Kendi çıkarlarını düşünmek, kapitalist toplumda insan davranışlarının özelliklerindendir. Fakat bugünkü dünyada bireysel çıkarlar sadece maddi servet birikimleri ile tanımlanmaktadır. Yapılması gereken şey, bireysel çıkarların toplumun çoğunluğunun ve daha önemlisi gezegenin çıkarlarıyla eş doğrultuda olması gerektiği anlayışını yaygınlaştırmaktır. Tom Bender’in şu sözü dikkate değerdir: “Değerler, gerçekten var olmamıza temel oluşturacak duyguların, eğilimlerin, eylemlerin ve ilişkilerin tanımı olan hayatta kalma bilgeliğinin karmaşık ve özlü hazinesidir.”
Toplumsal değerler zamandan bağımsız ve değişmez değildir. Endüstriyalizmin değerleri de bugün “iklim değişikliğini” konuştuğumuz bu dönemde, değişen toplumsal değerlerin irdelenmesi bağlamında masaya yatırılması gereken bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bugünün “uygar” insanı varlığını sürdürmek için insanlık tarihi boyunca olduğu gibi ihtiyaç gidermek durumundadır. Giyinme, barınma, yeme gibi temel ihtiyaçların yerini, moda ve insan biyolojisine uygun olmayan gıda tüketiminin ihtiyaca dönüştürülmesi almıştır. Gerçek ihtiyaçlar yerini yapay ihtiyaçlara; değerler ise imal edilmiş arzulara bırakmıştır. Bu noktada sormamız gereken soru şudur: “Tüketim kalemlerimizin, diğer insanlara ve dünyaya olan etkisi nedir?”
Bu sayımızda yıllardır üzerinde konuşulan ve çalışmalar yapılan iklim değişikliği konusuna yer verdik. İklim değişikliğini kapitalizm ve insan bağlamında inceliyoruz. Küreselleşmenin etkisiyle daha da dizginsizleşen uygulamalarının, aşırı tüketimi özendiren projelerin, arz-talep dengesizliğinin, doğal kaynaklardan kâr etme ekonomi politiği ve aşırı kaynak tüketiminin…vb. neden olduğu sorunların çözümünü tartışmaya açıyoruz.
Size bir tartışma dosyası sunuyoruz.
Prof. Dr. Doğan Yaşar, makalesinde, özellikle suyun önemine dikkat çekiyor, bugüne değin yok olan medeniyetlerin doğal nedenlerle meydana gelen kuraklıklar sonucunda yıkıldığını savunarak iklimleri sürekli olarak ısınma ve soğuma döngüleri halinde hareket eden ve insanlar tarafından hiçbir zaman değiştirilemeyecek doğa olayları olarak tanımlıyor.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay ise, Sanayi Devriminden bu yana insanların çoğunlukla kentsel alanlara göç ettiğine ve bunun bir sonucu olarak kentsel alanların çevresinde nüfusun arttığına, bu nedenle tarımsal, endüstriyel uygulamalarla sera gazlarının atmosfere pompalanmasının büyük oranda arttığına değiniyor. Tolunay’a göre bunun da bir sonucu olarak, kentsel alanlarda arazi kullanımı nedeniyle ormansızlaşma arttı ve enerji ihtiyacını karşılamak için fosil yakıt kullanımı atmosferdeki değişimleri geri dönülmez bir yola soktu. Böyle giderse deniz seviyeleri bir metre veya daha fazla yükselecek; kıyıdaki ve deniz seviyesindeki ada popülasyonları yok olma tehdidi altında. Yoğun orman yangınları tüm dünyayı kasıp kavurabilir ve gezegenin geri kalan ormanlarının büyük bir bölümünü yok edebilir. Bazı bölgelerde şiddetli yağış ve sel yaşanırken, bazı bölgelerde ise uzun süreli şiddetli kuraklık yaşanabilir. Dünya üzerindeki yaşamın yüz binlerce yıl boyunca evrimleştiği ve alıştığı çevresel koşullar kökten değişebilir.
Doç. Dr. Efe Can Gürcan ise, kapitalosen çağına dikkat çekiyor. Böylece tartışmayı, insan merkezli olmaktan çıkararak baş sorumlunun sermaye düzeni ve emperyalizm olduğunu belirtiyor.
Şurası kesin; Albert Einstein’ın da sözleriyle “Sorunlarımızı, onları yaratırken kullandığımız düşünce tarzıyla çözemeyiz.” Umut vadeden, sürdürülebilir yeni bir geleceğe giden yol kesinlikle var, ancak bu yol, bugüne kadar yürünen yoldan geçmiyor.
Herkese iyi okumalar dileriz.