1- ABD ve işbirlikçileri Venezuela'nın meşru iktidarına neden müdahale etmek istiyor?
Öncelikle dünyada bu kadar sorunlu ülke varken ABD neden Venezuela’ya odaklanmış durumda, bu soruya cevap vermek gerekiyor. ABD neden başka ülkelerdeki “demokratik ve ekonomik” sorunlara bu kadar duyarlı değil? Sorunun basit bir cevabı var: Petrol ve gaz rezervleri.
Kumandan Chávez iktidara geldiğinden beri bu ülkenin petrol rezervlerini istediği gibi yağmalayamayan ABD, Bolivarcı Devrime düşman oldu. ABD bu ülkeye karşı ekonomik-siyasi sabotajlardan askeri darbeye kadar her türlü kötülüğü 19 yıldır yapıyor. Buradaki “muhalefet” de tamamen ABD’ci. ABD hiçbir ülkede bu kadar kendine bağımlı bir “muhalefet” yaratamamıştır. Emperyalizm tüm araçlarıyla bu kesimi destekliyor. Maduro’nun başında olduğu Bolivarcı Devrim’e askeri, ekonomik, politik ve medyatik araçlarla saldırıyor. Hedefi; devrimin kazanımı olan ulusal kaynakların tekrar yağmaya açılmasını sağlamak. Tabi ki Bolivarcı yönetimin Küba, Rusya ve Çin gibi ülkelerle kurduğu ittifak da ABD Güvenlik Belgesinde tehdit olarak değerlendiriliyor. Yani mesele salt ekonomik değil. Zaten ekonomik araçlar da jeostratejik anlam ifade ediyor.
2- Venezuela'daki ekonomik krizin nedeni Maduro ve Bolivarcı yönetim mi?
Venezuela’daki krizin temel nedenleri tarihsel, sınıfsal ve ekonomik. Bunların tümü de sömürge sürecinden gelen ve son yüzyılda ABD emperyalizminin yarattığı koşullarda gerçekleşti. Durumu anlamak için bu ülkenin son 5 asırlık tarihine bakmamız gerekir. Venezuela sömürge öncesi tarihte bile bir medeniyet merkezinden yoksundu. Nüfusun neredeyse tamamına yakını orman yerlilerine dayanmaktadır. Bunlara ek olarak az oranda Afrika kökenliler vardır. Bunların ataları plantasyonlarda çalıştırılmak üzere getirilmişti. Avrupa kökenlilerin oranı Latin Amerika’da diğer yerlerdekiyle karşılaştırılamayacak oranda düşüktür. Burası üç asır boyunca bir İspanyol karakolu olmaktan öteye gitmemiştir. İmparatorluğun diğer yerlerinde siyasi idare gelişirken burası daima geri kalmıştır.
Simon Bolivar’ın başlattığı bağımsızlık hareketi az sayıda öncünün kararıydı. Hatta Bolivar ya da Miranda yerlileri bağımsızlık mücadelesine silah zoruyla kattılar. Ama zafer kazanıldıkça yerliler özgürlüğün kıymetini anladılar.
Venezuela hiçbir zaman bir üretim merkezi olmadı. Karayiplerde bir ticari liman ve askeri karakoldan öteye gitmedi. Bağımsızlıktan sonra daha da önemsiz bir yer haline geldi. Üstelik ABD ve Avrupa müdahaleleri sürdü. Borcu ödemeyi reddettiklerinde Fransız ve ABD gemileri tarafından şehirleri bombalanacak kadar aşağılandılar. Belki de 150 yıldır Venezuela’ya başkan ABD tarafından atanıyordu. Son yüzyılda ekonomisi ABD’nin onlara verdiği sadakalardan ibaretti. Bağımsız kurumları olmadı. Chávez’e kadar Merkez Bankası ABD tarafından yönetiliyordu. Halk ABD’nin açtığı petrol kuyuları çevresinde hurda toplayarak hayatını sürdürüyordu. Bu ülkede bir üretim kültürü ve geleneği hiç olmadı. Son 19 yıldır Bolivarcı Devrim paradoksal biçimde bir refah toplumuyla beraber üretim alışkanlığını geliştirmeye çabalıyor. Fakat daima tüketim alışkanlığı üretim kültürünün önüne geçti. Ayrıca modern kurumların oluşturulmasına yönelik bir deneyimleri de bulunmuyor. Birden kendilerini dünya petrol piyasası içinde buldular. Bu piyasa en karmaşık süreçlerle yönetiliyor. Emperyalist şirketlerin kontrolünde olan petrol piyasası büyük devletlerin stratejik ve taktiksel oyunlarına sahne oluyor. ABD, Rusya ve Venezuela’yı zayıflatmak için petrol fiyatlarını olağanüstü düşürmesi de bunu gösteriyor. Venezuela bu oyunda belirleyici olmak için yeterli araçlara ve tecrübeye sahip değildi. Chávez İran’ı ve OPEC’i oyuna sokarak elini güçlendirmek istedi. Başarılı da oldu ama ABD ve İngiltere petrol piyasasında belirleyici güç olmayı sürdürdüler. Venezuela ekonomisinin petrole bağımlılığını kısa vadede aşma ihtimali yoktu. Kriz çok hızlı ve derin biçimde geldi. Venezuela’nın sermaye birikimi bu krizle baş etmeye müsait değildi. Bu süreçte ABD emrindeki uluslar arası ticaret mahkemeleri Venezuela’ya on milyarlarca dolar ceza kesti. Örneğin tek bir toprak reformu sebebiyle Venezuela oligarşisinden bir aileye 3 milyar dolar tazminat ödenmek zorunda kalındı. Venezuela’nın uluslararası hesaplarına değişik gerekçelerle el konuldu. Venezuela dışarıya petrol satıyordu ama beklenilen gelir hiçbir zaman kasasına girmiyordu. Bu nedenle bütçe tutarlılığı sağlanamadı.
Venezuela mal tedarikinde dışa bağımlılığı kaldırmayı ve parasının değerini korumayı hedefledi. Bunun için dövizi sabit kura bağladı. İçeride yatırım ve üretimi hedefleyen bu yaklaşım ABD’ci cephenin elindeki piyasa tarafından planlı şekilde çökertildi. Bir kere döviz sabit kura bağlanınca yurt dışından ithal mal getiren şirketlere dövizi de devlet temin etmek zorundaydı. Bu şirketler uzun süre mal ithali bahanesiyle ucuz döviz elde ettiler. Bu dövizi karaborsaya sürerek olağanüstü karlar sağladılar. Böylece ulusal paranın değerini düşürdüler ve içeride fiyatları artırdılar. Bu şekilde devlet 200 milyar dolar zarara uğratıldı. Hiçbir zaman devletin kasasındaki döviz karaborsadakinden fazla olmadı. Yani paralel bir döviz rezervi devletten bağımsız şekilde gelişti. Devlet artık şirketlere döviz aktaramayacak hale gelince de ihtiyaç mallarının gelişi kesildi. Getirilen mallar da karaborsaya sürülerek fahiş fiyatla satıldı. Devlet karaborsaya karşı önlem için operasyon yapınca da malları toprağa gömmeye başladılar. Ordu operasyonlarında toprak altından yüzlerce ton mal ve erzak çıkarıldı.
Son olarak ABD ve ona bağlı muhalefet siyasal rejimi felç etmek için her türlü şiddet yöntemini kullandı. Paramiliter çeteler katliamlar ve seri cinayetler gerçekleştirdi. 2014 ve 2017’de iki büyük ayaklanma girişimi yaşandı. Burada 300 dolayında insan öldürüldü. ABD’ci cephe 2015’te meclisin denetimini eline geçirince Maduro’yu tanımadıklarını hatta anayasada böyle bir yetkileri olmamasına rağmen Maduro’yu görevden aldıklarını ilan ettiler. Meclisten defalarca ABD’ye müdahale çağrısı yaptılar. Son olarak da Meclis başkanı yaptıkları Juan Guaido’yu ABD başkanının tivitiyle Başkan ilan ettiler. Anayasa mahkemesini tanımıyorlar ve onun aldığı kararları uygulamıyorlar.
3- Maduro'ya karşı yürütülen psikolojik savaşta halkın aç kaldığı, kilo verdiği, milyonların göç ettiği söyleniyor. Ne diyorsunuz?
Venezuela’da derin bir ekonomik kriz var. Ancak bu krizin ülkenin içsel nedenlerinden çok emperyalist kuşatmayla ilgili olduğu açıktır. Bolivarcı Devrim halka dayanan bir ekonomiye sahiptir. 19 yıldır eğitim ve sağlık tamamen ücretsiz. Halka yönelik sayısız destek programı var. İki milyondan fazla konut yapılarak halka teslim edildi. Bir evin elektrik, su, ısınma, internet ve telefon faturalarının toplamı, asgari ücretin %30’unu aşamıyor. Yani devlet ekonomiyi sosyalist ilkelere göre yönetiyor. Ancak halkın krizinin temelinde ihtiyaç malları kıtlığı yatmaktadır. Devletin gücü ve etkinliği, ihtiyaç mallarını temin etmek ve dağıtmakta yetersiz kalıyor. Ayrıca ambargo sebebiyle ülkeye ilaç ve sağlık malzemesi alımı engelleniyor. İlaç alımı için yapılan ödemelere el konuldu. Un gibi temel gıda ürünlerine ulaşımda sıkıntılar var. Tüm bu eksiklikler halkın yaşamını zorlaştırıyor. Üretim ekonomisine sahip olmaması sebebiyle iş arzı yok. Var olan işletmeler de kapanıyor. Devlet bir işletme kapansa da çalışanlarına maaş ödemeyi sürdürüyor. Ama bu çözüm olmuyor. Zira paranın değeri çok hızla düşüyor. Bu sebeplerden dolayı BM rakamlarına göre 2010, 2015 ve 2017’deki göç dalgasında toplam 3 milyon Venezuela’lı ülkesini terk etti(Toplam nüfus 32 milyon). Bu bir gerçek. Fakat göç Latin Amerika’da yalnızca Venezuela’yı ilgilendiren bir olgu değil. Örneğin Orta Amerika ülkelerinin hepsinin dışarıdaki vatandaş sayısı ülke içinde olandan fazladır. Uruguay gibi nispeten ekonomik dengeleri yerinde ve demokrasi geleneği olan bir ülkenin bile nüfusunun üçte biri yurt dışındadır. ABD uydusu olan Şili ve Kolombiya’da durum farksızdır. Pinochet darbesi sırasında Şili nüfusunun %10’u ülkesini terk etmiştir. Kolombiya’da ise son on yılda 7 milyon kişi zorunlu göçe tabi tutulmuştur.
Venezuela’da şiddet ve cinayet oranları da kriz, politik kamplaşma ve paramiliter çeteler sebebiyle artmıştır. Ancak bu oranlar Meksika, Kolombiya ve Brezilya gibi ülkelerin üzerinde sayılmaz. Emperyalist cephe, olguları Latin Amerika’nın gerçeklerinden kopararak sadece Venezuela’nın üzerine dikkatleri çekmektedir.
4- Venezuela'da güçler dengesi şu an nasıl ve gelecekte nasıl şekillenmesi beklenir?
Venezuela’da son 19 yılda 25 seçim yapıldı. Bolivarcılar sadece iki seçim kaybettiler. İlkinde 2007 yılındaki referandumu %1 farkla kaybettiler. Bu referandum Venezuela’nın koşullarının çok ötesinde bir sosyalist rejimi öneriyordu. Bu nedenle Bolivarcılar bu referandumu kazanmak için çaba harcamadılar. İkincisi 2015 seçimlerinde mecliste çoğunluğu kaybettiler. Bu Chávez’in ölümü ve derinleşen krizle ABD’ci sağ cephenin 2014 ayaklanmasıyla başlattığı şiddet sarmalının bir sonucuydu. Sağcılar mecliste mutlak çoğunluğu kazanmak için üç milletvekilini hile ile meclise soktular. Bu durum video kayıtları ve belgelerle kanıtlandı. Anayasa mahkemesi bu üç kişinin vekilliğinin düşürülmesine karar verdi ama meclis bu karara uymadı. O tarihten bu yana meclisin hiçbir anayasal kurumla bağı bulunmuyor.
2017 1 Mayıs günü Başkan Maduro sistemdeki tıkanıklığı aşmak için Kurucu Meclis çağrısı yaptı. Bu anayasaya göre yapılması gereken bir şeydi. Kurucu Meclis aynen Ulusal Meclis gibi halk oyuyla seçildi. Bolivarcılar Kurucu Meclis’te mutlak gücü ellerine aldılar. Kurucu Meclis o tarihten bu yana yeni bir anayasa için çalışmalarına devam ediyor.
Muhalefetin talebine uygun olarak 20 Mayıs 2018’de Devlet başkanlığı için erken seçimler yapıldı. ABD’ci sağ muhalefet bu seçimlere tek adayla girecek birliğe ulaşamadı. Zira 2017 kalkışması ve yarattıkları şiddet muhalefetin gerçekte bir iktidar alternatifi olmadığını ortaya koymuştu. Muhalefette seçime katılma ve boykot olarak bölünme oluştu. Seçimleri engellemek için otobüslerin kalkması engellendi. Seçim noktalarına saldırılar düzenlendi. Yine de 6 adayın katıldığı seçimlere katılım %47 olarak gerçekleşti. Bu oran Bolivarcı Devrimin önceki seçimlerine göre düşük olsa da Latin Amerika için yüksek bir orandır. Özellikle ABD uydusu yönetimlerin bulunduğu Şili ve Kolombiya gibi ülkelerde seçime katılım oranı hiçbir zaman %35’i geçmemektedir. Seçim sonucunda Maduro oyların %67’sini alarak yeniden başkanlığa hak kazandı.
O tarihten bu yana muhalefet suskundu. Eylülden bu yana ABD’nin bir darbe planladığı bilgisine sahiptik ama plan Aralık ayında netleşti. Juan Guaido’nun 10 Ocakta meclis başkanı ilanıyla Trump’un onu Devlet Başkanı olarak atayacağı anlaşıldı.
Emperyalizm Venezuela’da 2017’den bu yana süren ikili meclis çelişkisinden faydalandı. Sağcılar, elindeki “Ulusal Meclis”i tek yetkili olarak ilan etti. Bu paralel bir devlet inşasıdır. Amaç süreç içinde anayasal kurumları etkileyerek kendine yedeklemektir. Bunda en önemli hedef de Bolivarcı Silahlı Kuvvetlerdir. Zaten Guaido sürekli olarak orduya çağrı yapıyor. Komutanları rüşvet ve başka ikna yollarıyla etkisizleştirdikten sonra askeri bir operasyonla Bolivarcıları yıkmayı hedefliyorlar. Eğer ordunun önemli bir kısmını etkileri altına alırlarsa 1989’da Panama’da yapılana benzer biçimde bir işgal harekatı gerçekleşecek. Oradaki gibi devlet başkanı ve iktidarın tepesindeki Bolivarcılar ele geçirilerek ABD’deki hapishanelere taşınacak.
Şu anda ABD sağ güçleri konsolide ederek toparlamış görünüyor. Fakat bu halkı arkalarına aldıkları anlamına gelmiyor. Bu sokaktan anlaşılabiliyor. Daha önceki kalkışmalarla karşılaştırılamayacak ölçüde zayıf durumdalar. Sokağı hareketlendiremiyorlar.
ABD, Kanada, İngiltere ve AB blok olarak Maduro rejimini her ne pahasına olursa olsun yıkmaya odaklanmış durumda. Fakat bu işin görünen kısmı. Bolivarcı yönetim Latin Amerika’daki devrimci alternatifin kalesi durumunda. Eğer onu yenmeyi başarırlarsa daha güçlü biçimde Küba, Meksika, Nikaragua ve Bolivya’daki milli ve halkçı yönetimlerin üzerine gidecekler.
5- Türkiye'nin ve Türk milletinin Venezuela'ya yönelik tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca bazı neoliberal gazetecilerin Amerikancı tavrını nereye koymak gerek?
Türkiye halkı yarım asır Küba’yı desteklediği gibi yıllardır daima Venezuela ve Bolivarcıların yanında oldu. Bu açıdan değişen bir şey yok. Fakat Türk hükümetinin Venezuela’ya desteği yeni bir durum. 1950 sonrası Türk devleti bu tarz karşılaşmalarda emperyalizme doğrudan tavır almıyordu. İlk kez bir cepheleşmede bu kadar açık yerini belirledi. Trump’un güvenlik politikalarını belirleyen John Bolton 30 Ocakta gerçekleştirdiği basın açıklaması sırasında Türkiye’yi Küba, Rusya, Çin ve Meksika ile “Kızıl Ülkeler” olarak renklendirilmiş bir haritada sergiledi. Bu harita Türkiye’nin dünya jeostratejisi içindeki yerini göstermektedir. Bu durum Türkiye’nin Atlantik İttifakından koptuğunun resmidir.
Türk hükümeti Venezuela konusunda hiç olmadığı kadar tutarlıdır. Öncelikle ABD’nin emperyalist müdahalesini reddederek Venezuela ulusunun egemenlik hakkını savunmaktadır. İkincisi bu ülkeye insani yardım göndererek halkına yardımcı olmaktadır. Üçüncüsü AB’nin Juan Guaido’ya verdiği desteğin bir iç savaşa yol açabileceği uyarısını yaparak barıştan yana tavır almaktadır. Bununla beraber Türk hükümeti ülkedeki sorunları da reddetmiyor.
Sonuç olarak bu dayanışmasıyla Türkiye insanlık tarihinin onurlu sayfalarında adını altın harflerle yazdırıyor. Türk bağımsızlığı geçmişte Müslüman dünyaya cesaret vermişti. Şimdi Latin Amerikalılara güç veriyor. Milletimizle ne kadar gurur duysak azdır.