Savaş nasıl okunmalı

Yazan
Cemil Gözel
Genel Yayın Yönetmeni
Yazının Okunma Süresi
5 dk.

İbn Haldun, “savaş insanlık tarihi kadar eskidir” der. İnsanlık tarihi boyunca, savaşların nasıl ele alındığı, en az yaşanan savaşlar kadar önemli olmuştur. Çünkü savaşların insanlık tarihi kadar eski olduğu saptaması, savaşların benzer nedenlerle çıktığı ve benzer yöntemlerle gerçekleştiği anlamına gelmiyor. Her tarihsel aşama, savaşları doğuran koşullarda da savaşların yönteminde de köklü değişiklikler yapmıştır. Fakat her bir tarihsel dönemin savaşlarını doğuran koşulların tek bir yönü asla olmamıştır; iki farklı yönü, iki farklı ucu vardır. Yani her bir savaş farklı taraflar için farklı anlamlar taşıyor, farklı sınıfsal ilişkilere ve çıkarlara yaslanıyor. Dolayısıyla farklı ele alınıyor. 

Her savaş bir tarafın meşruiyetinin temelini oluşturuyor. Dolayısıyla diğer taraf için meşruluk sorunu yaratıyor. Yani, savaş ve barış olguları tarihsel ve modern bakış açıları dikkate alınarak incelendiğinde ve her savaş siyasî, iktisadî ve askerî hedeflerin yönü üzerinden sınıflandırıldığında, savaşın ve barışın meşruluk boyutu kristalize oluyor. Böylece, barış iddiasında bulunanların samimiyetini, barış yaklaşımındaki sınıfsal çıkarların yönünü anlayabilmenin formülü olarak, meşru ve meşru olmayan savaşlar ayrımının temeli ortaya çıkmış oluyor.

Savaş ve siyaset ilişkisini bağdaşık iki kavram olarak ele almak sanırım yanıltıcı olmayacaktır. Clausewitz’in, “başka araçlarla sürdürülen siyaset” saptamasına gönderme yaparak söylemiyorum bunu. Çünkü emperyalizm çağında, siyaset savaş ilişkisinde, hangisinin öncelikli olduğu da önemli bir tartışma başlığıdır bana göre. Emperyalizmin azami eğiliminin hayata geçmesi ancak dolaylı ya da dolaysız savaşlarla mümkündür ve artık uluslararası siyaset, bunun kabul ettirilmesi ya da buna direnme ilişkilerinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla savaşın öncelikli bir duruma geldiği de söylenebilir. Fakat hangisine öncelik tanınırsa tanınsın, her savaşın sınıfsal niteliği sorununu siyaset açığa çıkarır. Neden savaşılıyor, savaşı tezgâhlayanlar, yönetenler hangi sınıflardır gibi sorular siyaset alanıdır. Çünkü ortada bir savaş varsa, o savaş mutlaka bazı sınıfların lehine, bazı sınıfların aleyhinedir; bu bakımdan savaşın sınıfsal niteliği analiz edilmelidir. Bu belirleme şunun için önemlidir: Her savaşın sınıfsal karakteri onun haklı mı haksız mı, ilerici mi gerici mi, meşru mu gayrimeşru mu olduğunu ortaya çıkarır.

Bu bağlamda savaş ve siyaset arasındaki fark, söz konusu eylemin şekil ve araç değiştirmesidir. Savaş da siyaset de sınıflı toplumlarda, sınıfların hâkimiyet yöntemlerine verilen cevaptan başka bir şey değildir. Siyaset, sınıfların örgütlü mücadelesini içeren, rızaya dayalı bir hegemonik görüngüyken savaş, zora dayalı bir hegemonik görüngüdür. Sınıfların temel çıkarlarını yansıtan siyasetlerin büyük dönüşümlere yol açan maddî bir kuvvet hâline gelmesinde en büyük araç, modern tarih boyunca, hiç kuşkusuz savaşlardır. Tarih boyunca savaşlar toplum ve devlet ilişkilerinde önemli bir etken olmuştur. Hobsbawm’ın da belirttiği gibi devrimler hep “savaşın çocuğudur”.

19. yüzyıl ile 20 ve 21. yüzyıl savaşları arasında kapitalist sistemin emperyalistleşmesi olgusunun yol açtığı bir fark söz konusu. Avrupa’nın ulusal devletler şeklinde örgütlenmesi ve bu ulusal devletlerin arasındaki uluslararası uyum, proleter diktatörlüğüne giden yolda işçi hareketinin gelişmesi için gerekliydi. Dolayısıyla ulusal devlet örgütlenmesini doğuran her savaş, her ayaklanma, her politika, Bismarck’ın küçük Alman devletlerini ortadan kaldırması gibi, ileriydi, meşruydu. 20. yüzyılda kapitalizm emperyalist karakter kazandı. 19. yüzyılda uluslaşma savaşı veren Avrupalı devletler, 20. yüzyılda, uluslaşamamış Asyalı halkları sömürgeleştirme ve Asya coğrafyasını paylaşma savaşları verdiler. Sömürgeleştirilmek istenen halklar da emperyalizme karşı direnme savaşı verdiler. Bu tarihî süreç, ileri ve geri olanların yer değiştirdiği aşamadır. Bu aşama 19. yüzyılın haklı savaşları ile 20. yüzyılın haklı savaşlarının doku değiştirmesidir. 20. yüzyılda emperyalizmin saldırılarına karşı vatan savunmaları/ulusal kurtuluş savaşları ve gerici sınıflara karşı verilen devrimci iç savaşları haklı ve meşru savaş kategorisi içerisinde, ezilen ulusların devrimci dönüşümüne yol açan büyük atılımlardır. Yüzyılımızın bütün devrimleri bu haklı savaşların sonucudur.

Özetle, savaşın nasıl ele alındığı önemli bir konudur ve bugün olduğu kadar geleceğin de yolunu çizmektedir. Savaşın antropolojisi, bu açıdan, haklı savaşların üzerini örten anlayışların ve dayatmaların da eleştirisidir.

Çiviyazısı