Bir cesaret simgesi: Osman Hamdi Bey

Yazan
Ecem Altınkılıç
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Doktora Öğrencisi
Yazının Okunma Süresi
9 dakika

Bu yazıda Osman Hamdi Bey’in ressam yönünden ziyade, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sanat ve arkeoloji tarihine olan katkılarını kısaca ele almaya çalışacağız.

Osman Hamdi Bey hiç şüphesiz Batılılaşma Dönemi Türk resminin öncü isimlerinden biridir; fakat onu tanımlamak için yanına çok daha fazlasını eklememiz gerekir. Bu coğrafyada arkeolojinin bir çatı altında toplanması üzerine atılan ilk adımların, fotoğrafa olan ilgisi çerçevesinde Marie de Launay ile birlikte  “Elbise-i Osmaniye/Les costumes populaires de la Turquie en 1873” başlıklı bir kitap hazırlaması, arkeoloji ve resim çalışmaları sırasında da bunlardan yararlanması açısından çok önemli bir görseldir. Osman Hamdi Bey, bu mirasın sahibi olması yanında hem batı kültürüne hem de doğu geleneklerine olan hâkimiyetini oldukça iyi bir şekilde harmanlayan ve de ayıran bir entelektüeldir. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) kurucusu müzeci, arkeolog, ressam Osman Hamdi Bey, aynı zamanda (o dönemler 13. Daire olarak adlandırılan) Kadıköy’ün ilk belediye başkanlığı, Beyoğlu 6.Daire Belediye Müdürlüğü, Bağdat’ta Umur-ı Hariciye Müdürlüğü görevlerini üstlenmiş bir devlet adamıdır. Batı dünyasıyla tanışma yolculuğu, Osmanlı sadrazamlarından babası İbrahim Edhem Paşa’nın onu Paris’e Osmanlı Okulu’na göndermeyi istemesi ile başlamıştır; fakat burada yer olmadığı gerekçesiyle Institution Barbet’de hazırlık eğitimi almış, ardından Hukuk Fakültesi’ne kaydolmuştur. Resme olan ilgisi ile babasının hukuk eğitimi alması üzerine yöneltmesi arasında kalan Osman Hamdi Bey, Gustav Boulanger ve Jean-Léon Gérôme’dan resim dersleri almış, bir süre sonra ise ilerleme kaydetmediği hukuk eğitimini bırakmıştır. Paris’te eserlerini sergileme şansı bulan Osman Hamdi Bey, babasına yazdığı birçok mektupta, resimde olan başarısını özellikle vurgulamış, bu tutkusundan vazgeçmeyeceğini işaret etmiştir. Osman Hamdi Bey, doğu dünyasının öğelerini, insanını, gündelik yaşamını, en ince mimari detayı ve objesine kadar oldukça derin işlemiş bir ressamdır. Bazı araştırmacılar; bir doğulu olarak, doğuyu konu edinmenin onun için bir seçimden ziyade ondan beklenen, kabul görmesi için olması gereken yol olduğu düşüncesini savunurlar. Paris’te eğitim alan Osman Hamdi’nin figürleri hem batı dünyasında hem de doğu dünyasında farklı yorumlara, halen süren tartışmalara sebep olmuştur. Doğulu figürlerin ve mekânların yanı sıra İslami dünyadan uzaklaşmış, özellikle batılı görünümde kadın figürlerini işlemesi her iki tarafta da büyük ses getirmiştir. Osman Hamdi Bey, fikirlerini tuvale aktarırken oldukça cesur davranmış, karşılaşacağı tepkileri göze almıştır. Minyatürün sönümlenmesinin ardından duvar resimlerine, ardından da tuvale geçilen Osmanlı Resim Sanatı’nın gelişim çizelgesinde bu gerçekten de büyük bir adımdır, ciddi anlamda cesaret ve özgüven gerektirir. Girişimci ve sosyal kimliği birçok başlangıç noktası oluşturmasını sağlamıştır. Bu yönü Müze-i Hümayun’un gelişimi ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluş sürecinin de pozitif ilerleme kaydetmesine imkân yaratmıştır. 1881 yılında kuruluş aşamasındaki Müze-i Hümayun’un başına getirilen Osman Hamdi Bey, göreve başladığında henüz arkeoloji eğitimi almamıştır. Arkeolog kimliğini, müzeyi yönettiği yıllarda yaptığı çalışmalar ile kazanmıştır. Müze-i Hümayun’un idaresinin başına geçtiğinde uzun süredir tanıdığı Charles-Joseph Tissot, İstanbul’da Fransa elçisi olarak görev yapmaktadır. Charles-Joseph Tissot, diplomat kimliğinin yanı sıra, aynı zamanda Kuzey Afrika üzerine çalışan bir arkeologdur ve Osman Hamdi Bey’e yeni görevinde yardımcı olmuştur. Tissot’un ricasıyla araştırmacı Solomon Reinach da Atina'dan İstanbul’a gelerek, müzenin ilk kataloğunu hazırlamıştır. Sanayi-i Nefise Mektebi’nin hocalarından ünlü heykeltraş Osgan Efendi ile birlikte, Nemrut Dağı’na giderek, bölgeyi keşfetmiş; fakat nitelikli bir çalışma yapmamış olan Almanlardan daha erken davranmış, alanı fotoğraflarla belgelemişlerdir. İzmir’in ünlü levantenlerinden Démosthène Baltazzi ile de birlikte çalışmıştır. Osman Hamdi Bey, odasında oturan bir yöneticiden ziyade, ülkesinin kültür mirasına sahip çıkan, koruyup kollayan bir elçi misyonu üstlenmiştir. 1869’da çıkarılan, 1874’te yenilenen Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin (Eski Eserler Kanunu), 1884 tarihinde bir kez daha gözden geçirilmesiyle bu coğrafyaya ait eserlerin yurtdışına çıkışı yasaklanmış, yapılacak her arkeolojik çalışmanın Müze-i Hümayun’un onayı ve kontrolü altına alındığı ilan edilmiştir. Bu durum, Osman Hamdi Bey ile Batılı arkeologların ters düşmesine sebep olmuştur. Yapılan kazılar sonucu gelen yeni buluntuları muhafaza etmek ve sergilemek için daha büyük bir mekâna ihtiyaç duyulmuştur. İlk olarak Çinili Köşk’te ikamet eden Müze-i Hümayun, ünlü mimar ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin hocalarından Alexandre Vallaury tarafından yapılan neoklasik üsluptaki yeni binasında “Luhûd-ı Atîka Müzesi” (Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi Binası) adıyla varlığını sürdürmüştür. Luhûd-ı Atîka Müzesi ismini, ünlü İskender Lahdi’nin de gün yüzüne çıkarılmış olduğu, Sayda Kazısı’ndan almaktadır. Kısa zamanda, hızlı fakat sağlam adımlarla Osmanlı müzeciliğini inşa etmiştir. Kazı çalışmalarından günümüze kalan fotoğraflar günümüzde dahi oldukça heyecan vericidir. Yazılı kaynakların dışında, görsel belgeler, geç de olsa bu anların her saniyesine şahitlik etmemizi sağlar. Osman Hamdi Bey’in fotoğrafla olan bağlantısı ve de dönemin görsel tarihine olan katkısındaki payı oldukça kuvvetlidir. Çok sayıda portresinin olması, fotoğrafa olan merakının başlıca göstergelerinden biridir. Yaptığı resimlerde fotoğraflardan yararlanmayı, kare kare ayırıp büyülterek detay çalışmayı tercih etmiş bir sanatçıdır. Birçok resminde kendisi ve yakınları (özellikle çekirdek ailesi) çeşitli kıyafetler giyerek, adeta kılık değiştirerek, model olarak yer almıştır (Örneğin “Okuyan Genç Emir”, “Oğlu Edhem-Bursa’da Yeşil Cami’de, Tespih Çeken Mümin’de /Çocuklar Türbesinde Derviş”, kendisi). Bu dönemde İstanbul’da fotoğraf dendiğinde akıllara Pascal Sébah ve Abdullah Biraderler’den başka isim gelmemektedir. Osman Hamdi Bey’in çok sayıda fotoğrafının, aile dostları olan Pascal Sébah tarafından çekildiği bilinmektedir. Osman Hamdi Bey’in kendi portrelerinin ve aile fotoğraflarının dışında, dönemin çeşitli yöresel veya karakteristik kıyafetlerini giyerek çektirdiği, farklı temalar içeren birçok fotoğrafı bulunmaktadır. Bu fotoğrafların bir kısmının kendi resimlerinde yer edindiğini görmekteyiz, bir kısmı ise 1873 yılında hazırlanan “Les Costumes Populaires de la Turquie”, bir diğer ismiyle Elbise-i Osmaniye albümünde yer alır. “Les Costumes Populaires de la Turquie”; 1873 Viyana Sergisi Osmanlı Bölümü için hazırlanmış, metinleri Osman Hamdi Bey ile Victor-Marie de Launay tarafından ca yazılmış, Osmanlı İmparatorluğu halkının giyim kuşamını anlatan ve gösteren bir eserdir. Kitabın fotoğrafları Pascal Sébah tarafından, bir kısmı Sébah’ın kendi stüdyosunda, bir kısmı da Osman Hamdi Bey’in babası İbrahim Edhem Paşa’nın Eminönü yakınlarındaki Kantarcılar’da bulunan konağında çekilmiştir. Ahmet Mithad Efendi’nin de Lübnanlı Bedevi kılığında bir karesi yer alır. Albüm, çok geniş bir coğrafyaya ve farklı etnik kültürlere sahip olan imparatorluğun, çeşitli bölgelerinden ve farklı renklerinden insanların varlığına, görünümüne, günlük yaşamından bir parçayı yansıtma adına oldukça güzel bir çalışmadır. Osman Hamdi Bey’in kültür, sanat ve arkeoloji alanlarındaki çalışmalarının yanı sıra, 1895 yılında, Kabataş’tan Taksim’e giden 1875 yılında açılan Karaköy-Taksim arası ulaşımı sağlayan Tünel’e benzer bir sistemle; buharlı makine ile çalışan dar hatlı füniküler (demiryolu) projesi önerisini sunması, bize üretken bir devlet adamı olduğunu da gösterir. Dönemin padişahı II. Abdülhamid’in onayından geçen proje, Ticaret ve Nafia Nezareti’ne, oradan da Dâhiliye Nezareti’ne aktarılmış, Mühendis Mösyö Set tarafından gerekli incelemelerin yapılması üzerine onaylanmıştır. İlerleyen süreçte proje, kesin olarak bilinmeyen sebeplerden dolayı tamamlanamamıştır. Yaygın olarak “Kaplumbağa Terbiyecisi” olarak bilinen fakat asıl ismi “Kaplumbağalı Adam” eserinin yaratıcısı, Osman Hamdi Bey’in avangart kimliğini, kültür tarihine olan katkılarını kısaca tanıtmaya çalıştık. Birçok alanda ilk adımı atma cesaretini göstermiş böylesine çok yönlü bir ismi, tek bir başlık adı altında toplamak zordur. Dilerim ki, Osman Hamdi Bey’in bir tablosuyla karşılaştığınızda ona birkaç farklı çerçeveden bakmanıza vesile olabilmişizdir. Sevgiyle kalın…

 

Kaynaklar

CEZAR, Mustafa. (1971) Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, İstanbul, Türkiye

İş Bankası Kültür Yayınları

EDHEM, Ethem. (2010) Osman Hamdi Bey Sözlüğü, İstanbul, Türkiye Cumhuriyeti

Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları

ELDEM, Ethem. (2015) Osman Hamdi Bey İzlenimler 1869- 1885, İstanbul, Doğan

Kitap

ELDEM, Ethem. (2014) “Elbise-i Osmaniye’yi Yeniden Ele Almak”, Toplumsal Tarih, Sayı: 248, Ağustos 2014, s.26-34..

ERSOY, Ahmet. (2003) “Şarklı Kimliğin Peşinde, Osman Hamdi Bey ve Osmanlı

Kültüründe Oryantalizm”, Toplumsal Tarih, Sayı:119, Kasım 2003, s. 86-87.

GOREN, Ahmet K. (2002) “Yenileşme Döneminden Cumhuriyet Dönemine Türk

Resim Sanatının Evreleri” Türkler, C.15, 75.Bölüm, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, s. 428-439.

RENDA, G. EROL, T. (1980) Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı

Tarihi, Cilt: I, İstanbul, Tiglat Yayınları

ÜREKLİ, Fatma. (2010) “Ölümünün 100. Yılında Osman Hamdi Bey (1842-1910)”,

Güzel Sanatlar Dergisi, Sayı:39, Haziran-Temmuz 2010, s.14-16

ÖZTUNCAY, Bahattin (2003) Dersaadet’ in Fotoğrafçıları, 19. Yüzyıl İstanbulunda

Fotoğraf: Öncüler, Stüdyolar, Sanatçılar, İstanbul.

Kültür
Etiketler
osman hamdi bey