Bu iki yıl içinde din üzerine de çok fazla düşünme fırsatı buldum. Beagle’dayken hayli gelenekçiydim; hatırlıyorum da ahlak üzerine bir noktada karşı çıkılmaz bir otorite olarak İncil’den alıntı yaptığımda (kendileri de dindar olan) subaylardan birkaçı bana kahkahalarla gülmüştü. Sanırım onları bu kadar eğlendiren şey, argümanın ilginçliğiydi. Ancak o zamana (yani 1836’dan 1839’a) kadar, dünyanın tarihini apaçık biçimde yanlış anlatan, Babil Kulesiyle gökkuşağını bir alamet olarak görmesiyle, Tanrı’ya intikam dolu bir tiranın duygularını atfetmesiyle ve daha bir sürü şeyiyle Eski Ahit’in, Hindulara ait kutsal bir kitaptan ya da herhangi bir barbarın inancından daha güvenilir olmadığını aşamalı olarak görmeye başlamıştım. Sonrasında da şu soru sürekli olarak zihnimde yanıp sönmeye başladı ve bir türlü oradan çıkmadı: Tanrı’nın şimdi Hindulara vahiy indirmesi inanılır şey midir ve Vişnu, Siva ile benzerlerindeki inancın kendisiyle, Hıristiyanlığın Eski Ahit’le ilişkilendirildiği gibi ilişkilendirilmesine izin verir miydi? Bu olasılık bana son derece inanılmaz göründü. Aklı başında bir kimsenin Hıristiyanlığı destekleyen mucizelere inanması için en net delillerin var olması gerektiği; doğanın sabit yasalarını ne kadar çok bilirsek mucizelerin de o kadar inanılmaz hale geldiği; o zamanın insanlarının bizim için neredeyse anlaşılamaz ölçüde cahil ve safdil olduğu; farklı İncillerin olaylarla eşzamanlı olarak yazıldığının kanıtlanamayacağı; önemli, hem de görgü tanıklarının sıradan hataları olarak kabul edilemeyecek kadar önemli görünen ayrıntılar bakımından bu İncillerin birçok şekilde birbiriyle çeliştiği gibi konularda daha da fazla düşündükçe –ki bu düşüncelere yeni veya değerli olduklarından değil, beni etkilediklerinden önem atfediyorum– Hıristiyanlığın ilahi bir aydınlanma olduğuna inancımı aşamalı olarak yitirdim.
Birçok sahte dinin dünyanın büyük bölümüne çılgın ateş gibi yayıldığı gerçeğinin benim için bir ağırlığı vardı. Yeni Ahit’in ahlaki yönü ne kadar güzel olursa olsun mükemmelliğinin kısmen şimdi mecazlara ve alegorilere yüklediğimiz yorumlamaya dayandığı inkâr edilemez. Yine de inancımı terk etmeye oldukça gönülsüzdüm. Bundan eminim, çünkü oldukça sık bir şekilde, İncillerde yazılı olan her şeyi olabilecek en çarpıcı biçimde doğrulayacak, seçkin Romalıların birbirlerine yazdığı mektupların bulunduğu ve Pompeii’de birtakım el yazmalarının keşfedildiği gündüz düşleri kurduğumu hatırlıyorum. Ancak hayal gücümün genişleyen ufkuyla birlikte beni ikna etmeye yetecek delilleri icat etmeyi gün geçtikçe daha da zor bulmaya başladım. Böylelikle inançsızlık etrafımı ağır ağır sarmaya başladı, ama en sonunda tamamına erdi. Süreç öylesine yavaştı ki ne bir endişe duydum ne de vardığım sonucun doğruluğundan bugüne dek tek bir saniye için şüphe ettim.
Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın eylül 2018 sayısında!