İnsanın evrimine yolculuk

Yazan
Mertcan Erice
Antropolog
Yazının Okunma Süresi
5 dakika

İki ayağı üzerinde hareket eden ancak insan olmayan primat atalarımız, bir noktadan sonra “insan özelliği” kazanmaya başlıyor. Bugüne kadarki bulgular, bu özelliğin yaklaşık 3,3 milyon yıl önce kazanıldığını ortaya koyuyor. O tarihlerde Kenya’dayız, Turkana adında bir göl var. Gölün yakınlarında, taştan aletler yapıp ihtiyaçlarımıza göre kullanmışız. Ancak bunu yapabilen insanların, hangi türe mensup olduğunu henüz bilmiyoruz. Çünkü taş aletlerin yanında fosil kalıntılarına rastlanmadı.

Taş alet yaptığına yönelik kanıtlara ulaştığımız, şimdilik en eski tür Homo habilis adında. Homo, cins adı ve insan anlamına geliyor. Yanındaki Latince habilis kelimesi ise, tanımlayıcı isim. Homo habilis, “yetenekli insan” veya “becerikli insan” olarak dilimize çevrilebilir. Bu isim, alet yapmayı bildiği için verilmiş. Zamanda hemen hemen iki buçuk milyon yıl geriye gidebilseydik, H. habilis’in erken örneklerini görebilirdik. Ama neyse ki fosiller var! Bu sayede en azından bazı kemiklerini bugün bile inceleyebiliyoruz. Habilisler elbette ses çıkarıp iletişim kurabiliyorlardı. Ancak bizim seviyemizde konuşamıyorlardı. Habilisler, Australopithecuscinsindeki ataları gibi bacaklarına oranla uzun kollara sahip değiller. Ayak başparmakları da o kadar ayrık konumda değil. Beyinleri, ortalamada daha büyük. Yonttukları çakıl taşlarını keskin hale getirmişler. Peki bu aletlerle neler yapılabilir? Çeşitli hayvan kalıntılarının etlerini kemiklerden sıyırabilirler. Sert ve kabuklu yemişleri kırabilirler. Bazen işler yolunda gitmez ve canlıdan geriye hiç et kalmaz. Bu durumda kemikleri kırıp içlerindeki iliği yiyebilirler. Kemik iliği, oldukça besleyici bir gıdadır.

Habilislerin taş alet teknolojisi, büyük memelileri avlamak için pek uygun değildi. Mızrak gibi aletler üretmek için gereken küçük ve sivri uçlar henüz yapılamamıştı. Fakat elbette, kemirgenler gibi küçük hayvanları avlayabiliyorlardı. Hem bitkisel hem de hayvansal besinler arasından, çoğunlukla ne bulurlarsa yiyorlardı. Yedikleri arasında kuş yumurtaları, memeli hayvanlar, fındık, ceviz gibi kabuklu yiyecekler, meyveler vardı. Homo habilisler, genellikle leşçil olarak bilinirler. Ek olarak besinleri ateşte pişirdiklerine dair henüz hiçbir kanıt bulunamadı.

Şimdi çok meşhur bir başka insan türüyle tanışalım. Bilimsel adı Homo erectus. Beyin, büyümeye devam ediyor. Kullandıkları aletlerin birden fazla çeşidi var. Habilisler gibi yontulmuş çakıllar üretiyorlar. Fakat daha düzgün ve işlevsel parçalar elde ettikleri aşölyen denilen alet kültürüne de sahipler. Homo erectus, Afrika kıtasından göç ettiği bilinen en eski insan türüdür. Fakat Afrika dışına çıkmayan Erectuslar da vardı. Onlar ise Homo ergaster tür adıyla biliniyorlar. Erectusların boy ortalaması, Habilislerden daha uzun. 

 

Ateşin keşfiyle şekillenen evrim

Bir Erectus ailesiyle birlikte yaşasaydık nelerle karşılaşırdık? Öncelikle görünüm olarak bizden pek de farklı değiller. Günlük hayatta, yaptıkları mızrağa benzer aletlerin de yardımıyla avlanabiliyorlar. Üstelik bunu ailenin diğer bireylerinden yardım alarak da yapabiliyorlar. Örneğin bir geyiği, geyik yorulup yavaşlayana kadar kovalayabilirler. Erectus’un kılları, geyiğe kıyasla çok daha seyrek ve kısa olduğundan vücutlarındaki ter damlacıkları, daha iyi bir soğutma sağlıyor. Bu yüzden bir geyik, bir Erectus’a göre daha hızlı koşsa da genellikle daha uzun süre koşamıyor. Böylece Erectusların midesine iniyorlar. Üstelik pişmiş bir şekilde!

Bir yandan da her zamanki gibi evrim mekanizmaları işlemeye devam ediyor. Bireylerde meydana gelen mutasyonlar arasından, çene/çiğneme kaslarını zayıflatan ve çeneyi küçültenler seçiliyor (doğal seçilim süreciyle). Besinleri pişirmek, onların daha kolay sindirilmesini ve proteinden daha iyi faydalanılmasını sağlıyor. Ayrıca güçlü çene kaslarına ve dişlere olan ihtiyacı azaltıyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; sırf ihtiyaç yok diye çenenin küçülmesi ve çiğneme kaslarının zayıflamasından söz edemeyeceğimizdir. Bu olguların, mutasyon gibi mekanizmalarla gerçekleşmesi sonucunda canlıya fayda sağlamış olması, durumun asıl açıklamasıdır. Bu yüzden de bu mutasyonlara sahip bireylerin sayısı gittikçe artmış. Peki çiğneme kaslarının ve çenenin küçülmeye başlaması, Erectuslara hangi faydaları sağlamış olabilir? Öncelikle bireydeki doku miktarı azalırsa, bedeninin daha az enerji harcaması beklenir. Buna evrim ekonomisi de deniliyor.

Pişmiş etteki protein, beynin gelişimine katkı sağlıyor. Günümüzde yirmi yaş dişlerinin çıkmasında gözlenen sorunlarının kökeninde, yiyecekleri pişirerek yememizle başlayan bir evrim süreci var. Çenenin hâlâ devam eden küçülme süreci, yirmi yaş dişi olarak bilinen 3. büyük azı dişlerimizin çıkışını sorunlu hale getirebiliyor. Bu dişler bazen hiç çıkmıyor. Homo erectus’un bulunabilen fosilleri, 1,9 milyon yıl öncesinden 140 bin yıl öncesine kadar tarihleniyor.

 

Neandertal insanı ve modern insanla olan ilişkisi

Sırada Neandertal kuzenlerimiz var (Homo neanderthalensis). Günümüze dek bulunabilen fosilleri, yaklaşık 400.000-40.000 yılları arasına tarihleniyor.[1]  Bilim insanları, fosil kayıtları üzerinden yaptıkları değerlendirmelere göre, Neandertallerin, Homo erectus veya Homo heidelbergensis türlerinden birinden evrildiğini düşünüyor. Neandertal fosilleri, Avrupa ve Asya boyunca yayılmış. Bedenleri, Avrupa’da buzul çağının zorlu soğuklarına uyum sağlamış. Onlar kısa boylu, geniş yapılı ve kaslı insanlar. Taştan çok çeşitli aletler yapmışlar. Yontulmuş bıçaklar, sivri uçlar, kazıyıcı parçalar onlardan bazıları. Sivri uçlar, odundan bir sapın ucuna takılıp av aracı olarak kullanılabilir nitelikte. Bu aletlere mızrak deniliyor ve büyük memelileri avlamak için kullanılabiliyor. Neandertaller de Erectuslar gibi yiyecekleri pişirmeyi, nispeten büyük hayvanları avlamayı biliyordu. Neandertallerin mamut gibi kocaman hayvanları avlaması, etkileyicidir. Şimdi o anları hayal etmeye çalışalım. Bir grup Neandertal, mızrakları ve meşaleleriyle mamut kovalıyor. Mamut bir yandan kendini savunmaya çalışırken diğer yandan da kaçacağı güvenli bir yer arıyor. Fakat Neandertal üyeleri onu uçurumun kenarına sürmeye kararlı! Mızrak ve bıçak darbeleriyle yaralanan mamut, uçurumdan aşağı düşüyor ve ölüyor. Neandertaller aletleriyle etleri kesiyor ve pişirip yiyor. Kazı alanlarında hem Neandertalleri içeren hem de mamutlara ait fosil kalıntılarını birlikte görmek mümkün. Bazı mamut kemiklerindeki yaralanma izleri de ayırt edilebiliyor. Beyinleri ortalamada bizden biraz daha büyük (1500 cc) olan Neandertallerde, yaralı ve hasta bakımı gibi bireyler arası yardımlaşmalar da oluyordu. Yapılan bazı çalışmalarda Neandertal gırtlağının, Sapienslere kıyasla daha yukarıda olduğu çıkarımı yapılmıştır. Bu da konuşma yeteneklerinin Sapiens düzeyinde olmadığını düşündürüyor. Ölü gömme davranışına da rastladığımız Neandertaller, mağaraların yanı sıra açık arazi yerleşim yerlerinde de barınmıştı.

Neandertallerin neslinin tamamen tükendiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz! Almanya’daki Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde yapılan çalışmalar gösterdi ki, günümüz insanı ile Neandertal insanı üremiş. Bugünkü insan toplulukları da belli düzeylerde Neandertal geni taşıyor. Bu genlerin görülme sıklığı, Avrupa’nın kuzeyine doğru gidildikçe artarken, Afrika kıtasında neredeyse sıfırlanıyor.

 

Cüce akrabalarımız: Hobbitler

Eğer bugüne kadar tanışmadıysanız, sizi cüce akrabalarımızla tanıştırmak isterim! Bilimsel adı Homo floresiensis olan nesli tükenmiş bu insan türü, oldukça ufaktı. Küçük beyni, ortalama bir metrelik boyuna göre şaşırtıcı olmasa da diğer insan türlerine kıyasla küçüktü. Floresiensisler, Hobbit takma adıyla da biliniyor. Fosilleri Endonezya’nın Flores (Java) Adası’nda keşfedildi. Ada’daki iklimsel şartlar, üzerinde yaşayan canlıların evrimini cüce olmaları yönünde şekillendirmişti. Nitekim adadaki fil gibi başka canlıların fosilleri, onların da cüce olduğunu ortaya koydu. Hobbit dostlarımız neyse ki alet yapmayı ve ateşi kullanmayı biliyordu.  

 

Çağdaş insanın evrimi

Biraz da kendimizden bahsedelim. Yani Homo sapiens tür adına sahip çağdaş (modern) insandan. Fosil kanıtlar gösteriyor ki en az 300 bin yıldır varız. Tarih sahnesine yeni çıktığımız dönemde; taştan çeşitli aletler yapmamız, besinleri ateşle pişirmemiz, avcılık faaliyetlerimiz gibi birçok özelliğimizi hem Erectus hem de Neandertallerle paylaşıyoruz. Üstelik Erectus-Neandertal-Sapiens türleri, bir dönem aynı anda hayattaydı. Bizler kemikleri de isteğimize göre şekillendirip alet niyetine kullanan bir türüz. Mağaralara resimler yaptık, ölülerimizi gömdük, hayvan postlarından ve bitkisel liflerden kıyafetler ürettik, müzik yaptık, süslendik, yeni bölgeler fethettik ve savaştık…

Yaklaşık on iki bin yıl önce, iklimdeki yumuşamayla birlikte yerleşik yaşama geçtik ve tarım yapmaya başladık. Evler inşa ettik, çeşitli bitki ve hayvanları evcilleştirmeye başladık. Yani “yapay seçilim”i kullanarak bazı canlıların evrimine bilinçli olarak yön verdik. Bazen çok mutlu hissettik bazen de endişe duyduk. Öyle ki gelecek kaygıları, potansiyel tehlikelerden korkmak derken psikiyatrik hastalıklara da yakalandık…

İnsanlığın geçmişine küçük bir yolculuğa çıktığımız yazımızı burada noktalıyoruz. Bir sonrakinde görüşmek üzere, hoşça kalın!

 

 

[1]Homo neanderthalensis”, Smithsonian National Museum of Natural History, erişim 17 Ocak 2019, http://humanorigins.si.edu/evidence/human-fossils/species/homo-neanderthalensis.

 

Evrim