Eyvah! Evrim teorisi sadece bir teoriymiş!

Doğal seçilim yoluyla evrim teorisi, Charles Darwin tarafından 1859 yılında yayımlanan Türlerin Kökeni ile ilk kez açık bir şekilde ifade edildikten sonra “içeriden” ve “dışarıdan” çeşitli eleştiriler almıştır ve almaya devam etmektedir. Evrimciler tarafından yapılan iç eleştirilerin pek çoğu, teorinin geliştirilmesine önayak olurken dış eleştirilerin bir kısmı, teorinin bilim topluluğu dışındaki etkilerini kuvvetlendirmeye yarayan bir savunmasının yapılmasını sağlayarak, teorinin çeşitli felsefi yönlerinin ve sonuçlarının açığa çıkmasına yardımcı olmuştur. Ancak dış eleştiriyi yöneltenlerin bazıları bu konuyu sadece ideolojik ve hatta politik bir mücadelenin bir parçası olarak gördüklerinden, tartışmalar kimi zaman kavramsal zeminini kaybederek suçlama, isim takma, körü körüne savunma/saldırı biçimine dönüşmektedir. Ben bu yazıda, özellikle ülkemizde kimi zaman tanık olduğum bazı yanlış anlamaları azaltacağını umduğum bir çözümleme yapmaya çalışacağım. Bu şekilde tartışmanın, en azından evrimciler açısından gerçek kavramsal temel ve dayanakları çerçevesinde yapılmasına katkıda bulunacağımı umuyorum.

Yazımın başlığının da ima ettiği gibi, teori ve bilimsel teori kavramlarıyla başlamak istiyorum. Bazı evrimciler “teori”nin sadece soyut bilimsel sistemlere yüklenebilecek onur verici bir sıfat, bir unvan olduğunu düşünürken evrim karşıtı bazı yaratılışçılar (zeki tasarımcılar (2) vb.) bu terimi, başına “sadece” ekleyerek küçümseyici bir şekilde kullanmaktadırlar. Ben bazı bilimsel olmayan, metafizik, teolojik vb. kavramsal yapıların da (teori olarak adlandırılsalar da adlandırılmasalar da) saygın kavramsal sistemler olabileceklerini düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle, bilimsel teorilerden söz edebildiğimiz kadar metafizik veya teolojik teorilerden de söz edebileceğimizi düşünüyorum. Bu sıfat onlara, aşağıda tartışacağım gibi bir statü kazandırsa da bu, sanılanın aksine o sisteme ne tek başına saygınlık kazandırır ne de onun saygınlığına (eğer varsa) zarar verir. O halde bizim amacımız hangi tür iddiaların teori olduklarını saptamakla kalmayıp, bunlardan hangilerinin “iyi” teoriler olduklarını da belirlemek olmalıdır. fiüphesiz bunun için “iyilik” ölçütlerimiz de olmalıdır. Ben bunların bir kısmına aşağıda değineceğim.

Tartışmaların kimi zaman üzerinde yoğunlaştığı bir diğer kavram varsayımdır (hipotez) ve onun teori ve olgu (fact) ile olan ilişkisi de incelemeye değerdir. Teoriler ve varsayımlar arasında yapılabilecek ayırımın da bir saygınlık ölçütü olmadığını belirtmeliyim. Pek çok felsefeci bu ikisini ayırt edip, öncekine kavramsal olarak daha yüksek bir statü yüklerken, diğerleri böyle bir ayrımın üzerinde pek fazla durmazlar. Kısacası, bu kavramlar arasındaki ayırımın o kadar belirgin olmadığını söyleyebiliriz. Eğer böyle bir ayırım yapılacaksa, bunun temellendirilmesi gerekir. Olguların, varsayım ve teorilerle ilişkisine aşağıda değineceğim. Ama burada kısaca şunu söyleyebilirim: Bir varsayım veya teori kuvvetlenerek bir olguya dönüşmez; çünkü bunlar, görece çok farklı araçlardır. Olgu ile yakın bir ilişki içinde kullanılan ve çok önemli kavramsal ve kullanım işlevi olan bir başka temel öğe ise “önerme”dir. Önermeler, doğruluk değeri olan (yani doğru veya yanlış olan) ve bir iddia belirten cümleler olarak tanımlanır. Birinci tip önermeler olgusal önermelerdir ve bunlar “Dışarıda şu anda kar yağıyor.” gibi tekil önermeler olabileceği gibi, “Bütün kuğular beyazdır.” gibi genel önermeler de olabilir. Bu önermelerin doğruluk değeri, betimledikleri olgularla olan uygunlukları ile belirlenir. İkinci tip önermeler ise, içinde geçen mantıksal veya diğer terimlerin tanımları gereği doğru veya yanlış olan önermelerdir. “Dışarıda şu anda kar yağıyor veya dışarıda şu anda kar yağmıyor.” önermesi (“p veya p-değil” şeklinde genelleştirilebilir) “veya” ve “değil” gibi mantıksal terimlerin tanımları gereği doğrudur. Bu tip önermelerde mantıksal olmayan terimlerin (p, q vb.) doğruluk değerine bir etkisi yoktur. Diğer bir ifadeyle, yukarıdaki örnekte “p”nin ne olduğunun bir önemi yoktur. “Bu kitap kırmızıdır veya bu kitap kırmızı değildir.” önermesi de aynı şekilde doğrudur. İçinde geçen mantıksal terimlerin tanımı gereği doğru olan bu tür önermelere doğrusal geçerli önerme (totoloji) adı verilir. Benzer şekilde, “Evli olmayan erkekler, bekâr erkeklerdir.” önermesi ise mantıksal olmayan terimlerin (“evli olmayan erkekler” ve “bekâr erkekler”) tanımları gereği doğrudur. “Evli olmayan erkekler” ve “bekâr erkekler” anlamca aynı olduklarından, bu önermenin genel biçimi “p, p’dir” olur. Bu önermelere analitik önerme adı verilir. Pek çok bilim felsefecisine göre her önerme, yukarıdaki iki tip önermeden birinin içinde yer almak zorundadır. Bu iki grubun dışındaki ifadeler anlamsız sözcük dizileridir. Bu felsefecilere göre metafiziğin veya teolojinin önermeleri ya anlamsız ifadelerdir ya da doğrusal geçerli (veya analitik) önermelerdir. Her iki koşulda da bize yeni bir şey söylemezler. Bazı felsefecilere göre metafizik önermeler, doğrusal geçerli önermeler olsalar da bize bazı önemli sezgileri (ön kabulleri) ifade ettikleri için önemli olabilirler. Bunlar, matematiğin önermeleri gibi, yeni bilgi sağlamasalar da araçsal bir değere sahiptir.

Yasalar, kuvvetli bir şekilde belgelenmiş (confirmed) veya henüz yanlışlanmamış genel önermelerdir. Belgeleme veya yanlışlama, sadece olgular yoluyla gerçekleştirildiğinden sadece bilimsel yasalardan söz etmek daha uygundur. Ancak mantık, hukuk ve ahlak yasaları gibi norm koyucu yasalar bir yana, bazen çeşitli bilimlerde saf matematiksel ifadeler yasa olarak adlandırılır. Örneğin Hardy-Weinberg Yasası, biyolojinin bir yasası olarak kabul edilir; ancak bu “yasa”, çeşitli alanlara uygulanabilecek matematiksel bir modeldir (3). Diğer bir ifadeyle içi ampirik olarak “boş”tur ve dolayısıyla çeşitli şekillerde doldurulabilir. Bu tür ifadelerin önemi, işe yararlılıklarındadır.

Yukarıdaki tanımda da belirttiğim gibi önermeler, iddia belirten cümlelerdir. Önermeler, “Dışarıda şu anda kar yağıyor.” ve “Bütün kuğular beyazdır.” gibi betimleyici veya “Sigara kansere neden olur.” ve “İki kütle arasındaki çekim kuvveti bu kütlelerin çarpımıyla doğru, aralarındaki mesafenin karesi ile ters orantılıdır.” gibi açıklayıcı iddialar olabilir.

Varsayımlar da önermeler veya önerme kümeleridir ve dolayısıyla onlar da iddialardır. “Himalaya Dağlarının en yüksek yeri, Everest Tepesi’dir.” gibi tekil ve “Bütün kuğular beyazdır.” gibi genel önermelere de, sırasıyla tekil ve genel varsayım denilebilirse de -daha yaygın olarak birden çok- tutarlı bağdaşık önerme gruplarına varsayım denilir. Örneğin, Kretase-Tersiyer aralığında meydana gelmiş toplu yok oluşların bir meteor çarpması sonucu gerçekleşmiş olduğu iddiası sadece “Kretase sonunda bir meteorun çarpması nedeniyle dünyadaki canlıların pek çoğu yok olmuştur.” gibi bir varsayım değil, meteorların kimyasal bileşimleri, dünyaya meteor çarpma olasılıkları, çarpmanın etkileri vb. birçok iddiadan oluşan bir önermeler kümesidir. Tek bir önermenin ya da bir önermeler kümesinin varsayım olarak adlandırılmasının kesin bir kuralı yoktur. Bu sadece bir uzlaşımdır ve bilim insanlarının birbirleriyle iletişimi (aynı terimleri kullanmaları) açısından önemlidir. Ampirik varsayımlar (varsayımlar genellikle bu tür önerme kümeleridir) belgelenebilir/yanlışlanabilir kuramsal öğelerdir.

Varsayımları teorilerden ayıran asıl özellik, varsayımların uygulama alanlarının daha dar olmasıdır. Teoriler birden çok varsayımı tutarlı bir şekilde bir araya getirmiş, bağdaşık kavramsal sistemlerdir. Sanılanın aksine, teorilerin, teori statüsüne yükselmeleri için kuvvetli bir şekilde belgelenmiş olmaları gerekmez; çünkü teorilerin çoğu ilk ortaya atıldıklarında kuvvetli bir şekilde belgelenmiş olmazlar. Zaman içinde ya belgelenir ya da yanlışlanırlar. Ama bir teori, varsayımdan farklı olarak sadece birkaç görüngüyü açıklama amacıyla ortaya atılmaz. Bir teori, daha önce çok farklı gibi görünen görüngüleri açıklayarak bütünleştirebilir. Örneğin Newton Fiziği olarak adlandırılan sistem bir teoridir; çünkü başka şeylerin yanında daha önce birbirinden tamamen farklı gibi görünen çeşitli görüngüleri (gezegenlerin ve sıradan cisimlerin davranışlarını) birkaç yasa (dört temel yasa) ve varlık (kütle, kuvvet, hız) ile açıklayabilir. Her ne kadar evrim teorisi bir çeşit görüngüyü (bu gezegende ortaya çıkmış olan canlıların değişimi ve çeşitliliğini) açıklama iddiasında olduğu için bir varsayım, hatta, “Dışarıda şu anda kar yağıyor.” gibi tekil bir varsayım gibi görünse de, yeryüzünde ortaya çıkan bu değişim ve çeşitlilik o kadar farklı görüngüleri içinde barındırır ki bunların açıklanması, farklı kavramsal araçların kullanılmasını gerektirdiğinden evrim teorisinin bir teori olduğundan söz etmek tamamıyla akla yatkındır ve genel kabul ve anlayışlarla çelişmez.

O halde evrim teorisi bir teoriyse, onun “sadece bir teori” olduğu iddiasının anlamı ne olabilir? Bu iddia, evrim teorisinin başarısız, belgelenmemiş, tutarsız vb. olduğu anlamına geliyorsa bu gerçekçi değildir; çünkü evrimsel biyologların şimdiye kadar yapmış olduğu çalışmalar bunun tersini göstermektedir. Kuşkusuz evrim teorisinin açıklayamadığı veya yeterince iyi açıklayamadığı bazı görüngüler vardır; ancak bu tüm teoriler için geçerlidir. Diğer bir yorum ise, evrim teorisinin sadece bir teori olduğunu söyleyerek alternatif “teoriler”e yer açmak olabilir. Bu yorum, yaratılışçıların Amerika Birleşik Devletleri’nde yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde başlayarak lise fen derslerinde, en azından evrim teorisi ile birlikte yaratılışçı teorilerin de öğretilmesi için sürdürdükleri çabalar göz önüne alındığında akla daha yatkın gibi görünmektedir. Yaratılışçılara göre, eğer evrim teorisi sadece bir teoriyse o zaman başka teoriler de lise fen derslerinde öğrencilere öğretilmelidir. Bu durumda öncelikle yaratılışçı görüşlerin, en azından bazılarının teori olup olmadıklarını, eğer teoriyseler, evrim teorisine alternatif oluşturan bilimsel teoriler olup olmadıklarını incelemeliyiz.

Yaratılışçı olarak adlandıracağımız iddiaların tarihi çok eskiye, antik çağlara kadar uzanmaktadır. Ancak benim ele alacaklarım, özellikle 18. yüzyılın sonlarında başlayarak ileri sürülen (günümüze kadar da çeşitli sürümleri ortaya çıkmış), öncekilere göre daha bütünlüklü olanlarıdır. Yazımın başında söylediklerime dayanarak, yaratılışçı görüşlerin bazılarının varsayım veya teori olarak adlandırılabileceğini söyleyebiliriz. Bu yorum, bu iddialara bir statü kazandırsa da endişe etmeye gerek olmadığı kanısındayım; çünkü gözümüzü kapayarak ya da isim takarak (veya bir isimden mahrum bırakarak) onları yok sayamaz, değersiz kılamayız.

Bu durumda, eğer bu iddialar teori ise bu onlara ne tür bir statü kazandırır? Bence bu, söz konusu teorilerin şimdiye kadar varlıklarını sürdürmelerini ve yüzlerce yıldır, kimi zaman dönemin en parlak düşünürleri tarafından (bir dönem Darwin’in de bu görüşlere sıcak baktığını hatırlamakta yarar var) ciddiye alınmalarını ve hatta sahip çıkılmalarını açıklayabilir.

Yaratılışçı teorilerin ne tür teoriler olduğunu açığa çıkarmamız gerekmektedir. Bunlar metafizik teoriler midir, yoksa evrim teorisi gibi bilimsel teoriler mi? Yaratılışçı teorilerin çıkış noktası olan tasarım argümanının tarihi 13. yüzyılda yaşamış Aquinaslı Aziz Thomas’a kadar gider. Bu argüman Thomas’ın tanrı ispatlarından beşincisidir ve kısaca, insan ürünü olmayan varlıkların amaçsallıklarından hareketle (bunu ispatlamaz sadece kabul eder) bu amaçsallığın ancak tanrı tarafından verilmiş olabileceği sonucuna ulaşır. Daha sonraki görüşler bu ispatı, bir anlamda tersyüz ederek tanrının varlığını değil, “tanrının varlığını kabul ederek” dünyadaki düzenliliklerin ancak tanrı tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini iddia ederler. Zeki tasarım gibi daha yakın tarihli olanlar ise, tanrı düşüncesine başvurmadan, indirgenemez karmaşıklık olarak adlandırdıkları bazı uyarlanımların (adaptasyon) ancak zeki (ama doğaüstü olmayan (4)) bir müdahale ile gerçekleştirilmiş olabileceğini iddia ederler. Bu manevra, ilk bakışta önemsiz gibi görünse de bu teorilerin bilimsel teoriler olduğu iddiasının temelini oluşturur. Eğer bir teori tanrının varlığını ispatlamak için ortaya atılmışsa onun metafizik-teolojik bir teori olduğunu iddia etmek çok daha kolaydır. Ama eğer bir teori doğal varlıkları veya onların bazı özelliklerini açıklamak için ortaya atılmışsa, onu çok kolay bir şekilde metafiziksel-teolojik bir teori olarak sınıflandıramayabiliriz. Kuşkusuz buna rağmen, doğal  görüngüleri  açıklamak için ortaya atılmış olsa da, zeki tasarım teorisi metafizik bileşenlere (tanrı) sahip olduğu için metafiziksel bir teoridir denilebilir.

Ancak, birçok bilimsel teori metafizik bileşenlere sahip olduğu için bu iddiayı yeterli bulmuyorum. Hatta evrim teorisinin metafizik bir sistem olduğunu söyleyen Karl Popper gibi felsefeciler de çıkmıştır. Bir teorinin metafizik bileşenlerinin olması istisna değil neredeyse bir kuraldır. O halde metafizik bileşenler tek başına bir teoriyi bilimsel bir teori olmaktan alıkoymayacaksa, zeki tasarım gibi bir teorinin bilimsel bir teori olup olmadığı konusunda neler söylenebilir?

Popper’in Yanlışlamacı Modeli bu konuda bir ölçüt sağlamaktadır. Bu modele göre yalnızca yanlışlanabilir önermeler bilimseldir. Bir önermenin yanlışlanabilir olması bu önermenin olgularla test edilebilir olduğu anlamına gelir. Örneğin “Şu anda dışarıda kar yağıyor” önermesi, gözlemlenebilir bir olay hakkında olduğu için yanlışlanabilirdir. (Yanlışlanabilirliği, yanlışlanmayla karıştırmamak gerekir. Bir önermenin yanlışlanabilir olması yanlış olduğu anlamına gelmez. “Şu anda dışarıda kar yağıyor.” önermesi eğer dışarıda kar yağıyorsa doğrudur.) Bir teorinin yanlışlanabilir olması ise, bu teoriden yanlışlanabilir önermelerin çıkarsanabilir olup olmamasına bağlıdır. Dolayısıyla yaratılışçı kuramların, en azından bazıları sanılanın aksine bu modele göre yanlışlanabilirlerdir. Örneğin günümüz zeki tasarım teorilerden bazı Ampirik iddialar çıkarsayabiliriz: “Zeki bir tasarımcı, indirgenemez bir karmaşıklığa sahip olan insan gözünü yaratmıştır.” önermesinden “İnsanların gözü vardır.” önermesini çıkarsayabiliriz. İnsanların gözü olduğunu iddia eden bir önermenin yanlışlanabilir olduğu açıktır. O halde zeki tasarım gibi, en azından bazı yaratılışçı teoriler bilimsel teoriler midir? Eğer öyleyse, bu teorileri lise fen derslerinde öğrencilere öğretmek zorunda mıyız? Bence bu sorunun çeşitli yanıtları var ama bunların çoğunun Popper’in modelinin vaat ettiği kadar kolay yanıtlar olmadığını düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle bilimsellik ölçütünün bir turnusol testi mevcut değildir.

Popper’in modeli hakkındaki olumsuz görüşüme rağmen, bu modeli tartışmaya devam etmek istiyorum; çünkü zeki tasarım teorisine karşı çıkan birçok kişinin Popper’in görüşüne yakın bir bilim anlayışı olduğunu tahmin ediyorum. Bu tartışma bize bazı ipuçları verebilir. Diyelim ki Popper’in modeli veya ona benzer bir modeli kabul ediyoruz. Bu durumda zeki tasarım teorisinin lise fen derslerinde okutulmasını kabul etmek zorunda mıyız? Bu sorunun yanıtı şu gerekçelerle “Hayır” olabilir. Popper’in modeli bir teorinin bilimsel olup olmadığını söylüyor; ama buna rağmen zeki tasarım teorisinin iyi bir bilimsel teori olmadığından söz edebiliriz. Popper’in modeli bu konuda da bir şeyler söylüyor. Ona göre bir teorinin kolayca yanlışlanabilir olması, o teorinin ampirik içeriğinin zengin olduğuna ve/veya gerçekleşmesi zor bazı olayları öngördüğü anlamına gelir. Eğer bir teori çok çeşitli görüngüler hakkındaysa bu teoriyi yanlışlayabilecek birçok önerme bu teoriden çıkarsanabilir. (Bu durum bu teorinin, onu yanlışlayabilecek bu önermelerin hepsiyle yanlışlanacağı anlamına gelmez. Bu önermelerin hiçbiri teoriyi gerçekten yanlışlamayabilir.) Diğer taraftan bir teori o kadar beklenmedik öngörülerde bulunabilir ki bu teorinin yanlışlanabilme olasılığı artar. Ama onu yanlışlayabilecek bu öngörüler doğru çıkarsa bu o teorinin (doğru değil, ama) iyi bir teori olduğunu gösterir; çünkü çok zor bir testi başarıyla geçmiştir. Biraz önce de söylediğim gibi, zeki tasarım teorisinden çıkarsanabilen yanlışlanabilir öngörüler vardır. Zeki tasarım teorisinden buna benzer başka öngörüler de çıkarsanabilir. Ancak bu örneklere rağmen, bu örneklerin sayısının ve çeşidinin çok fazla olduğu kanısında değilim; çünkü onların indirgenemez karmaşıklık kavramıyla neyi kastettikleri çok açık değildir. Eğer indirgenemez karmaşıklık, herhangi bir parçası dahi çıkarılsa bir sistemin işlevini tamamen kaybedeceği anlamına geliyorsa, bir sistemi parçalarına ayırmanın tek bir yolu olduğu iddia ediliyor, demektir. Bunun doğru olmadığı çok açık. Gerçekten de yarım göz, yarım görüş sağlamaz. Ama gözü o şekilde parçalarına ayırabilirsiniz ki, bazı parçaların eksikliğine rağmen daha “zayıf” da olsa gözün bir işlevi olabilir. Kilit kavramlarındaki bu önemli belirsizlik teorinin yanlışlanabilirliğini azaltmaktadır.

İkinci sorun ise bu teorinin pozitif iddialardan çok negatif iddialara dayanıyor olmasıdır. Yani onlar daha çok, indirgenemez karmaşıklık adını verdikleri bir tür görüngünün evrim teorisiyle açıklanamayacağını söylemekteler. Evrim teorisi hakkında söylediklerinin tamamı doğru olsa bile bu, zeki tasarım teorisini iyi bir teori yapmaya yetmez; çünkü her teori kendi başarılarıyla değer kazanır, rakibinin zayıflıklarıyla değil. Dolayısıyla, yukarıda da söylediğim gibi “teori” veya “bilimsel teori” yüklemleri bir düşünceye/iddiaya verilen unvanlar değildir. Zeki tasarımcılar, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki mücadelelerini kazanmak için çeşitli stratejilere başvurabilirler ama teorilerinin bilimsel bir teori olduğunu gösterebiliyor olmaları, politik kazanım dışında bir anlam taşımaz. Zeki tasarım düşüncesi bir teori, hatta bilimsel bir teori olsa da evrim kuramına gerçekten rakip olması için iyi bir teori olması gerekir. Bilimsel veya değil, yaratılışçı teorilerin iyi teoriler olduğunu düşünmüyorum; çünkü bu teorilerin, örneğin son yüz elli yılda ne tür önemli ve yeni bilimsel araştırmalara kapı araladığını, farklı ne tür görüngüleri bütünleştirdiğini, açıkladığını duymak isterim. Onlar son yüz elli yıldır, kendilerinden önceki teorilerin söylediklerini, yeni bazı örneklere uygulamaktan daha ileri gidememişlerdir. Bu teoriler son yüz elli yıldır sadece kendi kavramsal klonlarını üretmekten başka bir yenilik yapamamıştır. Yaratılışçı teoriler bilimsel teoriler olsalar bile, bugüne kadar çoktan sahneyi terk etmesi gereken teorilerdir ama çeşitli ideolojik ve siyasal nedenlerle yerlerini korumaya çalışmaktadırlar.

Sonuç olarak, evrim teorisi sadece bir teori midir? Evrim teorisi sadece bir teori değildir. O, iyi bir teoridir. Evrim teorisinin iyi bir teori olduğunu gösteren sayısız örnek, defalarca evrimsel biyologlar tarafından anlatıldı. Benim de üzerinde durmama gerek olmadığı kanısındayım. Ben evrim teorisinin iyi bir bilimsel teori olmasının ötesinde başka özellikleri de olduğunu düşünüyorum. Evrim teorisi, giderek bir “üst teori”, bir “süper teori” olma yolundadır. Doğal seçilim ve evrim düşünceleri, evrimci filozof Daniel Dennett’ın deyimiyle, evrensel bir asit gibi, eski tutum ve düşünceleri eritiyor. Richard Dawkins’in dediği gibi, Evrensel Darvinizm artık her yerde. Çoktan jeoloji, ekoloji, sosyoloji, psikoloji gibi birçok bilimi değiştirmeye ve dönüştürmeye başladı. İktisat ve kültür tarihi gibi daha başkalarına model oluşturuyor. Felsefenin bile insan doğası, zihin felsefesi, etik gibi en önemli konu ve alanları da evrimci düşüncelerden etkileniyor. Ancak bu arada evrimsel biyoloji kendi evrimini tamamlamış değil. Değiştirirken değişiyor, dönüştürürken dönüşüyor. Model oluştururken, oyun teorisi gibi modelleri içine alarak evrimsel oyun teorisini geliştiriyor. Yeni bir sentezin kapıda olduğunu düşünen bilim insanlarının sayısı azımsanacak gibi değil. Bu gelişmeler karşısında zeki tasarımcıların, zeki bir tasarımcıdan daha fazlasına ihtiyaçları olabilir.

Dipnotlar

  1. “Teori” yerine “kuram” tercih etmeme rağmen bu bağlamda bu şekilde kullanıldığı için ben de bu terimi kullandım. Ayrıca ‘evrim teorisi’ ile Darvinci evrim teorisini kastediyorum.
  2. Her ne kadar Türkçe kaynaklarda “akıllı tasarım” yaygın olarak kullanılmaktaysa da iki nedenle “zeki tasarım”ı tercih ediyorum: Birincisi, “zeki tasarım”, İngilizce aslı “intelligent design”a daha sadıktır. İkincisi, akıl, zekâdan çok daha fazlasını ima etmektedir ve zeki tasarımcıların bu fazlalığı kastettiklerini veya iddialarının bir parçası olarak ona ihtiyaç duyduklarını düşünmüyorum.
  3. Biyolojik Hardy-Weinberg yasası şu şekilde ifade edilebilir: “Bir populasyonda belli bir lokustaki A genlerinin olasılığı p ve a genlerinin olasılığı q ise, AA, Aa ve aa genotiplerinin olasılıkları sırasıyla p2, 2pq ve q2 olur.” Bu yasa bir başka içerikle şu şekilde ifade edilebilir: “Eğer tura gelme olasılığı p ve yazı gelme olasılığı q olan iki bozuk para ile bağımsız olarak yazı tura atılırsa, aynı anda iki tura, bir yazı ve bir tura ve iki yazı gelme olasılıkları sırasıyla p2, 2pq ve q2 olur.” Görüleceği gibi ikisi de aynı soyut matematiksel formun farklı içeriklerdeki ifadeleridir. (Bu iki yasa ifadesi Elliott Sober’in 1993 yılında basılmış olan Philosophy of Biology kitabının 71-72’nci sayfalarından alıntılanmıştır.)
  4. Evrimciler bu tutumu taktik bir manevra olarak görüyorsalar da ve zeki tasarımcıların gönlünde doğaüstü bir yaratıcı yatıyor olsa da teorilerinin doğaüstü bir tasarımcıya ihtiyacı olmadığı açıktır. En azından Michael Behe gibi zeki tasarımcılar açısından bu tutumun politik bir taktik olmaktan çok kavramsal bir kolaylık getirdiği için tercih edildiğini düşünüyorum; çünkü tanrı gibi doğaüstü bir varlığa başvurmanın getirdiği kolaylıklar yanında zorluklar da vardır. Tanrı şu ya da bu canlıyı şöyle ya da böyle yaratmıştır, diyerek tanrının neyi hangi amaçla yaptığının, yani onun amaçlarının anlaşılabilir olduğunu ima etmiş oluyorsunuz. O zaman da evrimcilerin, mutlak güçlü ve iyi tanrının neden oldukça kötü işleyen canlılar yarattığı sorusunun yanıtlanması güçleşiyor. Böyle bir iddiaya karşı, “Tanrının neyi neden yaptığı bilinemez.” diyebilme olanağını ortadan kaldırıyorsunuz.

Prof. Dr. Ayhan SOL
ODTÜ Felsefe Bölümü

 

    Felsefe