Öznelliği, genellikle keyfilik olarak anlayan bir toplumuz. İncelemeden, aklına estiği gibi, kaynaklara, belgelere, bilgilere dayanmadan konuşmadır öznel konuşma. “Nesnel” ve “bilimsel” olmadıkça söylediklerimiz, yazdıklarımız değersizdir. Değer, geçerli kuramları, gerekli terminolojiyi beklenen bir “entelektüel” dille ortaya koyduğunuzda belirir. İşte sıkıntı da tam bu noktadadır: Öznellikten kaçayım derken basmakalıp bakış biçimlerine, sığ düşüncelere mahkûm oluyoruz. “Nesnel” ya da “bilimsel” olduğunu düşündüğümüz kuramları, bilim insanı, filozof, yazar adlarını kullanmadan düşüncelerimizi anlattığımızda, anlattıklarımızın değersiz olduğunu sanıyoruz. Ne kadar bilgili, donanımlı, özgün düşünce sahibi olduğumuzu göstermek için söylediklerimize gerekli gereksiz eklemeler yapıp, asıl derdimizi anlatmada sıkıntı çekiyoruz. Kendi sığ, dar, kalıp düşüncelerimizin üstünü sözde “nesnel-bilimsel” bilgiyle örtüyoruz.
Kendimiz olarak düşünce meydanına çıkmak cesaret ister; donanım, deneyim, emek, sorumluluk, yaratıcılık gerektirir. Kendimiz olarak çıkamazsak ülkenin kültürüne, kendimizdeki özgünlüğü ülkenin özgünlüğüne katamazsak, insanın bu gezegendeki daha hakça, daha güzel dünya özlemini gerçekleştirme çabalarına katkıda bulunmamış oluruz.
Her insanın bir ben merkezi, bu merkezin de fizikteki kütle çekimi gibi bir ben çekimi olduğunu düşünelim. Ben çekim gücü belli bir eşik değerden yüksek olanlar kendilerini çekerler. Kendi “dışlarına” çıkamadıkları için yaşadıklarını kendi dünyalarına indirgeyerek yaşarlar. Kendilerine doğru yaşayanlardır. Ben merkezli olduklarını saklamak ve benleriyle hiç karşılaşmadıkları gerçeğini gizlemek için “nesnel” konuşmaya çalışabilirler. Çıkarlarını gözetmek için gruplara girerler, otoriteye bağlanırlar. Kendilerini tanımadıkları için otoriteyi kendilerinin bir parçası sanabilirler. Ben çekimi yüksekliği, onları çıkarlarına karşı aşırı duyarlı kılar. Kendisiyle sınırlı, kendisinden farklı olanı tanımak istemeyen bu kişiler, her şeyi kendilerine yontarlar. Çıkarları neredeyse oraya koşarlar, saygı duydukları değerleri yoktur.
Bu aşırı çekim o denli güçlüdür ki, benlerine yapışırlar, başka olanı, farklıyı, ötekini göremezler. Bu denli güçlü çekim belki yaşamda kalmayı sağlar ama bu insanlar değer yaşayamazlar. Narsisizm değildir yaşadıkları. Kendileriyle bağlantıları bir aşk bağlantısı değildir (Narsisizmde “ben” diye bağlanan, sahte bir bendir! Oysa bu durumda tümüyle yaşanan bir ben körlüğüdür). Bu yüzden, kendilerine mesafe koyup uzaktan bakamazlar. Kendileri hakkında özgürce öykü yazamazlar.
Ben çekimi azlığı ise insanı tutsaklığa, kolayca yönetilmeye, bir anlamda köleliğe götürür. Bu insanlar kendilerine olan çekim yetersizliğinden ötürü bir başka bene kolayca bağlanır, onun kölesi olabilirler. Sürüklenenlerdir. Kendini bulamayan, kendi ülkesinde tutsak olanlardır. Kolayca ele geçirilip kullanılabilen bu kişiler, çıkarlarını başka benlere bağlanarak sağlamayı seçerler. Başka benlerin kolayca sömürdüğü bu insanlar, çıkarlarını köle olmakla kazanırlar. Ben olmak bağımsız olmaktır. Ne kendinin ne de başkalarının kölesi olmaktır.
Ben çekimi, sen çekimi ile biçimlenebilir. “Sen”, küçüklükte bir bakıcıdır, anadır, dosttur, yakın ilişkide olduğu belki de çatıştığı biridir. Bir hayvandır, bir ağaçtır, belki de herhangi bir nesnedir. Sen çekimiyle yaşanan “kapalı” bir ilişkidir çoğunlukla. Ben-sen ilişkisi, çekimlerin azalıp çoğaldığı, çekmelerin yanında “itmelerinin” de yer aldığı kendine özgü kapalı bir ilişkidir.
Biz çekimi, bir benimseme tavrıyla oluşur. Güven duygusunun etkisiyle “biz” düşüncesi, benleri, senleri bir araya getirir. Biz çekim alanı içinde o, onlar da olabilir. Bizden olan o, sen olmayabilir, bizden olan onlar siz olmayabilir. Bizdendir de arada bir mesafe vardır.
Başka çekimini duyanlar, başkaya onda kaybolmadan yaklaşabilenler, başkayı dünyalarına çağırabilenler, yaşadıklarındaki yenilikleri görüp öğrenerek kendilerini geliştirebilirler. Kendini bir arada tutacak çekim gücüyle beninden çıkıp başka benlerde konuk olabilenler, başkalarıyla üleşerek çoğalabilenler: İşte sağlıklı öznellik buralardan doğuyor.
Öteki, başka olanın değerlerle yaşananıdır. Başka, yaşamda, öteki hayatta bulunur. (Yaşam bu gezegende “doğal” gereksinimlerimizle yaşadığımız süreç, hayatsa bu sürecin, ahlak, estetik, ekonomik değerlerle yaşanan biçimidir!) “Öteki”nde insanı buluruz. Öteki tek bir insan olarak görünür bize, onda bütün insanlığı buluruz. Kendimize öteki olduğumuzda da kendimizdeki insanı yaşarız. Daha doğrusu, kendi benimizde tüm insanlığı, evreni, tüm varlığı duyduğumuzda kendimize öteki oluruz.
İşte öznellik bu noktada önem kazanıyor. Sığ bencilliklerin, dar bilgilerin alanı değil öznellik. Kendimizdeki insana özgü evrenselliği keşfetmeyi, açmayı gerektirir. Kendi derinliklerimizdeki insana kendi gözlerimizle bakabilmeyi, ona kendi donanımızdan ışık tutabilmeyi sağlayan öznellik, bilim ve düşünce alanını zenginleştirir, niteliğini yükseltir. Basmakalıp makaleler yazıp kalıplarla düşünme, akademik dünyada sığlaşmanın, darlaşmanın işaretidir. Farklılıklara, öznellikten gelecek nesnelliklere kapalı bir bilim, özgürlüklerin yok olduğu bir dünyaya götürür bizi.