta başka bir şey oluyordu…

“Comandante” Chávez 1998 Ekiminde Venezuela devlet başkanı olur olmaz anayasayı değiştirmek için harekete geçti. Neredeyse bir yıl içinde yapılan üç seçim ve referandum sonucunda büyük halk desteğiyle de bunu başardı. Peşine soluk almaksızın 47 stratejik yasa çıkardı. Bunların en önemlileri Toprak Reformu, Petrolün millileştirilmesi, Kooperatifler, Limanlar ve Balıkçılık yasalarıydı. Oligarşinin temsilcisi Pedro Carmona açıkça Chávez’i yasaları çıkarması durumunda bunun “çok trajik sonuçları olacağı” yönünde uyardı. Birkaç ay sonra batılı şirketlerle ortak patronların ittifakından oluşan bir sağ cephe sokağa döküldü. Bazı generaller açıkça medyaya çıkıp Chávez’in istifasını istediler. Ülkenin en büyük işçi sendikası CTV, işveren sendikası ve kilise yönetimiyle beraber Chávez’e karşı bir bildirgeye imza atıyordu. 7 Nisanda Chávez’in, Venezuela Petrolleri PDVSA başkanını görevden almasıyla kıvılcım ateşlendi. İşçi ve işveren sendikası bir olup genel grev başlattı. 11 Nisan’da sağcı cephenin binlerce taraftarı sokağa dökülüp Chávez destekçileriyle çatıştı. Araya sızan paramiliter çete üyeleri sivillerin üzerine ateş açtı. Llaguno köprüsü üzerinde 19 sivil hayatını kaybetti. Bu görüntüler hemen dünya medyasında servis edilerek silahlı kişiler Chávez taraftarı gibi gösterildi. Chávez sıkıyönetim ilan etmek istediğinde generaller telefonuna çıkmadılar ve 12 Nisan gece sabaha karşı konutunda alıkonuldu.

72 saat sonra “Comandante” Chávez’in mesajını alan milyonlarca Venezuelalı sokaklara döküldü. Bazıları Venezuela devlet televizyonunu ele geçirmeyi başardı. Kameralar bu sayede sokakları göstermeye başladı. Maracay’daki 42. Hava İndirme Tugayı tüm komuta kademesiyle darbeye karşı ayaklandı. Başkanlık Sarayı Ulusal Muhafızlar’ın denetimine geçti. Bir grup komando Orchila Adası’na giderek Başkan Chávez’i getirdi.

ABD destekli darbe yenilmiş, darbeciler ülkeyi terk etmişti. Fakat kaynaklar hala yabancıların denetimindeydi. 2002 Aralık ayında başlayan petrol sendikası grevi 2003 Şubatına kadar sürdü. Sabotajlar yapıldı ve petrol kuyuları yakıldı. Ülke on milyar dolar zarara uğradı. Buna rağmen millileşme durdurulamadı. Chávez millileştirmeye ek olarak yıllardır atıl durumda olan Petrol İhraç eden Ülkeler Örgütü OPEC’i yeniden işler hale getirdi. Bu sayede Rusya ve İran’la stratejik bir ilişki geliştirdi. Küba, Nikaragua, Ekvador ve Bolivya’yla beraber Bolivarcı İttifak ALBA’yı kurdu. ABD denetimindeki Amerikan Devletleri Örgütü OEA’ya karşı CELAC’ın kurulmasına öncülük etti.

2005'te Birleşmiş Milletler tarafından okuma yazma sorunu kalmadığı ilan edilen Venezuela; UNESCO listesinde 2003'te %55,1 olan yoksulluk seviyesi 2007'de %27,5'e; açlık sınırının altında yaşayan %25'lik kesim %7,9'a geriledi. Chávez'in iktidara geldiği 1999'da asgari ücret 28 dolarken, 2012'de 476 dolar oldu. 2003'te işsizlik oranı %20,7'yken bu rakam 2009'da %7,4'e düştü.

yüksek öğretime kayıt oranı açısından dünyada beşinci sırada yer almaktadır. Latin Amerika'da nüfusa oranla üniversiteye kayıt yüzdesi Küba'dan sonra ikinci sıradaki en yüksek ülkedir. Tüm haberleşme hizmetlerinin devlete ait olduğu Venezuela'da 1999'da nüfusun yalnızca %1,3'ü internet sahibiyken bu oran 2011'de %40,3'e çıkmıştır.

Başta kadın ve çocuk olmak üzere ailelerin yaşam niteliğinin artırılmasına dönük yirmiden fazla sosyal programdan milyonlarca Venezuelalı yararlandı. Bugün yedi binden fazla merkezde ücretsiz sağlık hizmeti verilmektedir. Sadece "Mision Milagro" adı verilen göz sağlığı programında 36 milyon muayene, 4,5 milyon göz operasyonu yapıldı. Bir milyon aileye karşılıksız olarak devlet tarafından yapılan konutlar verildi.

 

Nestor ve Cristina Kirchner: Milli ve Halkçı Devrim (20 Aralık 2001/ Buenos Aires, Arjantin)

Devlet Başkanlığı binası “Casa Rosada”ya çıkan tüm caddeler ve sokaklarda çatışmalar sürmekteydi. On binlerce Arjantinli iki gündür bu sokaklarda polisle çatışıyordu. Amaç başkanlık binasının girişinin de olduğu Mayıs Meydanı’nı almaktı. Devlet başkanı Fernando de la Rua önceki gün sıkıyönetim ilan ettiğinden beri ölü sayısı kırkı bulmuştu. Buna rağmen halk sokakları terk etmiyordu. Akşam yedi sularında halk, polisi püskürtüp Casa Rosada’nın kapılarına dayanmıştı. Bu sırada istifasını veren Başkan De La Rua, halkın dinmeyen öfkesinden korktuğundan, ancak çatıdan bir helikopter sayesinde kaçmayı başardı. Arjantin tarihinde ilk kez bir başkan halk ayaklanması sonucunda devrilmişti.

Aslında De La Rua on yılı aşan neoliberal dönemin son bir yılında iktidardaydı. Yaptığı şey zaten uzun süredir devam eden neoliberal ekonomi politikasına devam etmekten ibaretti. Fakat aslında o bile bu yolda devam edilemeyeceğini biliyordu. Bankalardan para çekmeyi sınırlandıran bir kararnameye imza atması bunun göstergesiydi.

Arjantin doksanlı yıllar boyunca ekonomisini sınırsız biçimde neoliberal etkilere açmıştı. Ulusal para birimi “Pesos”u bir neoliberal fantezi sonucu ABD Dolarına eşitlemişlerdi. Bu aslında IMF tarafından bile önerilmeyen bir şeydi. Bu, seksenler boyunca bir türlü düşürülemeyen hiper enflasyonun tek çaresi olarak görülüyordu. Gerçekten de enflasyon kısa sürede %400’lerden %10 düzeyine çekilmişti. Fakat ülke ekonomisi tamamen dolara bağımlı olduğundan para basma yetkisi bile yoktu. Dış borcu çevirme için de dolar gerekiyordu. Yabancı yatırımı yetersiz ve krediler zayıftı. Merkez bankası açığı, artan faiz oranlarıyla çevirmeye başladı. Altı yıl içinde dış borç üç katına çıktı. Hükümetin bir başka finans kaynağı özelleştirmelerdi. Hemen tüm devlet teşekkülleri özelleştirildi. Dönemin Devlet Başkanı Carlos Menem “anayasa olmasa devleti de özelleştirirdim” demekten kendini alamıyordu. Ulusal para biriminin dolara eşitlenmesi ihracatı çökertti. İthal mallar ucuzladığı için ülke içinde üretim tamamen durdu. Yabancı hesaplardaki Arjantin aktifleri 100 milyar dolara ulaştı. Finans hareketlerini vergi dahil her türlü denetimin dışına çıkaran yönetim birden uyandı ve para kaçısını durdurma kararı aldı. Bu iki yüz km hızla giden bir aracın aniden fren yapması gibi bir etki doğurdu. Sonuçta başkan De La Rua helikopterle kaçıp kurtulabildi.

Başkanın gidişi krizi sona erdirmedi. Zira bankaların içi boşalmış, fabrika ve şirket sahipleri kârlarını alıp kaçmış, sıradan yurttaş malını ve tüm birikimini yitirmişti. Arjantin’de bir hafta içinde beş Devlet başkanı değiştirildi. Sistem tüm kurumlarıyla çökmüştü. Devlet doksanlarda tasfiye edildiğinden halk kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yerel meclisler kurdu. Bu da yetersiz kalınca yeniden parlamenter siyasette çözüm arandı. 2003 yılında yapılan seçimlerde diğer adaylar çekilince %22 oy alan Nestor Kirchner başkanlığa hak kazandı. Nestor tüm politikacılar içinde yolsuzluğa bulaşmamış tek kişiydi. Yoksulluk %54, işsizlik %25 seviyesindeydi. Emeklilerin %13’üne maaş ödemesi yapılamıyordu. Arjantin, iflasını ve dış borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmiş durumdaydı.

Nestor Kirchner bir yandan IMF ve diğer alacaklılarla bir pazarlık süreci başlatırken diğer yandan da sıkı para politikasını hayata geçirdi. Doksanlarda özelleştirilen Arjantin Havayolları, Posta İdaresi, Su ve Kanalizasyon idarelerini yeniden devletleştirdi. Tarım ürünü ihracatını özendirdi ve buradan gelen gelirle sosyal idari harcamalara büyük pay ayırdı. Dünya ekonomi tarihinde görülmemiş şekilde dış borçların %75’ini pazarlıkla sildirmeyi başardı. IMF borcunu hemen kapatıp bağımsız bir ekonomi planı geliştirdi. 2003-2008 arasında Arjantin ortalama %8 büyüdü. En yoksul kesimi doğrudan sübvanse ederek toplumsal rahatlama sağladı. Kooperatifleşmeyi karşılıksız devlet desteğiyle özendirdi. Bu sayede yüz binden fazla kooperatifte “patronsuz” üretim yapılmaya başlandı. Bu yıllar arasında Arjantin sanayisi ortalama %10 büyüdü. Eğitime bütçeden ortalama %10 pay ayırarak devlet okullarını ve üniversitelerini Latin Amerika’nın en güçlü eğitim kurumlarına dönüştürdü. Bu sayede Arjantin Latin Amerika’nın politik ve kültürel olarak en dinamik gençlik kitlesine sahip oldu.

Polisin toplumsal olaylarda müdahale yetkisini kesin biçimde elinden aldı. 1976-1983 arası hüküm süren ABD destekli faşist darbenin işkence, ölüm ve kayıplardan sorumlu üç bin üyesinin yargılanmasını sağladı. Latin Amerika’nın diğer sol liderleriyle ittifak kurarak ABD’nin Serbest Ticaret Anlaşması dayatmasını reddetti. Güney Birliği UNASUR’u kurdu. Güney Amerika Ortak Pazarı MERCOSUR’un dünyanın dördüncü büyük ekonomik topluluğu haline gelmesini sağladı.

Nestor Kirchner başkanlık süresi dolunca uzun bir mücadele geçmişi olan eşi Cristina Fernandez aday oldu ve ilk turda %45 halk desteğiyle iktidara geldi. Cristina eşinin politikalarını daha da derinleştirdi. Eşinin 2009’da vefatından sonra bir dönem daha başkanlık yapan Cristina iktidarında ABD ile ilişkiler tamamen kesildi. Bu dönemde uluslararası medya Arjantin hükümeti aleyhine yoğun bir kampanya sürdürdü. Bunda çıkardığı Medya Yasası’nın etkisi yüksekti. Yasa medya tekellerinin işgal ettiği frekansları ellerinden alıp bağımsız ve yerel kuruluşlara devrediyordu. Cristina ulusal parayı koruma, ithalatı yüksek barajla engelleme gibi iç pazarı koruma programları ilan etti. Neoliberalizmi tamamen reddeden bu program Joseph Stiglizt gibi ünlü ekonomistlerce model olarak gösterildi.

 

Evo Morales: Sosyalizme Doğru Hareket (8 Nisan 2000/Cochabamba, Bolivya)

21. yüzyılın ilk savaşı Bolivya’nın Cochabamba kentinde başlıyordu. Dünyanın bu unutulmuş köşesinde başlayan çatışma aslında gelecek savaşlar hakkındaydı: Su ve Gaz Savaşları.

Suyu özelleştirilen bu kentin halkı, aylardır içme suyu kullanamıyordu. Çünkü Tunari sularını alan ABD’li Bechtel firmasının tarifesini ödeyecek alım gücüne sahip değillerdi. Öyle ki bazıları tüm yıllık gelirlerini bir aylık su faturasına vermek zorundaydı. Halk su parasını karşılamak için çocuklarını okula ya da hastaneye bile götüremez duruma gelmişti. Hiçbir biçimde tarifeyi karşılayacak gücü olmayanların açtıkları kuyular da ordu operasyonlarıyla kapatılıyordu. Ocak 2000’den Nisan ortasına kadar süren protesto ve çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı. Hükümet yabancı şirketin çıkarlarını korumak için Savaş Yasasını yürürlüğe soktu. Yine de direnişi durduramadı. Sonuçta Halk Komiteleri Tunari Sularının kontrolünü ele geçirdi ve Bechtel ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

2003 Eylülünde bu defa daha geniş bir halk hareketi gaz ve petrolün yabancılara peşkeş çekilmesine karşı gerçekleşti. Hükümetin yaptığı yüz kızartıcı anlaşmaya göre yabancı şirketlerin kazandığı her 24 dolara karşı Bolivya’ya yanlıca bir dolar pay veriliyordu. Çatışmalar gazın taşındığı Şili sınırına kadar yayıldı. Başkent La Paz’ın en büyük bölgesi El Alto’daki ayaklanmaya ordu birlikleri müdahale ettiğinde ise bilanço korkunçtu: Yüzlerce yaralı ve içlerinde kadınlar ve çocuklar olan 67 ölü! Katliamın sorumlusu olan devlet başkanı Gonzalo Sanchez birkaç gün sonra ABD’ye kaçtı. Halkın direnişi 2005 yılı sonunda yapılan seçimlere kadar sürdü.

Bu seçimlerde yerli kökenli bir sendikacı olan Evo Morales ve partisi “Sosyalizme Doğru Hareket” iktidara geldi. Morales bir yıl içinde Bolivya gazını tamamen devletleştirdi. İzleyen yıllarda madenler, petrol, havayolu, telefon, elektrik ve çimento gibi farklı sektörlerde kamulaştırmalara gitti. Bu dönemde, tarihsel olarak ülkeyi daima elinde bulunduran beyaz eliti temsil eden güçler katliamlara giriştiler. Onlarca yerli katledildi ya da kaybedildi. Morales’e yönelik suikast timleri ortaya çıkarıldı. Yaratılan şiddet ve provokasyonlara rağmen Morales yönetimi kamulaştırmalara devam etti. 2009 Aralık ayında yeni anayasayı %61 halk desteğiyle geçirerek büyük bir zafer elde etti.

Morales yönetiminde Bolivya kısa sürede milli gelirini iki katına çıkardı. Döviz rezervleri ise on kat artarak tarihi bir seviyeye ulaştı. Enflasyonun %5’i aşmadığı bu dönemde ulusal paraya güven arttı. Bolivya tarihinde ilk kez ulusal para, banka rezervlerinin %70’ini oluşturdu. 2010 yılına gelindiğinde yoksulluk yarı yarıya azalmıştı. Sağlık ve eğitim devlet garantisi altına alınmıştı.

Morales yönetiminde Bolivya, Venezuela öncülüğündeki “Bolivarcı İttifak”ın bir üyesi oldu. ABD elçileri birkaç kere ülkeden kovuldu. USAID faaliyetleri yasaklandı. Neredeyse yarım asırdır ABD kontrolünde olan Bolivya Silahlı Kuvvetleri millileşti. Hatta daha da ileri giderek Genelkurmay Başkanı Tito Gandarillas, Bolivya Silahlı Kuvvetlerinin “anti kapitalist” ve “anti emperyalist” olduğunu ilan etti. Ayrıca Bolivya’nın Çin ve Rusya ile girdiği askeri ilişki ABD’yi olağanüstü biçimde rahatsız etti. ABD Bolivya’nın askeri faaliyetlerini sınırlamak için komşusu Paraguay’a dev bir üs açtı. Bolivya da buna cevap olarak Rus uzmanların desteğiyle aynı bölgede bir askeri bölge kurdu. Morales’in uçağı Rusya dönüşünde NATO uçakları tarafından zorla indirildi. ABD uçakta Edward Snowden’in bulunduğunu iddia etse de bu tamamen bahaneydi.

 

Rafael Correa: Yurttaş Devrimi (30 Eylül 2010/ Quito, Ekvador)

Ekvador Parlamentosu, kamu çalışanlarının maaş ve harcamalarında kısıtlama öngören bir yasa çıkardı. Yasa, birkaç aydır grev pozisyonunda bulunan polis teşkilatının şiddetli protestoları için bir gerekçe oldu. 30 Eylül günü polis birlikleri başkent Quito'da kentin ana caddelerini -parlamento'ya çıkan yollar dahil- büyük barikat ve ateşlerle kesti.Bu sırada Ekvador Hava Kuvvetleri'ne ait birlikler ülkenin uluslararası havaalanını işgal etti. Başkan Correa hükümet ofisinin penceresinden az sayıdaki destekçisine konuşma yaparak bunun bir darbe girişimi olduğunu ve boyun eğmeyeceğini ilan etti. Konuşmadan birkaç dakika sonra binanın önüne çıkan Başkan'a polis kuvvetleri gaz bombası attı. Çıkan kargaşada yaralanan Correa, polis hastanesine götürüldü. Burada Correa hastanenin bir bölümünde korumalarıyla bulunmaktaydı. Ekvador Silahlı Kuvvetleri Komutanı, polis birlikleriyle kuşatılmış halde olduğundan hastaneyi terk edemeyen Başkan'a bağlılığını açıkladı. Aynı saatlerde UNASUR Güney Amerika Devlet Başkanlarını acil toplantıya çağırdı. Ekvador Silahlı Kuvvetleri'ne ait 900 asker, Başkan Rafael Correa'yı polis kurşunları altında hastaneden çıkardı. Darbe girişimi 9 Ekim gece yarısı bastırıldığında geride 8 ölü ve 274 yaralı bırakmıştı. Aslında Correa'nın meydan okuması ABD'nin örtülü bir darbe hazırlığını vaktinden erken kışkırtmıştı. Hareketin başarısızlığı ABD'yi bölgede daha geri bir pozisyona çekilmeye zorladı. Birkaç ay sonra ABD'nin Ekvador Büyükelçisi Heather Hodges'in polis teşkilatı (ENP) şefi General Jaime Hurtado'ya rüşvet verdiği Wikileaks belgelerine yansıyınca Correa bu diplomatı 4 Nisan 2011'de ülkeden kovdu.

Pasifik kıyısında, iki önemli nüfus ve üretici güç olan Kolombiya ve Peru arasında kalan bu ülke, IMF memurlarınca yönetilmeye alıştırılmıştı. Rafael Correa, 2005 yılında kısa süreliğine bakanlık yaptı. İyi yetişmiş genç bir ekonomist olan Correa, IMF programına karşı çıkarak istifa ettiğinde tüm ülke onun haklılığına inanıyordu. Bir yıl sonraki seçimlerde başkan seçildi. İlk eylemi ABD’nin Latin Amerika’daki en büyük askeri hava üssü olan Manta’yi kapatmak oldu. İkinci olarak da IMF ile ilişkileri kesti ve dış borçların gayri meşru olduğunu ilan etti. Arjantin’den sonra kıtada borçları yeniden yapılandıran ikinci ülke oldu.

Correa iktidara geldiği ilk yıl bir anayasa referandumu ve üç seçim kazandı. 2009’da yenilenen Başkanlık seçimlerinde de ilk turda %51 halk desteğiyle yeniden iktidara geldi. Bu yeni dönemde Ekvador, Correa yönetiminde Bolivarci İttifak’a üye oldu.

2010'da çıkarılan Petrol Yasası sayesinde Ekvador ulusal rezervlerine sahip çıktı. Özellikle ABD menşeli şirketlerin ülkeyi yağmaladığı bir döneme son verdi. Rezervlerin yarıdan fazlasını devletleştirdi. Geri alanlarda ise devlet payı artırıldı. Devletin petrol gelirinde artan payı sayesinde GSYİH'nin %27'sinden %48'e çıkan kamu harcamaları finanse edilebildi. Bu kısa süre içinde yoksulluk 10 puan gerileyerek %26'ya düştü. GSYİH rakamları 2011'de %8, 2012'de %4,8 olarak gerçekleşti. En önemlisi, Ekvador, 2009 krizini küçülmeden atlatmayı başardı. 2009'da Ekvador, %7,9 işsizlikle Latin Amerika ortalamasının altındaydı. Aynı yıl enflasyon %4,3 olarak kaydedildi.

Correa yönetiminde Ekvador bir “Muz Cumhuriyeti” olmaktan çıktı. ABD dış işlerinin orta düzey memurlarınca idare edilen bu ülke, emperyalizmi kaygıya düşüren bir rakibe dönüştü. Öyle ki WikiLeaks belgelerini yayınlayan Edward Snowden bile Londra’daki Ekvador elçiliğine sığındı. Üstelik bu ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden’in Correa'yı bizzat arayarak Edward Snowden’in sığınma talebini red etmelerini istemesine rağmen gerçekleşmişti.

Özgür UYANIK
Arjantin

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın temmuz 2016 sayısında yayımlanmıştır.

Kondor'un Güncesi
Etiketler
latin amerika
sosyalizm
chavez
correa
morales
kirchner
özgür uyanık