Doğa devrimle kurtulur

Yazan
Emrah Maraşo
Bilim ve Ütopya Genel Yayın Yönetmeni
Yazının Okunma Süresi
3 dakika

Ekolojik kriz 1990’lı yıllardan itibaren gündeme ağırlığını koymaya başladı. BM’de yapılan zirveler, alınan kararlar, binaların önünde yapılan protestolar, çevreci örgütlerin medyaya yansıyan ilginç eylemleri… Bunlar ekolojiye dair zihnimizde beliren belli başlı ama yüzeydeki imgeler. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve dünya ölçeğinde sosyalizmin geri çekildiği, ulusal-devletlere yönelik neoliberal saldırının hızlandığı koşullarda emperyalist-kapitalist sistemin kesin zaferini ilan ettiği propagandası yapılıyordu. Bu tabloda çevre krizleri de doğal bir olgu ve adeta bir kadermiş gibi, modernitenin nimetlerinin yan etkileri olarak benimsetilmeye çalışılmıştı çünkü sistemin ideolojik merkezleri için modernite, sadece kapitalist üretim tarzından ve onun dünya çapındaki emperyalist örgütlenmesinden ibaretti. O halde yapılması gereken şey büyük tekelleri çevreye duyarlı olmaya çağırmaktı yani sistem içinde bir reform yapmaktan ibaretti bütün sorun. Ancak mesele başından beri yani kapitalizmin hâkim üretim tarzı haline gelmesinden itibaren ve özellikle sanayi devrimi sürecinden bu yana kapitalizme içkindi. Sistem yalnızca işçinin emek gücünü sömürmekle kalmıyor doğanın kaynaklarını da geri dönüşsüz bir şekilde kullanıyor ve gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakmamak üzere yok ediyordu. Bu yıkım artık dünya için alarm zillerinin çalınmasını da beraberinde getiriyor. Sorunun çözümü ekolojik krizle nasıl mücadele edilmesi sorusuna verilecek yanıtın ötesinde ekolojik krizin büyük failini teşhis edip çözümü buna göre oluşturmaktan geçiyor. Suçlu tekil insanlar veya onların tüketimleri değil, bunların hepsi sonuç ve daha önemlisi suçluyu gizlemek için yapılan perdelemeler. Tabiat anayı katleden adıyla sanıyla emperyalist-kapitalist sistem ve başta ABD olmak üzere bu sistemin önde gelen ülkeleridir. Ezilen ulusların ve gelişmekte olan ülkelerin hammaddelerini sömüren ve doğalarını yıkıma uğratan, bu hammaddeleri yüksek teknolojili ürünler yapımında kullanan ve sonra devasa meblağlara yine o ülkelere satan, IMF ve Dünya Bankası gibi araçlarla ekonomilerine müdahale edenlerdir. Büyük Sıfırlama adı verilen girişimle dijital finans, web 3.0, yapay zekâ ve ekolojinin birlikte kullanıldığı yeni bir sermaye birikim rejimi bütün ağırlığıyla dünyaya gelmektedir. Elektrikli arabalardan güneş-rüzgar teknolojisine, bataryalardan yakıt hücresi teknolojilerine kadar kapitalizm kabuk değiştiriyor ve yeni bir biçime doğru gidiyor… Kuşkusuz bu teknolojilerin fosil yakıtlara göre daha çevre dostu olduğu doğru ancak dünya ölçeğindeki üretim ilişkilerindeki dengesizlikle birlikte ele alındığında onların ekolojik bir emperyalizmin hizmetine koşulduklarını da gösteriyor. Bu durum bizi yanlış bir çıkarım yaparak araçlara yönelik düşmanlığa götürmemelidir. Sanayi Devriminin eşitsizliklerinin ve acılarının sorumlusu nasıl makineler değilse ekolojik emperyalizmin sorumlusu da gelişen teknoloji araçları değil. Fakat o araçların mevcut dünya sistemi içinde bir işlevi var, bunu görmek gerekiyor. O işlevin önemli bir yanı da azgelişmiş ülkelerin yeni teknolojilere uyum göstermesi gerektiğinin dayatılmasıdır. Uyumun maliyetinin daha fazla sömürü ve müdahale olduğunu görmemek için gerçeklere gözümüzü kapatmamız gerek. Hatta mesele öyle boyutlara geliyor ki Amazonları korumak için bir Avrupa ordusu gönderilmesi gibi öneriler bile dillendiriliyor. Ülkemiz ise petrol, doğalgaz ve kömürde çok büyük oranda dışa bağımlı. Öte yandan iklim krizi dünyada olduğu gibi ülkemizde de gıda krizi ve gıda güvenliği sorununu doğuruyor. Bunlar hem halkımız için hem de ülkemizin geleceği için ciddi meseleler. Fosil yakıtların kullanımında çevreyi gözetirken diğer yandan kademeli olarak yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek gerektiği ortaya çıkıyor. Ekolojik kriz ancak büyük kamucu ve halkçı tasarımlarla ve devletin müdahaleciliğiyle çözülebilecek boyutlardadır. Parasını verenin çevreyi kirlettiği, emperyalist ABD ordusunun en büyük fosil yakıt tüketicilerinden biri olduğu bir sistemin krizi çözmesini beklemek kendimizi aldatmaktan öteye gitmez. Bu nedenle doğanın kurtuluşu bir devrim meselesidir ve emperyalist-kapitalist sistem anlamlı bir şekilde geriletilemeden çözümün gerçekleşmesi mümkün değildir çünkü sorun en temelde evrene, dünyaya, emekçilere ve insanlığa bakışımızla ilgilidir. Bu noktada sosyalist Çin’in ve Küba’nın ekolojik uygarlık yönündeki strateji ve uygulamalarını incelemek geleceğin dünyasına katkı koymak açısından oldukça önemli. Çin dünyanın en çok üreten ve enerjiye ihtiyacı olan ülkesi olmasının yanında ortaya çıkan çevre tahribatının farkında ve çok ciddi kamusal adımlar atarak önemli başarılar sağladı. İnsanlık üretmek, paylaşmak ve doğayı gözetmek zorunda. Bu üç ana ihtiyaç arasındaki ilişkiyi ancak halkçı, kamucu ve sosyalizme yönelen sistemler doğru kurabilir. Kapak dosyamız ekolojinin ekonomi-politiğini ve enerji arasındaki ilişkiyi aydınlatıcı bir şekilde yansıtıyor. Katkı sunan tüm yazarlara teşekkür ederiz. Mutlu bir ay dileğiyle…

Çiviyazısı
Etiketler
küresel iklim
avrupamerkezcilik emperyalizm
emperyalizm
doğal afet
küresel iklim
deprem