Daha önce Sabine Hossenfelder’in “Lost in Math” kitabı hakkında bir yazı yazmıştım. Bu kitapta fizikte güzellik algısı ve bu algının fiziği yönlendirmesi eleştirel bir bakış açısıyla ele alınıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nden sevip saydığım Burçin Ünlü hocamın “Büyük buluşma: Fizik ve sanat” başlıklı yazısını okuduğumda ise Hossenfelder’in kitabında okuduklarım aklıma geldi. Bu yazıda ise aklıma gelenleri yazma çabası içinde olacağım.
Teorik fizikte “[f]izikçinin fırçası ve boya kutusu matematiktir” (Ünlü, 2020). Özellikle yeni teoriler yaratırken bu gözleme katılınabilir. Fakat buradaki esas tehlike şudur ki Hossenfelder’in dediği gibi doğa güzel olmak zorunda değil. Örneğin süpersimetri her ne kadar güzel olsa da şu ana kadar gözlemlenmiş bir simetri değildir. Eğer biz bu simetrinin çok güzel olduğu ve doğada olması gerektiği hatta daha da ileri giderek olmak zorunda olduğu gibi bir yanılgıya kapılırsak yanlış yapmış oluruz. Tabi ki süpersimetri için deneysel arayışlar olabilir ve olmalıdır da. Burada dikkat edilecek husus doğanın fizikçinin fırçasından çıkmış sanata uymayabileceği durumudur.
Bir diğer husus da sadelik ve güzellik arasındaki ayrım. Örneğin Stephen Wolfram bu sene içinde evrenin işleyişi için spekülatif bir model öne sürdü. Bu modele göre evren ve içindeki herşey (ışık, madde, temel kuvvetler vb.) bir hiperçizgenin (hypergraph) belirli bir yeniden yazma kuralına göre açıklanmaktadır. Yani her “birim zamanda” belirli bir kural hiperçizgeye uygulanır ve evrenin zaman içindeki evrimi bu şekilde açıklanır. Bu model oldukça sadedir, fakat evreni tasvir etmek için oldukça çirkin bir hiperçizgeye ihtiyaç olabilir.
Figure 1 Doğadan estetik bir görüntü. Konum: Bozüyük/Bilecik Fotoğraf: Furkan Semih Dündar
Yaprakların döküldüğü ve yağmurun yağdığı bir sonbahar akşamın insana estetik bir duygu katabilir. Fakat doğanın kendisi de tamamen estetik değildir. Örneğin çürüyen bir ağacın içindeki parazitler, katılırsınız ki, pek de estetik bir sahne sunmaz. Dolayısıyla, fizikte estetikten ziyade rehber edinilebilecek bir ilke sadelik olabilir. Zaten Occam’ın usturası da bizi sadeliğe yönelten bir prensiptir. Bu ilkeye göre bir gözlemi açıklamak için yarışan kuramlardan hangisinde daha az ön kabul varsa o seçilmelidir. Bir anlamda daha sade olan çerçeve seçilir.
Şimdi ise Burçin hocaya katıldığım bir yönü ele almak istiyorum. Temel bilimler (özellikle teorik fizik ve matematik) ve sanat kültürün köpüğüdür. (Teorik) temel bilimler ve sanat kısa vadede geri dönüş veren yatırımlar değildir. Bundan dolayı teorik bilimler ve sanatın desteklenmesi işi bir kültürlü olup olmama konusudur. 20. yüzyıl fiziğinde elde edilen gelişmeler o zamanlar için tamamen teorik ve felsefiydi. Bugün ise kullandığımız elektronik cihazlar, örneğin, kuantum mekaniği ilkelerine dayanarak inşa ediliyor. Dolayısıyla aslında (teorik) temel bilimlerin de deneysel temel bilimler gibi geri dönüşü olabiliyor fakat bu nispeten biraz daha uzun vadede oluyor. Bu durumlar, yine de temel bilimlerin ve sanatın bir kültür işi olduğunun önüne geçemez.
Kaynaklar
- Burçin Ünlü. https://burcin00.blogspot.com/2020/09/buyuk-bulusma-fizik-ve-sanat-burcin.html 8 Eylül 2020 tarihinde okundu.
- https://bilimveutopya.com.tr/makale/hossenfelderin-lost-mathi-uzerine
- https://www.wolframphysics.org/