Yaşamdan hayata insan olmak

Ne öğretim üyeleri gördüm, gündemlerinde hakikat yok. Hakikati dar dünya görüşlerine indiriyorlar. Diyelim ki “hakikat” çok metafizik, ulaşılmaz, “uçuk” bir kavram. Ne felsefeciler gördüm, gündemlerinde hakikat yok.

Peki, şairler? Arayabilirler mi hakikati şiirle? Öykücüler, romancılar, denemeciler? Hakikatle aranız nasıl?

Siz siyasetçiler, hakikate yolculuğunuz var mı? Onlar çoktan hakikati bulmuşlardır, buldukları için siyaset yaparlar.

Bilimin gündeminde hakikat olmayacaksa, kimin, neyin gündeminde olabilir ki? Bilimle yolculuğumuz en güvenilir yolculuk değil mi? En çetin ama en açık, en sorgulayıcı bir arama yolu değil mi?

Bilimden korkusu olanlardan korkarım. Bulmuşlardır. Bulmuşlardan korkarım. Onların kibirlerinden, dar kafalı, sığ bakışlarından, hakikat korkularından korkarım. İnandıklarının boş olabileceği kuşkuları onları yer bitirir ama bu kuşkuyu inanç topluluklarına sığınmayla gidermeye çalışırlar. Dünya, hakikati arama inancını yaşayan insanların varlığıyla kültür olarak zenginleşebiliyor. Bilim insanları, sanatçılar, ötekine açık inanç insanları dünyayı yaşanır kılıyor. Hakikati arayanlar, yaşamdan hayata çıkmaya çabalayanlardır.

Yaşamda kalma ile hayatta olma arasındaki derin uçurum bin yıllardır kapanamıyor. İnsan yaşamdan hayata çıkamıyor. Yaşam, karın tokluğuna çalışan, ölmemek için hiçbir yüksek değere yaslanmadan ölesiye savaşan insanların serüveni. Karnı doysun, barınsın. Çocukları olsun. Ama dünyadaki varlığımız sadece yaşamdan oluşmuyor. İnsan, yaşama tutsak bir varlık değil ki. Düzen, insanı yaşama kilitliyor. Hayatın varlığından habersiz nice yaşayıcılar var dünyada. Oysa insanın bir canlı türü olarak bu gezegendeki varlığı hayatı tanıma, oluşturma olanağı veriyor ona. Hayat körlemesine yaşanan sözde kültürden oluşmuyor yalnızca. İnsan okullar bitirebilir, diplomalarla donatabilir duvarlarını ama hâlâ yaşamda kalmış olabilir. Canının farkına varıp canını oluşturamadığı için. Bilgisi canıyla bütünleşemeyen, gördüklerini, yaşadıklarını canında yoğuramayan hayatı sezemez. Sezer de bulanık kalır sezdikleri. Nice okumuşlar gördüm, yaşadıkları üstüne yorumları oradan buradan edinilmiş kopyalardı. Canlarıyla düşünmek yerine, körü körüne bağlandıkları buyurgan görüşlerin, inançların ağırlığı altında ezilmişler, kendilerini içine attıkları sürünün en güvenilir yerinde rahat ettirmeye çalışıyorlardı.

Düşünmek, canıyla düşünmektir. Bedeni, duyguları, aklı, yorum gücü, düş gücü ve dünyayla ilişkileri ile. Oysa birçoğumuz “aklımız”, “zihnimizle”, “beynimizle” düşündüğümüzü sanırız. Düşünmek, insan bireyinin eko-biyolojik varlığını, genetik, kültürel geçmişiyle ilişkisini gerektirir.

Yaşamda sıkışan, en soyut, en ince kuramsal bilgileri bile somut düzleme indirgeyerek anlamaya çalışır. Hayatın ürünlerini, sanatı, düşünceyi, bilimi, geçmişten gelen birikimi hep bir “çıkar” sorunu olarak görür. “Bunu böyle düşünür ve anlarsam günaha girer miyim, inançlarıma aykırı bir çizgide mi olurum?” sorgulaması yapar. Açılmaktan korkar. Açık olmaktan, kendisiyle karşılaşmaktan, ona konulan sınırları aşmaktan ödü kopar. Boğulacağını düşünür. Daha zeki olanları, gerçekleştirdikleri açılmaları kendilerini haklı çıkarmaya çalışarak kapatırlar. Durumlarını kitabına uydururlar. Kitap sabittir. Durumlar değişir. Kitap yorumları değişmez. Kitaptan değişmeyen anlamıyla ne anlıyorlarsa “hakikat” odur. Bulmuşlardır. Aramanın ihanet olacağını düşünürler. “Biz bulmuşlardanız, aramak görüşlerimize ihanettir” diye düşünürler.

Oysa has görüş sahibi arayandır. Görüşü vardır elbette. İnancı vardır. Görüşü de, inancı da eleştiriye, yenilenmeye, tartışmaya açıktır. Görüşünü yenileme, tazeleme cesareti olmayan insan, insanlık için büyük bir tehlikedir.

“Görüşüm yanlış değil ki yenileyeyim” diyebilirsiniz. Görüşünüz sürekli olarak yeni olgularla karşılaştıkça onlarla hesaplaşmak durumundadır. “Görüşüm doğruysa değişmez” diyorsanız, ortada bir sorun var demektir. Görüşünüzün ana hatları olduğu gibi kalsa da karşılaşılan yeni olaylarla yeni yorumlara gereksinimi olacaktır.

Yanardöner olmak, bugün böyle, yarın şöyle olmak değildir değişmek. Tazelenmektir, canlanmaktır, kokuşmamaktır. Can tazelik ister. Bedenimizde sürekli yenilenen hücreler, bize bunu söylemiyor mu? Kendini yenileyip olup bitene farklı ışıklar tutan bilim, bunu göstermiyor mu?

Memur yaşayıcı yaşamdan hayata çıkamaz. Ne öğrendiyse öyle kalır. Kalakalır. Çıkamaz hayata. Kendi canının öyküsünü yazamaz, kendi yorum gücünü buyurgan güçlere teslim eder. Memur yaşayıcı, akademisyen de olabilir, sözde şair, sözde sanatçı, sözde düşünür de.

Bize hayatın varlığını gösteren can yorumcuları, bilim insanları, kültür insanları, sıkıştığımız yaşam kafesinden çıkış olanaklarını geçmişte olduğu gibi gelecekte de sunmaya devam edeceklerdir.

Prof. Dr. Ahmet İNAM
ODTÜ Felsefe Bölümü

Can Pınarından
Etiketler
ahmet inam
Can Pınarından
felsefe
varoluş
yaşam
bilim ve ütopya