“İnsan nasıl insan oldu?” sorusuna verilecek yanıtın en başında herhalde “savaşarak” gelir. Türümüzün düşünmesi, tasarlaması, iletişim kurması ve örgütlenmesinin temelinde hep savaşma zorunluluğu vardır. Bu savaş en başta hayatta kalma uğruna doğal koşulların dayatmasıyla, doğaya karşı yapılır. Siz bakmayın bugünkü doğa güzellemelerine. Doğada kalan insan toplulukları her zaman tetikte ve savaşkan olmak zorundadır. Yoksa bunun bedelini hayatıyla ödeyebilir. Bu bedel kimi zaman vahşi hayvanların saldırısı, kimi zaman zehirlenme, kimi zaman tek başına kalarak yok olmadır. Öyleyse savaşmak insanın varlığını sürdürmesi için içsel bir zorunluluktur. İnsan aç kalmamak için savaşmıştır. Kendinden büyük ve güçlü hayvanları avlamak için topluluklar halinde hareket etmiş, örgütlenmiş, öldürücü aletler yapmış, pusular kurmuş ve karnını doyurmuştur. Belki de kurulan ilk askeri birlikler bu temelde gelişmiştir. Bu anlamda savaş karın doyurmuş ve enerji ihtiyacının manivelası olmuştur. Savaş kimi zaman da başka insan topluluklarının dayatmasıyla ortaya çıkar. Komşu kabileden gelen yağmacılara karşı insan eli kolu bağlı kalamaz. Evini, ailesini, akrabalarını ve komşularını savunmak zorundadır. Teknolojinin gelişmesi, üretimin artması, verimli topraklara ve sulak alanlara yerleşmeyle birlikte ihtiyaçtan fazla üretilmesi ve bu ürünlere el koyan ayrıcalıklı bir sınıfın ortaya çıkmasıyla birlikte savaş sınıf savaşı halini almıştır. Politik alanın bütün karmaşasını ve uygarlığın kategorilerinin sis perdesini dağıttığınızda altından sınıf savaşı gerçeği çıkar. Her şey bunun içindir ve bu nedenle “tarih sınıf savaşımlarının tarihidir”. Türkler de karabudun/akbudun olarak ikiye ayrılmıştır bu sınıf mücadelesinde.
Savaş bilimle ve bilgiyle yapılır. Av hayvanına uzaktan atılan okun mantığı en az zararla işi bitirmektir. Hele de bu hayvan vahşiyse durum daha da kritik bir hal alır. Üretim savaşı için de aynı şey geçerlidir. Toprağı daha derinden süren saban, Nil nehrinin taşma zamanlarının bilinmesi hep bu üretim savaşının gerçekleridir. Bilgiye sahip olan ve bilimi üretenler savaşların galibi olma yolunda oldukça avantajlıdırlar fakat bu yetmez. Eğer yetseydi bütün zalimlerin ve emperyalistlerin her savaşı kazanması gerekirdi. Peki, yetmediğine göre eksik olan nedir? O eksiklik haklılıktır. Bir savaş haklı bir savaşsa silahı az olanlar silahı çok olanları, sayısı az olanlar sayısı çok olanları yener ve yenmiştir. Türk Kurtuluş Savaşı, Küba, Vietnam, Doğu Avrupa’daki vatan savaşları bu durumun bazı örnekleridir. Bu nedenledir ki sadece haksız, saldırgan, gerici ve emperyalist savaşlar kötüdür. Haklı savaşlar, vatan savaşları, halk savaşları iyidir ve insanlığın onurunun savunulması açısından da bir mecburiyettir. Her zaman ve her yerde, özellikle ezilen ve gelişen dünya ülkelerini zayıflatmak için kullanılan “savaşa hayır” sloganı bu nedenle haksız savaş isteyen zalimlere hizmet etmektedir.
Bu sayımızda savaşı kapakta da yazdığımız üzere birçok boyutuyla işledik. Konunun kapsamı kuşkusuz çok geniş ve değil bir dergi, bir kitap sınırlarını bile aşacak uzunlukta. Ancak size bu sayımızda sözünü ettiğimiz genişliğin ana noktalarını sunduk. Katkı yapan değerli yazarlarımıza teşekkür ediyoruz.
Prof. Server Acim hocamızı kaybettik
Dergimizin yazarı, İnönü Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müdürü değerli hocamız Prof. Server Acim Kasım ayının sonunda hayata gözlerini yumdu. Server hocamız Bilim ve Ütopya ailesinin bir parçasıydı. Onunla sadece yazar olarak ilişki kurmadık. Dünyaya aynı pencereden bakıyor, aynı kaygıları duyuyor, aynı mücadeleyi paylaşıyorduk. Server hoca devrimciydi, vatanseverdi, aydındı ve seçkin bir insandı. Son nefesine kadar ülkesini ve sorumluluklarını düşündü ve gereğini yaptı. Değerli eşine, kızına ve ailesine başsağlığı diliyoruz. Server hocamızı sevgi ve saygıyla anıyoruz. Onu hiç unutmayacağız.
Fotoğraf: Raina Matar