Düşünmek ne içindir? Anlamak için mi? Salt zihnimizin içinde kalan bir süreç midir, düşünmek? Düşünen edilgen biri midir? Hayal görmekle düşünmek aynı mıdır? Bir problemi çözerken neyi çözüyoruz? Öğretmenin verdiği ödevi mi? Geleceğimizi ilgilendiren bir sınav sorusunu mu? Sınıf geçmek için zorunlu olduğumuz, sevmediğimiz bir işin başımıza açtığı bir sorunu mu?
Mevcut olmak (bulunmak) ile var olmak, yaşamla hayat arasındaki ayırımı göz önüne aldığımızda, bir matematik problemini çözerken neyi çözdüğümüz sorusuna yanıt aramayı “bir can olarak insan” anlayışının ufkuna sokmuş oluruz. Yaşamda bulunuruz. Bulunmak, bu gezegende sağ kalma mücadelesi süreçlerinin adıdır. Karnımızı doyurmak, türümüzü sürdürmek, hastalıklardan, doğanın ve çevremizdeki insanların olumsuz etkilerinden kurtulmak, ne olursa olsun sağ kalmak, ne olursa olsun ölmemek, bu gezegende bir yer tutmak. Bu gezegende serüveninde insan önce bulundu, bulunma sorunlarını çözdükçe, konargöçer, toplayıcı yaşamdan yerleşik yaşama geçti. Ziraata başladı. Hayvanları evcilleştirdi. Giderek bulunmanın ötesinde bir insan olma olanağını keşfetti: Hayatı. Müziğin, dansın, şiirin, resmin, heykelin, bilimin, düşüncenin salt yaşam için olmadığını, yaşamın açtığı kapılardan hayata çıkılabileceğini anladı.
Hayat değerlerle yaşanan, bilmenin, anlamanın, güzel insan olmanın arandığı, yaşandığı bir var oluş alanıydı. Yaşamdan hayata çıkamadıkça yaşamdaki zulmü, adaletsizliği, sömürüyü ortadan kaldırma olanağı yoktur. Bilgiyi yalnızca yaşam alanıyla, salt uygulamayla, sonuç almaya yönelik araştırmalarla sınırlandırırsanız, genişletemezsiniz, derinleştiremezsiniz. Yaşamı anlamayı genişletip derinleştiremezseniz, yaşamdaki açlık, yoksulluk, adaletsizlik gibi çözümleri zorunlu olan sorunları da çözemezsiniz. Karl Marx sorunun yalnızca anlama değil, değiştirme olduğunu çarpıcı biçimde vurgulamıştı. Eleştirdiği düşünme yaşama değmeyen düşünme idi. Bulunmayı görmezden gelen, var olmaya odaklanmaya çalışan, küçümseyici bir bakışla “spekülatif” denilen bu yaşama değmeyen düşünme, bir can olan insanın canını gerçekleştirebileceği bir düşünme tavrı değildir.
Öyleyse düşünme hem yaşama hem yaşamın canlılığından kaynaklanan hayata değmeli. Filozoflar yalnızca dünyayı anlamak için düşünmeyecekler, düşünmek bir eylemdir. Bir eylem olan yaşamı canlandırmayı, dönüştürmeyi, insanın ağır mevcudiyet sorunlarını var olma alanına aktarıp dönüştürerek, insanı mevcudiyetiyle var kılmayı, yaşamla yoğrulmuş hayatın sonsuz bilgisine götürmeyi hedefleyen bir düşünmenin ardına düşmek gerek. Canın düşünmesi budur, bir eylemdir. Yaşanan, duyulan, dönüşüme hazırlayan düşünmedir. Can düşünmesine “öteki olanı” alır. Farklıya, başkaya, henüz sevemediği, henüz düşman olduklarına, canını sıkan insanlara, konulara açılır. Kendini ve dünyayı genişleterek, eylemde bulunur. Düşünerek, paylaşarak, dönüştürerek, dönüşür.
Gelelim baştaki sorumuza: Matematik problemi çözmeye çalışırken neyi çözüyoruz? Bu problemin canımızla olan ilgisini görebilirsek, yaptığımızın salt “entelektüel” bir uğraş olmadığını anlarız. Matematiğin hem yaşamla hem hayatla ilgisi vardır. Yaşamla ilgisi, insanın yaşama dünyalarından çıkmış oluşundan, uygulamada onlara çözüm sunuşundan gelir. Öte yandan matematiğin kendine özgü bir alanı vardır. Matematiği yaşamak, bizi hayatın yüksek değerlerine duyduğumuz saygıyla oluşan bir düşünce iklimine götürür. Matematiğin varlık alanını keşfedebilmenin heyecanı, canımızın genişleyip yükselmesine katkıda bulunabilir. Bu keşfin heyecanını duyabilenler matematik alanının yeni sorunlarını görüp onlara çözümler arayabilirler.
Böylece düşünmek, daha önce düşünülmüş olanı düşünmek değil, yaşamdan beslenen hayatın sunduğu yaşantıları düşünmek; canımızı gerçekleştirmek için eylemek, yeryüzündeki canların daha hakça, daha güzel yaşayacağı bir dünyayı hazırlamak için mücadeleyi sürdürmek demektir.
Prof. Dr. Ahmet İNAM
ODTÜ Felsefe Bölümü
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın ocak 2018 sayısında yayımlanmıştır.