Canı anlamak

Yıllar önce uluslararası bir ilaç şirketinin çağrılısı olarak dünyanın dört bucağından gelen temsilcilerine kültürümüzle ilgili bilgi verecektim. Kültürümüze yabancı elliden fazla insana “can”ı anlatmaya çalıştım. Gariptir, ilgiyle dinlediler. Özellikle uzak doğudan gelenlerin sorularından bu konuyu kendi kültürlerinde bir yerlere koymayı amaçladıklarını sezdim. “Can”ın benim gözümde mistik bir anlamı olmadığını, çağımız insanının yaşadığı ağır sorunların anlaşılması için bir çözüm önerisinde bulunduğumu söylediğimi anımsıyorum. Konuşmam bittiğinde yakasında “John” yazan uzunca boylu bir ABD vatandaşı yanıma yavaşça yaklaşıp alçak bir sesle Türkçe olarak şöyle dedi: “Benim adım Can, ben bir Türküm. Amerikan vatandaşı olunca adımı değiştirip ‘John’ yaptım. Şimdi sizi dinledikten sonra bu yaptığımdan utanıyorum.”
Canını keşfedip ona yakışan bir yaşamı candaşlarıyla hakça bir düzende oluşturmaya çalışmak, insan olmanın önemli bir yükümlülüğüdür. Yaşamın canımızı canlandırarak sömürüden, haksızlıklardan, şiddetten, can gafletinden arınmış hayata dönüşmesi için bizden beklediği evrendeki cana olan borcumuzu ödeme ödevini yerine getirmek gerekir diye düşünüyorum.
Can bir bütünlüktür. Can olmak, doğanın bir canlı türü olarak insana sağladığı olanakları keşfederek, evrendeki insana yakışan canlılığa katkıda bulunmaktır. Can, kendine verilmiş bedeninin, duygu dünyasının olanaklarını geliştirmeye çabalar; düşünme, anlama, anlam verme, yorumlama, değer yaşama gücünü yaşantılarının, bilgi ve deneyimlerinin hakkını vererek değerlendirir. İnsan kardeşleriyle, doğayla evrendeki can gücünü geliştirecek biçimde ilişkiler geliştirir. Bedenini duygu ve düşünceleriyle, inançlarıyla, ilişkileriyle uyum içinde yaşamasını bilir. Çatışır elbette; can asalaklarıyla, can düşmanlarıyla, kendi dar inançlarını başkalarına dayatmaya çalışanlarla, hak yiyenlerle, can saygısızlarıyla, birlikte yaşamayı şiddet kullanarak, savaşla, silahla olanaksız kılanlarla.
İnsan, tarihi içinde bakıldığında sık sık bir can olduğunu unutmuştur. Kendini bir tanrı, değeri kendinden menkul bir özel varlık, yalnızca bir beden, yalnızca bir akıl, yalnızca salya sümük bir duygu yumağı olarak görmüştür. Zaman zaman belli bir etnik gruba, belli bir cinsiyete, inanca, dünya görüşüne, bilgiye sahip olduğu için kendini diğer insanlardan üstün bir varlık olarak görmüştür. Bu tavrıyla yaşamını cehenneme çevirmiş, mutsuz olmuş, acılar, pişmanlıklar yaşamıştır. Bu gezegeni paylaştığı canların (yalnız insan olarak canların değil, hayvan ve bitki kardeşlerinin de!) candaş olduğunu anlamakta zorlanmıştır.
Bu gezegendeki serüvenimizde can olduğumuzu anlayıp canlanmanın, can olmanın, deyim yerindeyse “canlaşmanın” zamanı gelmiş, geçmektedir. İnsan egemen kapitalist dünyanın yoğun baskısıyla kendini belli hedeflere varması gereken bir makine gibi görmektedir. Gücü elinde tutanlar, nasıl yaşayacağımızı, neleri giyip neleri yiyeceğimizi, neleri öğreneceğimizi, neyi ne kadar bilip neyi nasıl düşüneceğimizi belirliyorlar. Teknolojinin gelişmişliği insanın sürü güdüsünü giderek pekiştiriyor. Kendimizi güvende bulacağımızı düşündüğümüz bir sürü arıyor, kurtların saldırısı karşısında en güvenli bulacağımız bir yerinde bulunmak istiyoruz. Aklımızı değişik açılardan otorite olarak gördüğümüz buyurganlara emanet etme yatkınlığımız var. Bedenimizin sağlığını, tıbbı ve eczacılığı tekelleri altına almaya çalışan şirketlere; duygularımızı, uyduruk dizi, film, kitaplara teslim etmişiz. Doğayla ilişkilerimiz tıpkı birbirbirimizle ilişkilerimiz gibi kullanma, sömürme odaklı. Can parçalanmış, yaşamı anlayıp, yorumlama gücümüz, medyaya çoğunlukla esir düştüğümüz için zayıflamış, sığlaşmıştır.
Yaşadığımız bu coğrafyadan, bu coğrafyanın tarihinden devşirilmiş bir insan olma özelliğidir can. Onu bu köşemde aylardır anlatmaya çabalıyorum. Şu günlerde yaşadığımız acıların, sıkıntıların kaynağında bu farkına varamadığımız, varsak da yeterince anlayıp önemsemediğimiz insanın can olma özelliği var.
İnsanın birey olarak canını bulmasını sağlayacak can bilincinin oluşmasının koşulları nelerdir? Öncelikle canı bu gezegende bedeni taşıyor. Öyleyse, canın bedeninin gereksinimlerini karşılayabileceği bir durumun oluşması gerekiyor. Karnı doyacak, türünü devam ettirebilecek. Canı oluşturacak bu taban, dünyada henüz tam anlamıyla oluşturulabilmiş değil. Aç insanlar var. Yarının nasıl olacağını bilmeyen, hayata güvenini yitirmiş insanlar var. Birbirini kullanan, sömüren, aldatan, yalan söyleyen insanların hiç de az olmadığı bir dünyadayız. İnsanda can olma potansiyeli var ama bu olanağın nasıl gerçekleşeceği önemli bir sorun olarak duruyor. İnsanın bu sorunun farkına varamaması düşünme, inanma alanının geleneksel inanç ve düşünme kalıplarıyla ele geçirilmesinden kaynaklanıyor.
Can silkinişini sağlayacak devrim, insanı bekliyor.

Prof. Dr. Ahmet İNAM
ODTÜ Felsefe Bölümü

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın şubat 2017 sayısında yayımlanmıştır.

Can Pınarından
Etiketler
can
birey
insan
felsefe
bilinç
ahmet inam
Can Pınarından
bilim ve ütopya