Hayat bizi çoğulluğuyla, renkliliğiyle, çeşitliliğiyle çağırır. Biz ona çoğunlukla kendimize tıkılmış, ham, çirkin gideriz.
Korkarız. Umutsuz, yılgın. Durur, hayata gitmekten vazgeçeriz. “Yaşayayım yeter” deriz. Yoksul bırakırız kendimizi. Alışırız sonra yoksulluğa. Ne ekonomik yoksulluğa benzer bu yoksulluk ne de ruhsal yoksulluğa. Var oluş yoksulluğudur bu. Hayattan korktuğumuz için. Kendimizi oluşturarak, değerler yaşayıp kendi öykümüzü yazarak var olacağımız hayattan yoksun kaldığımız için. Yaşamdan hayata çıkamadığımız için.
Yaşama sıkışmak insana yakışmaz. Çoğu kez koşuşturma içinde yoğun alışkanlıkların baskısıyla anlamını sorgulayamadığımız yaşamın kapıları, pencereleri var: Oralardan hayata çıkabiliriz. Yaşama penceresinden bakabiliriz hayata: Uçsuz bucaksız ufku içinde, canlı, heyecanlı, renkli, şaşırtıcı, her dem yeni, her dem taze olabilen hayata.
Yalnızlıkla varılamaz; paylaşarak, etkileşerek, bilişerek varabiliriz yaşamdan açılan hayat kapısının eşiğine.
İlişkilerle var oluruz. İlişiriz insanlara, insan topluluklarına. İnsan, ilişki kuran, ilişen bir varlık. Doğayla ilişki kurarız, düşüncelerimizle, düşlerimizle, çevremizi saran nesnelerle.
Bir çember çizeriz kendimize çoğu zaman. Tutunma çemberi! İçine yakın bulduklarımızı koyarız, yardım alabileceğimiz, güveneceğimiz, sevebileceğimiz insanları, canlıları. Kendimizden, bizden olanlar tutunma çemberini oluşturur.
Kimlerle tutunuruz yaşama? Tutunma çemberimizde kimler, neler vardır? Dostlar, akrabalar, mal mülk, para pulla birlikte ekonomik konumu yüksek, siyasal gücü olanlar mı? Telefon, tablet, bilgisayar ekranları mı? Bizi yaşama bağlayan ne, kim? Tutunma çemberimizde olanları sorgulamaya başladığımızda çemberin pencereleri, kapıları açılmaya başlar bize.
Kimlerle tutunuyorsunuz yaşama? Söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim.
Nasıl tutunuyorsunuz çemberin içinde? Çemberin dışındakileri nasıl görüyorsunuz? Ne tutuyor sizi bu çemberde?
Bu yazıda bir tutunma yolu üstünde duracağım. Bu coğrafyada sık görülen tutunarak yaşama yollarından biridir: Düşman üstünden var olma.
Düşman, bu tutunma çemberimizin dışında kalan, çemberin olanaklarını ele geçirmeye, çembere egemen olmaya kalkandır. Düşman, çember içinde olanlara tehdittir. Oysa hayat, tutunma çemberimizden çok geniştir ve onu savunmamız için bizi çağırır. Elbette tutunma, yaşamda kalma, zorlu mücadelelerle gerçekleşir. Karşımıza sürekli olarak çıkan sorunların üstesinden gelmek büyük bir çaba ister. Bilgi, deneyim ister. Öğrenmeye, değişime açıklık gerektirir. Çember içinde tutuklu kalıp, dışında neler olduğunu anlayamama, çemberi giderek yitirmemize yol açar. Hem çemberin kalın duvarlarından dışarı çıkamamış hem de hayatın sunacağı özgürlüğe beynimizi ve kalbimizi açamamış oluruz.
Düşmanına dayanarak, düşmanı üstünden var olma, yaşama sıkışmışlıktır. “Dışımızda (içimizde de) düşmanlar var. Onlar bizim yaşama tutunmamızı engelliyor. Onlar gibi olmamalıyız. Biz başkayız. Onların yaşamaya hakkı yoktur. Tümü insanlığın yüz karasıdırlar. Yeryüzünden kaldırılmalıdırlar.” Böylesi bakış, kendimizi düşman üzerinden tanımak, düşmanın var oluş açısından olumsuz gördüğümüz etkisinde olmak demektir.
Özerklik, gücü tümüyle ya da önemli ölçüde düşmandan almak değil, gücü kendinden almaktır.
Diğer yandan düşman bir olanaktır. Kendimizi geliştirmek, dünyadaşımızı (dünyada birlikte yaşadığımız, dünyanın acı ve sevinçlerini üleştiğimiz canlı kardeşlerimizi!) tanımak için. “Düşman” sözü bu açıdan yerinde değil. Geleceğin dünyasına uygun değil. Dünyada dövüşerek değil, hakça bölüşerek bulunmayı öğrenmeliyiz. Düşman yerine farklı görüşte, farklı çıkarları olan dünyadaşım deyimi daha anlamlıdır.
Dünyadaşım! Daha ne kadar ömrü kaldı bu dünyanın bilmiyoruz. Yaşam evrenin her yerinde ve sonsuzdur, biliyoruz. Bu gezegende yaşamda kalma savaşımını birlikte yapalım. Aramızda yarışma olsun. Birbirimizin gücünü görelim. Eksikliklerimizi fark edelim. Yanlışlarımızı bilelim. Sen, eski adı düşman olan dünyadaşım! Gelişmek için birbirimize zorunluyuz. Çeşitlenmek, çoğalmak, renklenmek, farklı olmak için. Çeşitlenerek, çoğul olarak insan olmak, can olmak için. Canlı olan bu evrende birer canız hepimiz. Ayrılığımızla bir, birliğimizle ayrı, acımızla sevinçli, sevincimizle acılıyız.
İnsanız biz, eski adı düşman olan sevgili dünyadaşım. Engin olalım, geniş ve kabul edici.
Unutmayalım; var oluşumuz için bize yaşam ve hayat gerek. Karnımızı doyurup türümüzü sürdürmek odaklı yaşamın yanında uygarlığımızla, sanatımızla, bilimimizle, düşüncelerimizle, inançlarımızla, öteye varmak isteyen dur durak bilmeyen aşkınlık arayışımızla canız biz.
Çatışmamız bitmeyecek. İnsan çatışkan bir varlıktır, çatışkan. Ama bir candır, can. Ben canımdaki erkle candaşlarımla var olmaya çalışan bir dünyalıyım. Elbette bir ülkem, doğduğum bir kent, evrene çığlık attığım bir dilim var. Seni aşağılayarak, seni yok etmeye çalışarak var olamam. Benden olmayanla bu gezegeni paylaşmak zorundayım. Kendimi, kendime özgü olanı, biricikliğimi geliştirip, başka olana açık kalarak oluşturabilirim. Başka olan en iyi öğretmenim benim. Onun başkalığını koruyarak geliştirmesi, bu gezegenin geleceği için zenginliktir.
Dünyadaşlarımın, yazgıdaşlarımın dünyanın geleceği için bilişmesi dileğiyle…
Prof. Dr. Ahmet İNAM • ODTÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın ağustos 2018 sayısında yayımlanmıştır.