Sağ tarafından ısırılmış ve artık tipikleşmiş bir elma görmek, Apple markasına ait hiçbir ürüne sahip olmasanız bile akıllara bazı ifadeleri getirebilir, bu logoyu nerede görürseniz görün hemencecik ne olduğunu çıkarıverirsiniz. Fakat hiç bu sembolün nereden geldiği üzerine kafa yordunuz mu?
Belki bunun yanıtı Âdem ve Havva’nın bilgi arayışından kaynaklanıyordur: mesela sürekli büyüyen bir şehvetin ince ve gizli duygularıyla bezenmiş yeni bir keşfin simgesi anlamına geliyordur. Ya da o meşhur dillerden dillere dolaşan ama doğruluğu hakkında herkesin bir türü emin olamadığı, bir elma ağacı altında oturan Isaac Newton’un yerçekimi kuramının oluşmasını sağlayan meyvenin düşüşünü imgeliyordur. Belki de işin aslı bambaşka bir yerde saklıdır. Bu gizem belki kendisi biraz utangaç olan ama hem bilişim bilimlerinin hem de yapay zekanın fikir önderi ve kurucusu olan Alan Turing’de saklıdır.
Turing’in 19 yaşındaki bir erkekle ilişkisi olduğunda ötürü ahlaksızlık suçuyla yargılanmasından iki yıl sonra, ki tesadüf müdür bilinmez aynı suçlama Turing’le aynı ülkenin vatandaşı olan Oscar Wilde’a 1895’de yapılan suçlamanın aynısıydı, Turing’ “terbiye edilmemiş dürtü”lerinin törpülenmesi için bir çeşit hormon terapisine maruz kalmaya zorlandı. Bu da bir nevi hadım etme yöntemiyle eşdeğerdi. Daha sonra içine siyanür katılmış bir elmadan ısırık alarak intihar etti. Hem cesedi hem ısırdığı elma ertesi gün yan yana bulundu. Eğer intihar etmeseydi 2 hafta sonra 42. doğum gününü kutlamış olacaktı.
Turing şahane bir insandı. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi’lerin Enigma Kodu’nun kırılmasında kilit bir rol üstlendi. Bu gelişme sayesinde 2. Dünya Savaşı birkaç sene kısalmış oldu. O zamanlar soyut bir kavram olmaktan başka bir şey ifade etmeyen “evrensel bilgisayar” fikrini ortaya koydu ve bu fikir de bilgisayarların gelişmesi bakımından bir esin kaynağı ve taslak fonksiyonunu üstlenmiş oldu. Kendi adının verildiği ve Yapay Zeka’nın günyüzüne çıkmasını sağlayan Turing Testi’nin de yaratıcısı olmuş oldu. Bu arada tüm bunları sadece 40 yıldan oluşan ömrüne sığdırmayı başardı. Tüm bunlar dikkate alındığında, kamuoyunun fikrinden bağımsız olarak, kendine özgü çizmiş olduğu yolda ilerleyen bir güç mahiyetinde olan ve bunun ötesinde vizyoner mi vizyoner bir yenilikçiliğe dayanan bir şirket için bundan daha iyi bir esin kaynaklığı yapılabilecek bir kişilik düşünülebilir mi? Bunun dışında, orijinal logonun içindeki gökkuşağı şeritlerini de düşünürsek, bundan daha muhteşemini tahayyül etmek olanaksızmış gibi duruyor.
Ne yazık ki, işin aslı bundan ibaret değil. Yukarıdaki hiçbir hikâye işin gerçeğini yansıtmıyor. Aslında sembol, bir sanat direktörü olan Rob Janoff’un hayal ve zihin gücünün bir ürünü. Turing’in hikayesi hiçbir zaman logonun menşei hakkında doğru bir kaynak olamadı. (Hatta, sembolün yaratıcısı olan Janoff, Alan Turing’in ismini logoyu tasarlamaya başladığında hiç duymamıştı bile.)
Fakat, işin ilginç kısmı başka bir yerde saklı. Bana daha çarpıcı gelense Steve Jobs’un Turing’i ilham kaynağı olarak aldığı yaklaşımını asla inkâr etmemesi, hatta birebir bu konu hakkında kendine soru yöneltilmesine rağmen asla bu durumu yalanlamamış. Bunun yerine bilmecevari* bir bakış atmayı tercih etmiş.
Steve Jobs’un neden sessiz kaldığı sorusuna gelirsek, yanıt vermek o kadar basitken neden susmayı tercih etmiş olabilir ki? Neden sessiz kalarak olayın aslıyla alakalı dedikoduların yayılmasına izin verdi? Hele de sorular gelmeye devam ederken…
Görünüşe bakılırsa, Jobs zihinlerimizin önemli bir yanını teşkil eden bu durumu yüksek bir anlayışla sezmiş olmalı: çünkü her şeyin nereden köken aldığını bilmek çok hoşumuza gider. Güzel hikayeler ve öyküler genel olarak hoşumuza gidiyor. Mitlere, kökenlere, yaratımlara oldukça ihtiyacımız var. Sözgelimi o meşhur ısırılmış elmanın basit bir elmadan ibaret olduğunu düşünmek bile oldukça huzursuzluk verici gibi gözüküyor. Sırf o ısırık bile olayın daha net anlaşılabilmesi için son anda eklenmiş bir rötuş gibi duruyor, ki ısırığı görünce herhangi bir meyve değil de elma olduğunu anlayabilelim. Ya o gökkuşağı? Ekrandaki rengi oluşturan piksellerin bir temsili gibi gözüküyor. Çünkü Apple II kendi monitorunda renk imgeleri oluşturabilen ilk ev tipi bilgisayardı.
Bu hikâye hiç de eğlenceli durmuyor. Ne büyük bir hayal kırıklığı! En azından elimizde bir hikâyenin olması hiç olmamasından iyidir, fakat hikâye ne kadar iyiyse bizim için de o kadar tatmin edicidir.
Herhangi bir şeyin sebebinin olmayışı hepimiz için oldukça tat kaçırıcıdır. Çünkü sürekli yeni bir tane oluşturmak için can atarız, hatta bunu öylesine bir hevesle yaparız ki olayın kökeni hakkında görünürde bir kanıt olmasa bile öyle ya da böyle uyduruveririz. Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: kimse Turing’in Apple logosunu nasıl etkilediği hakkında herhangi bir öneride bulunmamış olsa bile biz kendi kendimize bir açıklama oluştururuz. Ya da başka bir hikâye için yeni bir açıklama yapıveririz ve sırf bu yüzden beynimiz o anda hangi açıklama aklına yatıyorsa o an doğaçlama bir şekilde yeni bir izah yapma gayretkeşliğine girişir. 1740’da David Hume’un gözlemlediği gibi, “Nedensellik evrenin ruhunda vardır.”
Psikolog Tania Lombrozo’nun dediklerine göre bunun gibi anlık ve doğaçlamavari bir şekilde yapılan nedensel izahlar gündelik bilincimiz için oldukça kıymetli. Öğrenme sırasındaki gelişimlerimize oldukça katkıda bulunuyorlar. Dahası, daha geniş ve ileri düzeyde bir keşif ve fikir üretmemizi hızlandırıyorlar. Ayrıca daha tutarlı inançlar oluşturmamızda ve mevzubahis olgu hakkında genelleme yapmamızda yardımcı oluyorlar. Ardından bunlar ışığında da bu inançların gelecekte meydana gelmesi muhtemel olayların anlaşılması, tahmin edilmesi ve kontrol edilmesini sağlayıp karşılığında da yeni inançların oluşmasını mümkün kılıyorlar. Kendisi de bir Gestalt psikoloğu olan Fritz Heider durumu şu şekilde açıklamayı tercih ediyor: “Eğer masamda birazcık kum görürsem, bunun altında yatan sebebi hemen öğrenmek isterim, ama yalnızca bu nispeten daha önemsizmiş gibi görünen yan hikâye olayını temeldeki bir ana olaya yönlendirirsem işte o vakit istikrarlı bir ortama ulaşabilir ve ardından onu kontrol etme olanağına sahip olurum.”
Hatta kimi açıklamalar kendi kavrayışımızı bile genişletebilir: birisine bir şey izah ederken kendimizin daha iyi anladığının farkına varmışızdır. Bu duruma da öz-izah etkisi denir ve gerçek hayatta da karşılığının olduğu defalarca gösterilmiştir. Örneğin bir ders kitabı konusunu kendilerine açıklayanların aynı konuyu iki defa çalışan kişilere göre daha başarılı oldukları ortaya çıkarılmıştır. Aynı şekilde öz-izah yöntemiyle eğitilmiş kişilerin matematiksel problem çözme konusunda daha başarılı oldukları ve yeni matematiksel kavramları daha iyi öğrendikleri ortaya konmuştur. Bunu bir hikayeyle açıklamakta fayda var: Nobel ödüllü fizikçi Richard Feynman kanserle boğuştuktan sonra 1988’de öldüğünde çalışma tahtasında şu sözler yazıyordu: “Yaratmakta güçlük çektiğimi anlayamıyorum.” Bunlar Feynman’dan öğrencilerine ve dünyanın gerikalanına bıraktığı son ihtar olmuş oldu.
Fakat bazı açıklamalar ekstra bir izaha ihtiyaç duymazlar, bazen tek başlarına yeterli olurlar, yani sırf kendi başlarına bile oldukça tatmin edici olabilirler. Kendisi de bir gelişim psikoloğu olan Alison Gopnik’in aktardıklarına göre açıklamalar sunmak kendi çapında bile oldukça doyurucu olabilir ve bizim daha sağlam muhakeme yapmamızı sağlayabilir. Bunu orgazm etkisiyle kıyaslayarak şunları söylüyor: “Olgusal bakış açımıza göre nasıl ki açıklamalar yapmak için teoriler inşa edip kullanıyorsak aynı şekilde orgazm olmak için de seks yapıyoruz. Öte yandan evrimsel bakış açısına göre de ilişki tersyüz oluyor: çocuk yaptığımızdan ve teori oluşturduğumuzdan emin olmak için izahlar ve orgazmlar tecrübe ediyoruz.”
Açıklamalar spontane olduğu kadar da doğaldırlar. Sekiz yaşındaki çocuklar hemen hemen her türlü olgu için açıklama yapma eğilimindedirler. Lombrozo bunlara oldukça rastgele olan teleolojik şeyler diyor: yani olguları daha derin açıklamalara bakmaktansa hizmet ettikleri amaçlara göre izah etme girişimi. (Mesela teleolojik bakış açısına göre dağlar birtakım jeolojik kuvvetlerin yeryüzünü belli bir şekilde etkileyip oluşmuş olmasından ziyade tırmanmak için vardırlar.) Biz de bu çocukluk eğilimini asla aşamayız: aslında eğer bilişsel olarak bir düşme yaşıyorsak bunu Alzheimer gibi hastalıklarla tam tersine çeviririz, hatta bundan stresli olduğumuzda ya da dikkatimiz dağıldığında bile kaçınmayız. Şüpheli durumlarda, beynimiz bizi nedenselliği belirleyen yöne doğru en kısa rotayı kullanarak götürür ve bu da oldukça çabucak ve düzgün bir şekilde olur.
Zihnimiz kimi açıklama türlerini diğerlerine göre daha tatmin edici bulur. Açıkçası, daha basit olanlar ilkesel olarak daha karmaşık olanlara galebe çalarlar: Eşit derecede iyi gözüken iki açıklamadan daha direkt olanı seçeriz ve hatta nispeten daha iyi ama daha karmaşık olan bir açıklamayı buna göre daha kötü olan ama daha basit olana dönüştürürüz. Bunun dışında tabi ki daha tutarlı olanları seçme eğilimindeyizdir, bir açıklama ne kadar çok hikâyeye benzerse ve öykü biçiminde olursa bizim için daha iyidir. Özellikle de aynı zamanda birden fazla etmeni açıklıyorsa bizim için tadından yenmez. Apple logosuna dönecek olursak, Alan Turing hikayesi sezgisel olarak en çekici ve cazip hikâye gibi gözüküyor. Çünkü daha hikayesel bir yöne sahiptir ve Âdem ile Havva ve Newton açıklamalarının izah etmekte eksik oldukları noktaları mesela bu son iki hikâyenin açıklayamadığı gökkuşağını ve Newton hikayesinin ısırık kısmını açıklayamadığı kısmı kapsıyor gibidir.
Steve Jobs’un soru karşısındaki sessizliği tam anlamıyla dahiyaneydi. Bazen insanların doğal olan eğilimlerinin kendi başlarına işin geri kalanını halletmelerine izin verip hikayeler oluşturmalarına müsaade etmek ister doğru ister yanlış olsun daha akıllıca ve iyi bir tercih olabilir. Bu sayede insanların sizin söyleyebileceğiniz her şeyden daha iyi anlamasına ve sizinle daha iyi ilişki kurmalarına yardımcı olacaktır.
Guardian gazetesinin 2007’de yayınlanan bir bölümünün nasıl sonlandığına bir bakalım:
Lakin Alan Turing’e dair en çok hoşuma giden övgü onun sizin doğrudan yüzünüze bakması olabilir. Resmi olarak hiçbir zaman kabul edilmese de Apple’ın bilgisayar logosunun sıklıkla Âdem ve Havva’ya ya da hatta Isaac Newton’a gönderme yapmadığı kabul edilir. Fakat karşısında ödenmesi gereken büyük bir bedelin olduğu Alan Turing’in hüzün verici ölümüne ithaf edildiği kabul edilir.
Şimdi bu çok daha yalın ve yavan gerçeklere göre daha çok da tatmin edici bir son sayılmaz mı?
2012 yılı, doğumunun yüzüncü yılına ithaf olarak Alan Turing’i işaret eder. 2012 yılı Alan Turing’in doğumunun yüzüncü yılı olması sebebiyle özel bir seneyi imler. Doktora derecesini de buradan almasından ötürü Princeton’da olan Princeton Yüzüncü Yıl Kutlaması’nı da içeren bir dizi etkinlik tam da bu olayı anıyor.
Ian Watson’un 2011’in aralık ayında dikkat çektiği ve Stephen Fry’ın söylediklerine göre, BBC’nin QI XL’ın bir bölümünde Steve Jobs aslında hikâyenin doğru olmadığını söyledi. Fakat, yine de Jobs’un söyledikleri asla kayda geçmedi: tüm bildiğimiz bu özel konuşmaya yapılan bir referanstan ibaret. Bildiğim kadarıyla Jobs bu miti kamuoyu nezdinde asla yanlışlamadı.
Lombrozo, T. (2011). The Instrumental Value of Explanations Philosophy Compass, 6 (8), 539-551 DOI: 10.1111/j.1747-9991.2011.00413.x
Lombrozo, T. (2006). The structure and function of explanations Trends in Cognitive Sciences, 10 (10), 464-470 DOI: 10.1016/j.tics.2006.08.004
** Çevirmen notu: Burada “bilmecevari” olarak çevrilmesinin nedeni Alan Turing’in Nazi’lerin Enigma Kodu’nu kırmış olduğundan ve orijinal metindeki İngilizce sözcüğün enigmatic buna atıf yapmış olmasından dolayıdır. Enigmatic sözcüğü hem kırılan kodun ismine ithaf edip hem de bilmecevari gibi bir anlama sahiptir.
Kaynak: https://blogs.scientificamerican.com/literally-psyched/hunters-of-myths-why-our-brains-love-origins/