Felsefenin sefaleti!

Yazan
Prof. Dr. Remzi Demir
nkara Üniversitesi DTCF Bilim Tarihi Ana Bilim Dalı
Yazının Okunma Süresi
2 dakika

Hiç şüphe yoktur ki, Cumhuriyet döneminde Türkçe felsefe literatürü, önceki dönemlerle mukayese edilemeyecek ölçüde gelişti.

Telif-tercüme felsefe tarihleri, sözlükleri, ansiklopedileri, monografileri felsefî araştırmalar için sağlam bir zemin hazırladı.

Eskiçağ’ın, Ortaçağ’ın, Yeniçağ’ın büyük filozoflarının ve düşünürlerinin temel yapıtları dilimize aktarıldı.

Akademide (süreç içinde) elliyi aşkın Felsefe Bölümü kuruldu; buralarda öğrenciler ve araştırmacılar yetiştirildi; yüzlerce mastır ve doktora tezleri yazdırıldı.

Sözün özü, felsefe yapmak için gerekli olan beşerî ve gayr-ı beşerî imkânlar aşağı yukarı temin edildi.

Buna karşın, yeni şeyler söyleyen bir filozofumuz veya bir felsefî öğretimiz var mı?

Dürüst olalım!

Ne yazık ki yok ve böyle giderse de olmayacak...

Acaba neden?

Bunun elbette birçok nedeni olmalıdır; bunlar belirlenmedikçe ve giderilmedikçe, Türkiye’de felsefî düşüncenin gelişmesi olanaksız görünmektedir.

Bilim Tarihi’nde uygulanan bir yaklaşım biçimini (bu nedenler konusunda sağlıklı bir tartışma ortamı yaratabilmek için), felsefe tarihine de uyarlamanın yararlı olacağını düşünüyorum.

Bu sosyolojik yaklaşım şudur: Felsefe de, esasında din, ideoloji ve bilim gibi bir episteme (bilgi) türü olduğu için, “filozoflar” denilen bir epistemik cemaatin mahsulüdür. Öyleyse, söz konusu yetersizliğin nedenlerini sorgularken bakılması gereken en doğru yer Filozoflar Cemaati olacaktır.

Şu halde sorumuzu şöyle değiştirebiliriz:

Felsefeciler cemaatinin araştırma ve öğretim faaliyetleri, neden özgün bir felsefî öğretinin veya akımın ortaya çıkışıyla sonuçlanmamaktadır?

Bunun dışsal ve içsel nedenleri bulunmaktadır. Şimdi bunlardan önemli olduğunu düşündüğüm birkaç tanesini burada sunmak istiyorum.

 

Dışsal nedenler

Hükümetlerin benimsedikleri resmî ideolojiler, sağlıklı bir düşünce ortamının gelişimine engel olmuştur; çünkü felsefenin eleştirel doğası, ideolojilerin dogmatik veya yarı-dogmatik yapısı için bir tehdit olarak algılanmıştır ve algılanmaktadır. Bu durum hiç şüphe yoktur ki (özellikle de akademide çalışan) filozofların veya filozof namzetlerinin cesaretinin kırılmasına yol açmıştır.

Halkın felsefeye ve filozofa bakışı da (son yıllarda felsefe eserlerine yönelik merak giderek artmış olsa da) büyük ölçüde menfîdir; muhtemelen asırlar öncesine uzanan ve dinî kaygılardan kaynaklanan “felsefe karşıtlığı” veya “felsefe düşmanlığı”, bu tutumun şekillenmesine katkıda bulunmuş olmalıdır.

Öğrenciliğimiz sırasında muhterem bir hocamız şöyle diyerek “toplumsal bilinçaltının tepkisi” konusunda bizleri uyarırdı: “Sakın sağda solda Felsefe Bölümü’nde okuduğunuzu söylemeyin... Yoksa hemen şöyle sorarlar: Allah’a inanıyor musun?”

 

İçsel nedenler

Genellikle skolastik yöntemin geçmişte kaldığı ve bugün artık hükmünü yitirdiği sanılır; ancak hiç de öyle değildir. Dünün otoriteleri olan İbn Sînâ’nın, İmam Gazzâlî’nin ve Muhyiddin ibn el-Arabî’nin yerini, bugün Avrupa’nın ve Amerika’nın meşhur filozofları almıştır. “Felsefe Yapmak”, umumiyetle bunların muhtelif alanlardaki söylemlerini aktarmak ve yorumlamak olarak algılanmaktadır. Bu durum, düşünceyi kendi özgün toplumsal koşullarından ve sorunlarından kopardığı için felsefenin mekân-dışı ve toplum-üstü bir faaliyet haline dönüşmesine ve kısacası yararlı bir etkinlik olmaktan çıkmasına yol açmıştır.

Pozitivizm ve Yeni Pozitivizm öğretilerine karşı senelerden beri yöneltilen ideolojik saldırılar, Felsefe Camiası’nda bilimin itibardan düşmesiyle sonuçlanmıştır. Oysa bilim, malum olduğu üzere dünya üzerine en doğru ve güvenilir bilgiyi üretir; bunu dikkate almayan ve sorgulaması esnasında kullanmayan bir felsefî faaliyet, kısa bir süre içinde gerçekle olan irtibatını koparır ve kendi asılsız varsayımları içinde dolaşarak kötürümleşir. Türkiye’deki bilim-karşıtlığı felsefecileri de derinden etkilemiş ve onların varlıkla olan ilişkilerini büyük ölçüde bozmuştur.[1]

Burada sıraladığımız içsel ve dışsal nedenler daha da çoğaltılabilir ve o oranda gerçek resme daha da yaklaşılabilir.

Benim önerim şudur: Geleceğin filozofları, öncelikle bu nedenleri giderecek çözümler üretmelidirler; çünkü yol üzerindeki engeller kaldırılmadan yolculuk başlamaz!

 

---

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Ağustos 2019 sayısında yayımlanmıştır.

 

[1] Meselâ 25 Ocak 2018’de Gazete Duvar’da yayımlanan bir makalede şöyle denilmektedir: “Pozitivizm haddini bilmekte zorlanan anlayışlar yeşertti. Felsefe ile ilgilenmeyen, kitap okumayan yine de her konuda fikri olan nesiller yarattı.”; bkz., Gülgün Türkoğlu, “Pozitivizm Canımıza Okudu”, Gazete Duvar, www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/01/25, (2. 04. 2019). Şimdi felsefecilere soruyorum: Bu sav, doğru mudur?

Felsefe
Etiketler
felsefe
islam felsefesi ve bilimi
bilim
bilim tarihi