Çevreci, hangi çevreyle ilgileniyorsun? -O bir can!
Can, çevresiyle candır. İçtendir. İç teni vardır çünkü. Dışında olan teniyle yaşadığı çevreye, çevrelere değer. Duygularıyla, düşünceleriyle, anlam ve değer yaşantılarıyla da (Bunlara iç teni diyorum!) onu can kılan içindeki çevreye, çevrelere değer.
Yıllar önce çevre bilgeliği üstüne gerçekleştirdiğim çalışmalarım beni “can” kavramına götürdü. Çevre bilgesinin nasıl bir can olduğunu anlamak açısından bu çalışmalarımın bir parçasını aşağıda sunuyorum.
“Çevre bilgesi, çevre bilimlerinin birinde uzman bir kişi olabileceği gibi, çevre sorunları, çevre kavramı üstünde düşünen herhangi biri olabilir. Çevre bilgesi şöyle bir ayırımdan yola çıkar (Bu benim önerimdir, bilge kişi isterse önerimi onaylamayabilir!):
1. Çevre sorunları,
2. Çevre sorunları üstüne çözüm çabalarındaki sorunlar.
Çevre sorunları yaşadığımız fiziksel biyolojik sistemle (eco-system), somut çevre düzeniyle ilgili sorunlardır. Bu sorunlar üstüne üretilmiş düşünceler, geliştirilmiş değerler, inançlar, sanat ürünleri, duygular, duyarlılıklar, tutumlar, ikinci öbeğe giriyor. Bunlara ortam diyoruz. İnsan, fiziksel, biyolojik çevrenin yanında, bir de ortamı yaşıyor. Ortamı: Bilimi, sanatı, dini, felsefeyi, dünya görüşünü, kısaca kültürü. İnsan çevresini yaşarken, ondan ayrılmaz biçimde ortamını da yaşıyor. Çevresini ortamıyla algılıyor, değerlendiriyor, yorumluyor, anlıyor, değiştiriyor.
Çevre sorunları aynı zamanda ortam sorunundur da. Kültürümüzü, yaşama biçimimizi, bilimi, sanatı, dini, dünya görüşümüzü sorgulamadan çevremizi sorgulayamayız.
Öyleyse, çevre bilgeliği, her şeyden önce, bir çevre anlayışının geliştirilmesini şart koşuyor. Bana göre, bu yazının sınırları içinde söylendiğinde, çevre kavramı şu öğelerden oluşuyor:
- Bedenimiz,
- Bilincimiz,
- Bilgimiz,
- Tarihimiz,
- Toplumumuz (başka bireyler, başkaları, yaşamı birlikte üleştiğimiz “dostlarımız”, “düşmanlarımız”),
- Politik, ekonomik düzen,
- Enerji kaynakları,
- Güvenlik ve askeri güçler,
- Canlı ve canlı olmayan doğa,
- Yerleştiğimiz mekân, kentlerimiz,
- Ulaşım düzenimiz,
- İç dünyamız (iç-çevre diyorum buna; duygusal, düşünsel, manevi dünyamız. Metafizik varlığımız!),
- Gezegenimizin tümü, evrenin tümü,
- Yukarıdaki maddeler hakkındaki görüşlerimiz, değerlerimiz, yorum ve anlam verme çabalarımız.
Bu denli geniş açıdan görülen çevre anlayışıyla bilge kişi, olanca zenginliği, derinliği içinde çeşitli kişilik özellikleriyle karşımıza çıkıyor. Tek bir bilge tipi önermiyorum. Farklı anlayışlarda, görüşlerde bilge kişilerin birlikteliğini öneriyorum. Bilge kişiler, düşünceleri, görüşleriyle yaşayışlarını harmanlamış insanlardır. Herhangi uzman kişi değildir çevre bilgesi. “Nasıl yaşamalıyım?” sorusunu dert edinmiş kişidir her şeyden önce. Kimlerle, nasıl bir dünyada, evrende, hangi geçmişte, nasıl bir geleceğe yöneldiğini sorgulayan, kendine özgü çevre duyarlılığı taşıyarak çevresine yeni bir tutumla, değerlerle, sorumlulukla bakabilendir.
Bilgelik eğitimi: Çevre eğitimi
Bilgelik eğitimi, ancak bilgelerden, örnek bilgilerle birlikte yaşayarak, usta-çırak ilişkisi içinde oluşturulabilir. Eğitimin programından çok, bu eğitimi kimin yapacağı önem kazanıyor. Bilge bize çevre duyarlığı kazandıracaktır. Tutum, davranış sağlayacaktır. Çevremizi anlayıp değiştirmeye yöneltecektir. Bilge kişi, çevrebilimden haberli olacak, politik, ekonomik, askeri güçlerin farkında olarak öneriler sunacak, sorgulamalar yapacaktır.
Çevrem, kendim de dâhil olmak üzere tüm varlıktır. Bilge, tüm varlığı, tüm çevre ve ortamı yeniden değerlendirecektir. Hâlihazır değerlendirmeleri eleştiri süzgecinden geçirip, yeni anlamlar, değerler, tutumlar geliştirecektir.
Kültürümüz böyle bir çekirdeği taşımaktadır. Yunus Emre: “Benim bir karıncaya âli nazarım vardır” demektedir. Karıncaya bile böylesine yüce bir gözle bakabilen kültürden geliyoruz. Yine Yunus, örneğin “Cümle şair dost bahçesi bülbülü/ Yunus Emre arada durraçlana” diyor. Bunu şöyle değiştirebiliriz:
Cümle varlık dost bahçesi bülbülü
Her bir kişi orada durraçlana.
Her insan, kendi örnek kişiliği içinde, başkalarıyla birlikte, sülün (durraç) gibi, özgüveni yerinde, bütünleşmiş, yine de farklılığını duyan, özerk, bağımsız bir birey olarak yaşayacaktır. Nazım da öyle demiyor muydu?
Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Burada hem toplumsal hem doğasal bir kaynaşma söz konusudur. Bir ağaç, bir orman, bir toplum, bir canlı, bir cansız, tüm evrenin bir parçası olmanın taşıdığı sorumluluk ve yaşama sevinciyle çevremize yöneleceğiz.
Çevre eğitimi hangi düzeyde, kimlere, nasıl verilecektir? Kim yapacaktır bu eğitimi? Son sorunun yanıtı açık geliyor bana: Bilge kişiler. Bu eğitimin uygulamada nasıl olacağı üstünde ayrıca düşünmek gerekiyor. Yukarıda açıkladığım kaygıların, sorunların, birikimin göz önüne alınması koşuluyla.
Prof. Dr. Ahmet İNAM
ODTÜ Felsefe Bölümü
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın aralık 2017 sayısında!