Tınlayan evrende

Yazan
Prof. Dr. Ahmet İnam

Bilim insanlarına  “bunca titiz, yoğun çalışmalarınız ve gözlemleriniz sonunda evren hakkında olabildiğince kesin bir saptama ile ne diyebilirsiniz?” diye sorulduğunda, örneğin şöyle bir yanıt alabilirsiniz: “Evrende bir hareket, bir salınım var!” İşte bu yanıtın benim açımdan karşılığı evrende bir tın var, olabilir. Evren tınlıyor! Tın var sevgilinizin yüzünde, ders çalıştığınız kitapların sayfalarında, bir matematik probleminin bir türlü çıkış bulamadığınız aşamalarında tın var. Ne diyordu Einstein yaşamöyküsü ile ilgili notlarında: “Bir şey derinden derine gizlenmiş olmalı görünen şeylerin ardında.” Onun adı Türkçemizde tındır. Kulağımıza ilk işittiğimizde tuhaf gelse de, “madeni bir şeyden hafif bir vurma ile çıkan ve uzayıp giden ses, tınlama sesi” olarak yazsa da sözlük. “Tınmak” gibi fiil hali ses çıkarmak, bir şey söylemek anlamında örneğin Pir Sultan Abdal’ın şu sözünde geçer: “Müşkilin mürşide tınarken gördüm.” Elbette günlük dilde “tınmamak” daha yaygın olarak kullanılmaktadır, aldırmamak anlamında. Tın tın deyimini de unutmayalım: Çok cahil, boş insanlar için söylenir. Oysa dilimizin köklerindeki tın bize başka şeyler söylüyor.

İşte ben “tını” bu yazıda kısa imalarla açmaya çalışacağım.

Dilimizin eski metinlerinde, örneğin Altun Yaruk’ta, Divan-ı Lügat-it Türk’te ruh, can, yaşama yetisi, soluk, nefes, cevher, madde anlamlarında sık geçen bir sözcük, tın. Tınlıg canlı, ruhlu demek, tınlıgsız da cansız, çorak, kimsesiz, gibi anlamlar taşıyor. “Tıngla sözüm külgüsüz”  diyor şair: Dinle sözümü gülmeksizin. Tını anlatanı gülmeden dinlemeli, belki ince bir meraklı tebessümle. Çünkü tın fiil olarak rahata ve huzura kavuşmak, dinlenmek anlamlarını da taşıyor.

Tını Batı dillerindeki Esprit, spirit, Geist  karşılığı olarak Türkçemizde bir felsefe terimi olarak kullandığımız “tin”den ayrı düşünüyorum. Tın varlığın sesidir. Evrendeki enerjinin kendini insana duyurmasıdır. Tın kulağı olan uçsuz bucaksız evrendeki tını duyabilir. Örneğin fizikçi onu matematiksel bir modelle ortaya koyar, sanatçı onu sanat ürününün bir esin kaynağı olarak algılayabilir. Tını koşuşturma içinde, alışkanlıklarda yaşadığımız sıradan yaşamın gürültüsü yüzünden duyamıyoruz. Bizi yeniye, canlıya, cana, hakça yaşama, güzel bir hayata yönlendiren güç tındır. Onunla anlayışa, bilgiye, yaratıcı düşüncelere, geliştirici hipotezlere, açıklayıcı kuramlara, sarsıcı, etkileyici sanat ürünlerine doğru yola çıkarız.

İşte eğitimin farkına varamadığımız can alıcı temel sorunlarından biri de, bu can evimizde duran tının esin verici gücünü genç insanlara duyurmayı nasıl başaracağımız sorunudur. Tın, bize “insan ol, hakça bir düzenin ardına düş, ötekine saygı duy, araştır, öğren; müzikle, dansla, şiirle, sanatla hakikatin ardına düş, yeryüzünü yaşanası bir gezegen hâline getir, diğer gezegenleri keşfedip onlarda yaşamaya hazırlan” diyor, “aşkla aş kendini!”. Tının çağrısını bir canlı türü olarak insan binlerce yıldır duymakta elbette. Hakikat arayışında, bilim, sanat, inanç düzenleri, bilgelik yolları tını duymaya çalışmışlar.

Tının çağrısı bizim kültürümüzde gönülle duyulur. Bizim insanımız bilgelik düzeyine çıkabildiğinde gönlüyle düşünür. Akıl, canımızın yalnızca bileşenlerinden biridir. Canımızın diğer bileşenleriyle beslenemezse, ezbere konuşan, kalıpla düşünen, düşünme özerkliğini ve düşünme özgürlüğünü yitirmiş bir insanın sözde “aklı” olur. Düşünme yalnızca yaşam sorunlarının çözümüne yönelik, günü kurtarma amacıyla sürdürülen “zihinsel süreçlerden” oluştuğunda tına kapalı kalır. Yaşam içindeki düşünmeyi hayat düzlemine çıkarabilmeliyiz. Onu değerlerle, hakikat aşkıyla, gerçeği duyma ve yaşama tutkusuyla donatmalıyız. Düşünmekten korkmayan, cesur, kendi gözüyle görüp kendi canıyla duyabilen, sorgulamaktan, itiraz etmekten sakınmayan, bu tavırlarının sonunda başına geleceklerin bedelini ödemeye hazır insanlar düşünceyi yaşamdan hayata taşırlar. Tın duyar kulakları oluşur. Canlarından gönüllerine doğru yola çıkarlar. Tın duymuş cana gönül diyorum.

Tın kavramının mistik bir kavram olduğunu sanıp sözlerime dudak bükenlere selam ederim. Tın biz insanlar için evrendeki “en sahici” güçtür: Enerjidir, maddedir. Bunun yorumunu yapan biziz. Bu enerjinin, bu erkenin bize ne söylediğini anlamaya çabalıyoruz. Elbette yorum yapıyoruz. Yorumu, bedenimizi, duygularımızı, aklımızı, çevremizle ilişkilerimizi, ürettiğimiz ürünleri, üretme gücümüzü, bir arada yaşama becerimizi, köklerimizi, köklerimizdeki geleceği[*] göz önüne alarak yaptığımızda, gönlümüzle duyduğumuz tına ulaşıyoruz. Tın bize beni de sorgula diyor elbette. Tın yaşantımızda bulunan en zengin yorum pınarıdır, en zengin yorum gücümüzdür çünkü.

           

[*] Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir” sözünü İstikbal köklerdedir olarak da yorumladığımı anımsatırım. Köklerimizi dilimizde bulabiliriz bir yanıyla. Köklerimizden çıkacağız göklere!

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın eylül 2018 sayısında yayımlanmıştır.
Can Pınarından