Başka bir bilinç dışı mümkün mü?

Yazan
Doç. Dr. Sema KARAKELLE
  İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yazının Okunma Süresi
15 dakika

Hepimiz bilinç dışı kavramını psikanalitik yaklaşım çerçevesinde ve Freud’un insana ilişkin teorisinin bir parçası olarak biliriz. Sigmund Freud (1856 -1939) bir nörolog ve bir tedaviciydi. Son derece saygı duyulacak olağanüstü bir kavrayışla, bir bozukluğu tedavi edebilmek için önce sağlam halinin tarifinin lazım geldiğini idrak etmiş ve böylece insanın yapısını bir model ile açıklama çabasına girişmiştir. Zaman 20. yüzyılın henüz 19’dan sıyrılmadığı zamanlardır ve o devrin önemli bir fikrinden, birinci termodinamik yasasından ilham alarak psikodinamik kavramını ortaya atmıştır (Evet, Freud devrine uygun determinist bir bakış açısına sahipti. Ancak belki görüş ve teorileri bilimsel olarak incelenebilir olmadığından belki esas amacı tedavi olduğundan teorileri ne kendisi ne takipçileri tarafından sınanabilmiştir). Daha sonra bilinç-bilinçaltı-bilinç dışı ve diğer görüşleri, vaka analizleri… Ancak yanlış anlaşılmaları engellemek için baştan söyleyelim, bugün üzerine araştırma yürütülen bilinç ve bilinç dışı kavramlaştırmaları ile Freud’un bu kavramları ele alışı birbirinden farklıdır. Freud, bilinçaltının içeriğinin yalnızca kişiye kabul edilemez ya da rahatsız edici gelen ve iyi oluş halini bozan yaşantı ya da düşüncelerden oluştuğunu ve birikmiş bir buhar gibi sızarak davranışlarımıza yön verdiğini öne sürmektedir. Günümüzde bilinçdışının nasıl ele alındığını ise yazının ilerleyen kısımlarında göreceksiniz.

Küçük bir not olarak: Deheane (2018) bilinç dışı kavramının Freud’dan önce de kullanılmakta olduğunu ve hatta Pierre Janet ile aralarında “önce kim söyledi” çatışmasının olduğunu söylemektedir. Gerçekten de Hipokrat’tan Galen’e, Platinus’tan İbnü’l Heysem’e, Helmholtz’dan Huglins Jacskon’a ve G. Tarde, T.A. Ribot ve P. Janet’ye kadar pek çok araştırmacı ve düşünür, otonom sistem kaynaklı davranışlardan algıya; oradan taklit, kişilik ve patolojiler gibi daha karmaşık düzeylerindeki özelliklere pek çok insani sürecin “bilinç dışı” gerçekleştiğini yazmışlardır.

Freud arkasında yüzlerce makale ve kitap, bir tedavi yaklaşımı ve çok sayıda takipçi bırakmıştır. Beri yandan, o zamanlar bir doğa bilimi olma gayreti içinde olan psikoloji üzerinde bilinç dışı gibi araştırılamaz gözüken bir kavramlaştırmaya yönelik bir kaygı da bırakmıştır. Esasen bu endişeler veya psikolojinin bilinçten kaçınmak konusundaki sistemli ısrarını yalnızca Freud’a bağlamak doğru olmaz. Çünkü o zamanlar bilinç üzerine çalışmalar yapılmaktadır, mesela yapısalcılık yaklaşımı bilinci başlıca konusu saymaktadır. Davranışçılık yaklaşımının yeni ortaya atıldığı zamanlarda Watson’a bir eleştiri olarak Cyril Burt tarafından zikredilen “Psikoloji önce ruhunu kurban etmişti sonra zihninden vazgeçti. Şimdi ise kendisini pek erken gelen bir sonla karşı karşıya bırakarak bütün şuurunu da kaybettiği görülüyor”[1] ifadesi, bu sistemli kaçınmanın tarihsel kökeni hakkında bir ışık tutmaktadır. Fakat bu uzak duruşun bilişsel yaklaşım zamanlarında da süregeldiğini kabul etmek gerekir.

Uzun yıllar sonra bilinç konusu, kısmen zihin felsefecilerinin etkisiyle; kısmen davranışçılıktan sonra derde deva olmaya yetmeyen ve “davranışçıların kara kutusunun yerine kuş beyinli bir işlemci koyan”[2] bilişsel yaklaşımın artık sıkışmış olmasıyla; kısmen meraklı araştırmacıların zekice tasarlanmış deneyleriyle ve şüphesiz nöro-görüntüleme tekniklerinin sağladığı kolaylıklarla geri dönmüş ve oldukça ciddi bir şekilde yeniden ele alınmaya başlanmıştır. Aslında aradan geçen uzun yıllarda ana akım psikolojinin ısrarla sakındığı bir konu olmasına rağmen bilinç ve bilinç dışı üzerine araştırmaların devam ettiğini de belirtmek gerekir. Kendi devirlerinde çok dikkat çekmeyen bu araştırmalar, zamanı geldiğinde birikimli bir etki yaratarak sıçramalara vesile olmuştur. Konunun toplum örgütlenmesindeki zemini nereden geldi de revaç buldu derseniz, şüphesiz bu yapay zeka çalışmalarına verilen önemden ve yapılan yatırımlardan kaynaklanıyor.

Fakat hâlâ kimi araştırmacıların çok temkinli durmaya çalıştıklarını ve bilinç dışı kavramını telaffuzdan kaçındıklarını, kullanmak zorunda kaldıklarında yerine örtük, bilinçli olmayan gibi terimleri tercih ettiklerini görebiliyoruz. Haksız sayılmayabilirler, çünkü zaman içinde bilinç dışının dallanıp budaklanmış, sıklıkla yanlış anlaşılan bir kavram haline gelmiş olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ama bu konuları ciddi olarak ele almaya niyetliysek eğer, hayaletlerden korkmaktan vazgeçmeli, kavramları yeniden doğru bir şekilde tanımlayarak işe başlamalıyız.

Bugün neredeyiz? İnsan ve insansıların zihinlerinin anlaşılması meselesinde çok umut verici bir yerlerdeyiz ve gelinen yerde Searle (2015) gibi bazı felsefeciler ve Dehaene (2018) gibi araştırmacıların da belirttiği üzere, yapay zekaya sahip sistemlerin bilince kavuşması için teorik bir engel yokmuş gibi görünüyor. Uzun yıllardır bilimkurgu düşkünü bendeniz gibi yaş almışlar için endişe verici olan bu husus, yeni çağlar için umut verici bir ilerleme potansiyeli olarak görülmektedir.

Dikkatinizi çektiyse, bilinç dışından bahsetmeyi hedeflemiş bir yazıda sıklıkla bilinçten bahsetmek durumunda kalıyoruz. Çünkü bilinçli bir durumdan söz edebilmek ancak bilinçli olmayan bir hali tanımlayarak ve kabul ederek mümkündür, bu mantıken böyledir. Zaten bilincin bilimsel olarak incelenebilmesi bu basit saptamadan yola çıkmıştır. Dehaene’nin (2018) ifadesiyle, bilinç, bilinç dışının negatifi gibi belirlenebilmiştir. Fakat bilinç dışının ve bilincin varlığı sistemli olarak görmezden gelinirken nasıl araştırılmış olabilir?

Bu aslında insanların pek çok davranışı bilincinde olmaya gerek duymadan icra edebilmeleri ve pek çok durumla uygun şekilde baş edebilmelerinin gözlenmesi ve incelenmesi ile mümkün olabilmiştir. Algı yanılsamaları, eşik altı uyaranlar ile başlayan ve kör görüş, dikkat körlüğü, örtük bellek gibi alanlardaki araştırmalarla devam eden uzun bir zincir bizi bugün vardığımız noktaya taşımıştır[3].     

Birbiriyle bağlantısız görünen çok sayıdaki araştırmanın aslında söylediği şey, insan zihninin farkında bile olmaksızın veya bilincine varmaksızın basitten karmaşığa çok sayıda davranışı icra edebiliyor olmasıdır. Bu tepkiler bedenin otonom işlevlerinden, gramer kurallarını kullanmaya, duygulara ve hatta karar vermeye kadar pek çok süreç için geçerlidir. Bugün daha emin konuşulabiliyor olmasının en önemli nedenlerinden biri nöro-görüntüleme tekniği kullanılan çalışmalardan gelmektedir. Bu arada eğlenceli ve ilginç bir hikaye okumak isteyen meraklısı için teorik fizikçi L. Mlodinow’un 2013 yılında basılan “Subliminal” isimli kitabında eşik altı işlemler üzerinden neredeyse bütün psikoloji bilgisinin alternatif bir yeniden yazımını yaptığını da söyleyelim.  

Zihin konusunda farklı felsefi geleneklerden temellenen çok sayıda düşünür ve araştırmacının kapsamlı birikimini toparlamak için artık büyük teorilerin zamanı gelmiş gibi görünüyor[4]. İşte günümüzün iddialı nöro bilim araştırmacısı Stanislas Dehaene ve arkadaşları bu ihtiyaçtan yola çıkarak Bütünsel Nöron Çalışma Alanı (The Global Neuronal Workspace Model) modelini ortaya atmışlardır. Bu teori, bilinci modellerken bilinç dışını da kapsamakta ve hatta zihindeki bilinç dışı işlem tiplerinin bir sınıflandırmasını bile ortaya koymaktadır. Bunu yapabilmektedir çünkü zaten “bilinci ayırt edebilmek için bilinç dışı işlemleri titiz bir şekilde kısıtlayarak bilincin dış hatlarını negatif bir fotoğraftaki gibi belirleyebilmişlerdir”. Titiz deneyler ve nöro-görüntüleme teknikleriyle beslenen bu model, halen bilinci etraflıca ele alan ve bilinç dışı dahil pek çok bağlantılı süreci açıklayabilen tek model gibi görünmektedir. Biz şimdilik başka bir bilinç dışının nasıl mümkün olduğunu bu modelde arayalım[5]. Yazarın ifadesine göre, Bütünsel Çalışma Alanı fikri ve ismi Baars’a ait olmakla birlikte kendisi tarafından geliştirilerek bilinci tanımlayan bir model haline dönüştürülmüştür ve bilim camiasına ilk takdimi 1998 yılında yapılmıştır. O yıllardan bu yana ekibin biriken araştırmaları, modelden türeyen onlarca hipotezi test etmiş, yeni kanıtlar eklemiş, komada veya kısmi felçi hastalar üzerinde sınamıştır.

Dehaene bilincin hem tetikte olmak ve hem dikkati kapsadığını ancak bunların bilinci tanımlamak için yeterli olmadığını, anahtar kavramın bilinçli erişim olduğunu söylüyor. Bütünsel Nörön Çalışma Alanı Modeline göre, bilinç uygun malumatı bütünsel olarak erişilebilir hale getirmekte ve çeşitli beyin sistemlerine esnek şekilde yayınlamaktadır. Bilindiği üzere, bilinç alanı oldukça sınırlıdır ve belirli bir anda ancak bir bilgi parçasına odaklanabiliriz. Bilincin temel işlevi, dikkatimizi belirli bir bilgi parçasına yönlendirip bu bilgiyi yaymak üzere nöronal ağ içinde tutmak ve beynin her bölgesi için erişilebilir kılmak için esnek bir şekilde paylaşmaktır. Bilinçli erişim, faal olan ve olmayan nöronların örüntüsünü bütünsel çalışma alanı şebekemizde şekillendirir ve böylece düşünceye biçim vermiş olur. Bütünsel nöron çalışma alanı, karışılıklı bağlantılı olan beyin bölgelerinin yoğun ağıdır. İnsan beyni gelen bilgiyi seçip beyinde yaymak üzere özellikle alın korteksinde uzun mesafeli ağlar geliştirmiştir. Bu ağ sayesinde birbirinden uzak alanlara dağılmış bölgeler mesajları takas ederek senkronize olabilirler. Neden böyle bir ihtiyaç olduğu konusunda Dehaene, korteksin bir çok bölgesinin belli bir işe odaklı olduğunu, eğer teorileri doğruysa, bilincin bu modülerliği telafi eden veya tamamlayan esnekliği beyine kazandırdığı için evrimsel olarak avantaj sağladığına işaret ediyor.

Dehaene, nöro-görüntüleme çalışmalarına dayanarak, beynin hemen her bölgesinin hem bilinçli ve hem de bilinç dışı düşünceye katılabildiğini söylüyor. Dikkat edilirse Dehaene, bilinç dışı bir düşünce olduğunun altını çizmekte ve aynı bilincin işaretçisi olan dalgaları tespit etmiş olmaları gibi, bunu da beyin görüntüleme teknikleri ile ortaya koyduklarını söylemektedir. Model, gelen malumatın önemli bir kısmının bilincin yapısı gereği bilinç alanının içine giremediğini en baştan kabul ediyor. Görünen o ki bizim bilinçli işlem yapma kapasitemiz çok sınırlı ve bilinçli işlem süremiz de oldukça uzundur ve böylece beynin yaptığı işlemlerin hatırı sayılır bir miktarı bilinç dışı gerçekleşmektedir. Ekibin yürüttüğü özellikle eşik altı uyaran deneylerinde insanlar (ve beyinleri) bilinçli olarak algılamadığı uyaranlara da tepki vermektedir. Buna basitçe tepki vermek deyip geçmeyelim, hatırlama, basit matematik işlemler, anlamın aktive olması ve hatta değer biçme ve karar verme gibi daha üst düzey işlemler eşik altı verilen uyaranlarla deneysel olarak başlatılabilmekte veya sonlandırılabilmektedir.

Peki gelen malumat neden bilince ulaşamıyor? Modele göre bunun bir kaç nedeni vardır ve bilinç dışı işlem tipleri de buna göre belirlenmektedir. Eğer uyarana dikkat edilmezse çalışma alanı içine girişi reddedilmiş olur ve bilinç öncesinde kalır. Bilinç öncesi beklemekte olan bilinçtir, zaten kodlanmıştır ve dikkat edildiğinde her an bilinçli hale gelebilir. Modele göre, bu malumat bütünsel çalışma alanı dışında ara bellekte tutulur (tamponlanır). Eğer uyaran düşük şiddette ve nöronal faaliyet bütünsel ateşleme oluşturacak güçte değil ise, çalışma alanı seviyesine ulaşamaz ve eşik altı uyarı olarak kalır. Eşik altı uyarıyı hiç bir şekilde algılayamayız (algılarsak eşik altı uyarı olmaz) ancak davranışlarımıza yön verebilir. Fakat bilinç dışı bilgi stoğumuz bunlarla bitmemektedir. Bağlantısı kopmuş örüntüler, örneğin bütün otonom sistem etkinlikleri, eşik altı değildirler, ancak bütünsel çalışma alanı ile kortikal bağları yoktur. Ancak nefesimizi saymak gibi bir başka duyusal modalitede yeniden kodlarsak algılayabiliriz. Modele göre, nöronal bilginin bilinç dışı kalabilmesinin dördüncü ve son yolu bağlantının zayıflatılmasıdır. Eğer malumat birbiriyle ilgisiz/zıt sayısız nöronun ateşlenmesi yoluyla zayıflarsa bilinçli hale getirilemez. Ancak nöronal seviyede vardır ve mikro örüntüler oluşturur.

Çalışma alanı teorisine göre, nöronal çalışma örüntülerini yalnızca birbirine etkin olarak bağlantılı alan kümeleri oluştururlarsa (bütünsel olarak paylaşılırlarsa) fark ediyoruz. Günlük hayatta bilinçli olarak işlemediğimiz çok sayıda uyarana maruz kalır, sonsuz sayıda malumat ediniriz. Dolayısıyla sinaptik bağlantılarda ya da beyin faaliyetinin mikro örüntülerinde kodlanmış devasa bir bilgi havuzuna sahibiz. Dehaene, bilinç dışı bilginin bu beşinci tipinin, gizli bağlantılar şeklinde sinir sistemimizde kış uykusuna yatmış beklemekte olduğunu söylüyor ve bizi izlemeye devam ediniz diyor.

O halde, başka bir bilinçdışı mümkündür. Her şeyden önce artık bilinç ve bilinçdışı, insan zihinin bir özelliği olarak tanımlanmaktadır ve içeriğine bakılmaksızın (anlamı ister rahatsız edici ister hoş, ister nötr olsun) zihnin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Hatta Bütünsel Nöron Çalışma Modeli, işleri biraz daha ileri götürerek, ölçüye biçiye gelen farklı seviyeli bilinç dışı tipleri bile önermektedir. Bu bir tekliftir ve en azından artık elimizde tartışılabilecek, incelenebilecek ve sınanabilecek bir model bulunmaktadır.

Şüphesiz bu modelin tartışmaya açık çok yönü vardır. Her şeyden önce model, bilinç ile bilinç dışının mahiyetinin ve ifade dilinin aynı olacağı varsayımına dayalıdır. Bu böyle olmayabilir. Halbuki bilinç daha çok söz ile niteliyken, bilinçdışı daha eylemsel/bedensel yollarla ifade buluyor olabilir. Dolayısıyla çok daha temel bir başka dil ile çalışıyor olması olasılığı hesaba katılmalıdır. Kaldı ki insanlar belirli bir durumda bu iki ifade dilini birden kullanarak davranıyor olabilirler. Örneğin ne dediğimizin farkında olarak konuşmaktayken, ne yaptığımızın hiç farkında olmayarak türlü çeşitli yüz ifadeleri ve beden hareketleri sergiliyoruz. Tam olarak ne dediğimiz ve aslında ne demek istediğimiz bu ikisinin birlikteliğinden ortaya çıkıyor ve diğer insanlar bizi bu şekilde anlıyorlar. Bütünsel Nöron Çalışma Modelindeki insan, izole bir adada, zihni olmayan kocaman bir beyin olarak yaşıyor gibidir, çevresindeki her şey onun için birer tasniflenip yerleştirilecek uyaran kümesinden ibarettir. Belki de modelin en temel sorunu budur. İster bilinci, ister bilinç dışını açıklamak istiyor olalım hesaba katılması gereken iki şey var: Etkileşim ve deneyim.

 

Yararlanılan kaynaklar

Dehaene, S. (2018). Bilinç ve Beyin, Alfa Yayınları, İstanbul.

D. J. Hacker, J. Dunlosky ve A. C. Graesser, (Ed.), Handbook of metacognition in education, içinde. New York and London: Routledge.

Schultz, D.P., Schultz, S.E. (2001). Modern Psikoloji Tarihi, İstanbul, 1.Baskı.

Searle, J.R. (2014). Zihnin Yeniden Keşfi, Litera Yayıncılık, İstanbul.

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Eylül 2019 sayısında yayımlanmıştır.


[1] D.P. Schultz, 1981’den Aktaran: Alev Arık (1995), Öğrenme Psikolojisine Giriş, Der Yayınları, İstanbul.

[2] Bu ifade Hacker, Dunlosky ve Graesser’e (2009) aittir.

[3] Bu uzun macerayı kapsamlı bir şekilde öğrenmek isterseniz T. Alıcı tarafından yazılmış ve Metis Yayınları tarafından 2013 yılında basılmış “Gerçek Bir Yanılsama: Bilinç” kitabını okuyabilirsiniz.

[4] J.R. Searle’ün Türkçeye de çevrilmiş ve Litera Yayıncılık tarafından basılmış olan Zihnin Yeniden Keşfi (2014) isimli kitabında bu birikim, eleştirileriyle birlikte ayrıntılı bir şekilde tartışılmakta ve zihni “doğru incelemek” için nelerden kaçınmak gerektiği ele alınmaktadır.

[5] Daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz, S. Dehaene’nin Alfa yayınları tarafından 2018 yılında basılan Bilinç ve Beyin isimli kitabını okuyabilirsiniz.

Psikoloji