Marx’ın din konusundaki görüşleri

Marx, Aydınlanma geleneğini benimseyen bir düşünür olarak, bu geleneğin din konusundaki yaklaşımını genel çizgileriyle izler görünmektedir. Aydınlanma düşünürleri, dine, özellikle de dinin gerçek yaşamdaki organize biçimine son derece eleştirel yaklaşmaktadırlar. Ancak genel olarak bu din düşüncesinin ya da Tanrının kendisinin sorgulanmasından çok, din adına yapılan, akla aykırı uygulamaların sorgulanması biçimini almaktadır. Yine de Aydınlanma’nın Tanrısı, bir kez düzeni kurduktan sonra, onun işleyişine karışmayan, hatta Leibniz gibi düşünürlere göre de, doğa yasalarını bir kez yarattıktan sonra kendisi de ona tabi olan, insanları akıl yürütme yetisiyle donattıktan sonra onların bunu nasıl kullanacaklarına karışmayan bir tanrıdır. Böyle “deist” bir anlayış, yalnızca Aydınlanma “filozoflarının” değil, Marx’ın da din anlayışına esin kaynağı olmuş görünmektedir. Belki de bu yüzden Marx, dinin “içeriğinden” çok, toplumdaki rolünden söz etme yolunu seçmiş görünmektedir.

Marx için din, “zincirlerin üzerinde açan hayali çiçekler” ya da “kalpsiz bir dünyadaki sığınak” olma işlevini yerine getiren, yani yabancılaşmış, kendi yaşamını kontrol etme güç ve özgürlüğünü yitirmiş bir yaşam sürdürmeye zorlanan insanların, kendi durumlarına “katlanabilmek” için kullanılan (büyük ölçüde egemen sınıflar tarafından bilinçli bir biçimde) toplumsal kurumdan başka bir şey değildir. Bu da özellikle kapitalizmin işleyişi için neredeyse zorunlu olan bir “ideoloji” biçimi olarak kendisini göstermektedir.

Bu yazıda, din konusundaki “son sözü” söylüyor gibi algılanmasının yanlış olduğu, çünkü Marx’ın asıl derdinin bu türden “metafizik” ya da “teolojik” sorunlarla uğraşmak yerine, kapitalizmin işleyişini ortaya koymak olduğunu, bu yüzden de onun daha çok bir sosyal kurum olarak dinin işlevini ele aldığı ortaya konmaya çalışılacaktır. Yazıda ayrıca, Marx’ın özellikle insan doğası yaklaşımından yola çıkarak din olgusunun daha kapsamlı bir biçimde ele alınabileceği, Marx’ın insan anlayışının buna olanak vereceği vurgulanacaktır.

 

Bir toplumsal kurum olarak din

Marx’ta, daha çok erken dönem yazılarında kendisini gösteren din çözümlemesinin genellikle kapitalizmin işleyişinin ortaya konmasına yönelik olduğu, ancak bunun da daha çok dinin sistemin işleyişi bakımından oynadığı rolün, büyük ölçüde “eğretileme” düzeyinde kullanıldığı gözlerden kaçmamaktadır. Felsefi açıdan, Marx’ın büyük ölçüde Hegel’i, ancak daha çok Feuerbach’ı izlediği görülmektedir. Ancak bu, dinin kendisinin doğrudan tartışılması yerine, Hegel ve Feuerbach’ın nerede hata yaptığını ortaya koymak biçiminde olmuş, daha sonra da Marx bu konudaki kendi görüşlerini ortaya koymuştur.

Marx’ın ünlü Feuerbach Üzerine Tezler’inde Feuerbach’ın din konusundaki görüşleri eleştirilmekte, bu eleştiriler daha sonra 1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları’nda felsefi bir temele oturtulmaktadır. Marx’ın din olgusunu ele aldığı bir diğer temel metin de, ünlü Yahudi Sorunu Üzerine başlıklı yazıdır. Ancak esas olarak bir polemik niteliğinde olan bu yazı, yazıda eleştirilen düşünürün (Bruno Bauer) din konusunda yanlış bir yol izlediğini, esas sorunun insanlığın tüm olarak “dinden kurtulması” olduğunu ileri sürmektedir. Ne var ki, ırkçı bir “Yahudi tüccar” tiplemesini de kullanan, “antisemitik” unsurlar da içeren bu yazının temel mesajı, aslında, kapitalizmin insan yaşamının bütüncül niteliğini parçalayarak onu soyutlanmış bir yaşam sürmeye zorladığı düşüncesidir. Burada din, yalnızca, kapitalizmin işleyiş biçimini ortaya koyan bir “eğretileme” olarak kullanılmaktadır.

Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın mayıs 2018 sayısında!

Prof. Dr. Hüseyin ÖZEL*
​Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü

Aydınlanma