Hayat âlimdir

Yazan
Prof. Dr. Ahmet İnam
Yazının Okunma Süresi
6 dakika

Uzun yol yolculuklarımdan birinde, direksiyon başında radyodan bir türkü dinledim. Dinledikçe şaşırmam arttı. Sözlerini not almak istedim. Kalabalık bir oto yolda oldukça hızlı gidiyordum, durup not alma olanağım olmadı. Şu sözler kaldı aklımda, umarım uydurmuyorumdur!

Hayat âlim

Felek zalim

Tükenmeyen son mecalim

Türkülerimizdeki derinliği (“can derinliği” diyorum buna!) biliyordum, yaşıyordum ama bu sözleri dinlediğimde beni çarpanın ne olduğunu düşünmeye başladım.                    

Hayat neden âlimdir?

a) Hayat, âlim olduğunu ileri süren insanların bilgisinden daha ileridedir. Bir bilgisi, düzeni, yapısı, yasaları vardır.

b) Sen, bilim insanı olarak bildikçe, hayatın senden daha fazla bildiğini göreceksin. Sen bildikçe onun bildiklerini adım adım öğrenmen gerektiğini anlayacaksın.

c) Bilgi, bilim, hayattan koparılamaz zaten, hayatın kendisidir. Ne hayatın onu yönetecek biçimde üstünde, ne de hayatın dışındadır.

d) Ne kendi zekânla ne de yapay zekânla o bilgiyi kuşatamazsın. Oluşturacağın zeki makineler, hayatın daima bir parçası, bir alt kümesi olacaktır.

Yapabileceklerinin sınırı ne denli genişlese de hayatın tümünü kuşatamayacaktır. Biz insanlar, bu evrende, bu âlemde, alametleri, evrenin bilgimize sunduğu izleri izleyip anlamaya, açıklamaya, bilmeye; bilgimizi uygulayıp kendi türümüze uygun hayatın sınırlarını aşmaya çabalıyoruz. Hayat bizim türümüzle sınırlı değil. Gördüklerimizle sınırlı değil. Bildiklerimizle, bileceklerimizle, keşfettiklerimizle, keşfedeceklerimizle sınırlı değil. “Dahası var! Dahası var!” Âlim hayat bize bunu söylüyor. Âlim bilim insanı bu “dahası”nın dehâsıyla ardına düşmektedir.

e) Ben insan olarak, âlim olabilirim. İnsanın ilmi, hayatın âlim olduğunu söylüyor. Tüm mantıksal, matematiksel soyutlamalar, giderek zenginleştirilen yapay zekâ dilleri, öğrenebilen makineler, hayatın ne denli uçsuz bucaksız olduğunu gösteriyor. Hayatın makinelerle, algoritmalarla anlaşılacak bir bilgisi, ilmi olduğu gibi, insan insana ilişkilerle, duygularla, sanatla, hatta delilikle, hastalıkla da, sezgilerle de anlaşılacak özellikleri olabilir. Hayatın bilimi, bilimin hayatıdır. (Scientia vitae est vita scientia!)

f) Burada “hayatı”, somutla soyutun örtüştüğü, her türlü bilmeyi, bilinci besleyen varlıktaki bir güç, bir enerji olarak anlıyorum. Bilgiyi, bilimi besleyen, yaşamı oluşturan âlim hayatı anlamak, bilim yolculuğumuzun ilk duraklarında bulunuyor: Bilimsel kuşku, eleştirel duruş ile bildikçe, bilemediklerimizi fark edebilmek.

                                                            ***

Hayat âlimdir. Çünkü âlemi taşır içinde. Âlemse alametler sunar ilime. “Âlem”, “Âlim”, “alem” (işaret), “ilim” aynı kökten geliyor. Dilbilgisi açısından değil yalnızca, ontolojik olarak, varlıklarının bir gereği olarak da!

Âlim; bilen, bilgi sahibi olan bilim insanı demek. Latin harfleriyle alîm (i uzun!) olarak yazılırsa, İslam kültüründe ebedi ve ezeli olanı bilen Allah’ı işaret eder. Allah’ın 99 isminden biridir. (Esma-ül Hüsna!), Alim olarak yazıldığında (Eski harflerle elifle başlıyor!) elemli, acı çeken anlamlarına gelir. İlginç bir çağrışımı var Arapça üzerinden eski dilimizde, yeni harflerle incelikler gözetmeden bakılırsa: Bilen acılıdır! Âlim, alimdir, elemlidir. Zorlama da olsa dildeki bu çağrışım kültürel bilinç dışımızdaki bilime bir ıstırap olarak bakan anlayışımızın bir işareti olabilir. Oysa hayattır bilim. Bilimin canı, hayatı, acısı, şenliği vardır; ama bıkkınlığı, yorgunluğu, uyuşukluğu, tembelliği yoktur!

                                                            ***

Peki, felek neden zalimdir? “Felek” Arapça bir sözcük. Bizde dünya düzeni anlamında, şans, yazgı olarak kullanılan bir sözcük (Yazgıya kızıldığında kullanılan maço deyim “kahpe felek”te olduğu gibi). Bu yazgıyı gök katlarındaki gökcisimlerinin, yıldızların ve gezegenlerin etkilediği düşünülürdü. “Feleğin çemberinden geçmek”, “feleğin sillesini yemek”, “felekten bir gece (gün) çalmak” bu anlayışın dile yansımış birkaç örneğidir. “Felek”in İslam düşünürlerinin evrene bakışında, evren anlayışında da önemli bir yeri vardır.

Gelelim türküdeki deyişe: Hayat âlim, ama felek zalim. Felek hayatın karşısında mıdır? Böyle bakılmamalı; felek hayatın farklı bir yüzü. Hayat âlim: Onun ilmine ulaşmaya çalışıyorum. Engeller var. Felektir o engellerin adı. Felek bilme sınırımdır, epistemik sınırım. Hayatın bilgisiyle donanmış bilim, bu sınırları fark eder. Siyasal, toplumsal, ekonomik yaşam alanlarındaki haksızlıkları, sömürüyü, zulmü görmeye başlarsınız. “Hayat âlimdir” nokta diyemezsiniz. Oraya bir virgül koymalısınız: Ama felek de zalim. İnsan hayatın ilmiyle feleğin zulmü arasındadır. Öyleyse hayatın ilmiyle donanarak feleğin zulmünü ortadan kaldırmak gerekiyor.

Hayatın bilimiyle donanmamış kimse her şeyin bir algoritmik yolla çözümü olduğunu sanır. “Şimdi anladık hayatın sırrını” diye düşünür. Bundan sonrası sonsuz bir mutluluk! Böyle bir mutluluk yok. Felek daima işbaşındadır. Çözdüğümüzü sandığımız bir problemde, anladığımızı düşündüğümüz bir sorunda, başarılı olduğumuza inandığımız bir işte, Felek çalışmaktadır. Feleğin zulmüne karşı uyanık olmak gerek. Kolay başarı yoktur. Kolay mutluluk yoktur. Felek zalimse, hayat âlimdir. Onun bilgi pınarına açık olmak gerek.

İşte bunun için mecalimizin gücümüzün tükenmemesi gerek. Dikkat edin türküde “tükenmeyen mecalim” denmiyor. Tükenmeyen son mecalim” deniyor! Sonu yok mecalimin.

Türkçemizde mecalin “celal”le bir çağrışımı var. Celal, ululuk, yücelik anlamlarına geldiği gibi, öfke, isyan anlamlarını da taşıyor. Ne güzel söylemişti Cemal ağabeyim (Cemal Süreya): Şelâleye/Düşmüştür/Zeytinin dalı/Celaliyim/Celalisin/Celali.

Celaliyiz, haksızlığa, bilimsizliğe, sığlığa, uyuşukluğa, kolaycılığa, yobazlığa. Türkülerden seslenen bilgeliğe kapalı cahilliğe elbette celaliyiz. İnsan olarak mecalimiz sonsuz hakikat yolculuğuna çıkmak için yeterlidir.

 

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Kasım 2019 sayısında yayımlanmıştır.

           

Can Pınarından