Avrupamerkezci tarih anlayışı, kendisi dışında yaratılan bilimsel ve felsefi birikimi kısmî bir gelişmeden ve Antik Yunan uygarlığının cılız bir tekrarından ibaret gördü; yani bilim ve felsefe Batı kaynaklı bir gelişmenin ürünüydü. Oysa Antik Yunan öncesi uygarlıkların yarattıkları kültürel birikime biraz odaklanmak bile gerçeğin, Avrupamerkezci anlayışın tersi yönünde olduğunu göstermektedir.
Grek-Hellen uygarlığı Anadolu’yu da kendi uygarlık havzası içine aldı hep. Kabul gören ya da kabul ettirilen tarih tezi, Anadolu’nun da Grek-Hellen olduğu yönündeydi. Bu tezi çürüten arkeolojik ve felsefi dayanaklar ise görmezden gelindi. Sanki Grek-Hellen uygarlığından önce Anadolu’da, onlar dışında, onlardan farklı kimseler yoktu. Onlardan farklı ve onlar dışında birilerini arayanların bulacakları hiçbir yerden gelip hiçbir yere gidenlerdir. Ne farklı bir dilden ne farklı bir kültürden bahsedilebilir; zaten bütün tarih Grek-Hellen değil midir?
Alp Hamuroğlu’nun makalesinden bütün ayrıntılarıyla okuyacağınız gibi öyle bir rüzgâr estirildi ki biz kendimiz bile kendimizi “uygarlıksız” bir “topluluk” olarak gördük. Ege kıyılarında dolaşan biri, gördüğü bütün tarihî eserleri, tarihî kentleri, Grek-Hellen uygarlığının bir mucizesi saymıyor mu? Grek-Hellenler ne muhteşem millettir, onlar olmasa bir kültürümüz bile olmayacaktı! Oysa önceleri “Batı’da yüzyıllardan beri Atina kültür ve uygarlığı, tüm ayrı olan Anadolu kültürünün bir devamı” sayılmıştı. Sonraları o da terkedildi. Grek-Hellen kültür havzası dışında Anadolu diye bir yer yoktu. Anadolu da Grek-Hellen yurduydu.
Bu Grek-Hellen merkezci Anadolu yaklaşımını çürütüyoruz.
* * *
Grek-Hellen merkezci Anadolu yaklaşımının önümüze çıkardığı sonuçlar var:
Bu uydurma bir tarihtir. Uygar ve üstün olan tek “ırk”ın Avrupalı olduğu tezini kabul ettirmek için üretilmiştir. Hellenizm, Aryanizm gibi ırkçı tezlerin doğmasının ve yeni bir tarihyazımı ile insanlığa dayatılmasının benzer tarihlere denk düşmesi de bu bakımdan anlamlıdır ve bu tezin sağlamasıdır.
Her şey bu teze göre yeniden üretilmiştir. Böylece dünyada tek uygarlığın Grek-Hellen uygarlığı olduğu ve onun dışında ve ondan ayrı uygarlıkların olmadığı yanılsaması “zorla” kabul ettirilmiştir. Anadolu uygarlıkları buna kurban edilmiştir.
Coğrafya bile uydurulmuştur. Grek-Hellen coğrafyası, Avrupa’nın “ihtiyaçları” doğrultusunda genişleyebilmek özelliğine sahiptir: Anadolu’dan Adriyatik kıyılarına kadar… her yer, her şey Hellenizme dâhil edilebilir. Yeter ki ihtiyaç hâsıl olsun!
* * *
Anadolu hem en eski uygarlık merkezidir hem de uygarlık yaymıştır. Tanrılarıyla, felsefesiyle, toplumsal yapısıyla belirleyen olmuştur, Grek-Hellen’den önce vardır ve hiç Grek-Hellen olmamıştır. Her şeyiyle farklıdır, farklı bir uygarlıktır. Örneğin Kojin Karatani “İzonomi ve Felsefenin Kökenleri” isimli kitabında İyonya ile Atina’yı, toplumsal formasyonları bakımında karşılaştırmaktadır. Atina’nın köleci demokrasisi İyonya’nın eşitlikçi izonomisinin yozlaşmış biçiminden başka bir şey değildir. Bu bakımdan bile farklı oldukları açıktır. İyonyalı felsefecilerin Atinalılar gibi etikle değil doğa ile ilgilenmesi de hem bu toplumsal formasyonun yansımasıdır hem de başka bir kültür havzasının göstergesidir.
Anadolu uygarlıklarının özgüllüğünü keşfettikçe Avrupamerkezci tarih tezlerinin ne denli çürük bir zemine bina edildikleri açığa çıkıyor.