Doğal afet söyleminden neoliberal kentsel politikalara: İstanbul’un sel ile imtihanı

1980’li yıllarla birlikte tüm dünyada uygulanmaya başlanan neoliberal ekonomik politikalara paralel olarak, Türkiye de önemli bir değişim geçirmeye başlamış; kentsel ölçekte uluslararası büyük sermaye yatırımlarına kolaylık sağlayan politik bir anlayış gelişmiştir. Bu gelişmeye bağlı olarak sermaye birikiminin niteliğinin değişmesi ve etki alanının genişlemesi, kentleri sermaye birikiminin aracı haline getirmiş ve Türkiye kentleri de buna göre şekillenmeye başlamıştır. Bu süreçte uluslararası sermaye kadar devlet ve yerel yönetimler de önemli birer aktör olarak ön plana çıkmışlardır. Günümüzde, küreselleşme sürecine kendisini önemli ölçüde açan Türkiye’nin mekânsal açıdan temsilinin, tarihi boyunca Türkiye’nin dış dünyaya eklemlenmesinde en önemli bağlantı noktası olan İstanbul üzerinden yapmasının, tarihsel olarak kaçınılmaz olması (Şengül, 2013: 16) da, İstanbul’un neoliberal kentleşme sürecinin adeta bir laboratuvarı haline gelmesine neden olmuştur.

İstanbul, Asya ve Avrupa kıtaları üzerindeki önemli konumu, Balkanlardan Orta Doğu ve Karadeniz ülkelerini içine alan doğal hinterlandı ve önemli ticaret yollarının kesiştiği noktada yer almanın avantajlarını 2600 yıllık tarihi boyunca yaşamış bir kent olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun dünya kapitalizmine hızla eklemlendiği 19. yüzyılda, hem ekonomik aktiviteler, hem nüfus kompozisyonu hem de sosyo-kültürel olarak, bir dünya kenti olabilmek açısından en parlak dönemlerinden birisini yaşamış (Öktem, 2006: 56) ancak, 20. yüzyılın ilk yarısında kentin başkentlik fonksiyonunu yitirmesiyle bir nebze gözden düşmüştür. İstanbul’u bir dünya kenti yapma projesi ise esas olarak 1980’li yıllarda Bedreddin Dalan’ın belediye başkanlığında başlatılmış olup bu dönem, kapitalizmin neoliberal politikalar aracılığıyla kentsel mekânı yeniden üretme mottosunun olgunlaştığı zamana denk düşmektedir.

Söz konusu yeniden üretim sürecinin “mekânda ortaya çıkardığı dönüşümler, toprakta oluşturulan rantın yeniden bölüşümüne zemin hazırlarken, aynı zamanda da sınıfları kent mekânında ayrıştırarak üretim ve yeniden üretimin sorunsuz bir şekilde sürdürülmesine imkan sağlamaktadır. Bu mekânsal ayrıştırma ve eşitsiz bölüşüm, her ülkenin ekonomik ve politik öncelikleri ile kentsel politikalarına bağlı olarak farklı biçimler alabiliyorsa da (Öktem Ünsal ve Türkün, 2014: 22), tüm dünyada olduğu gibi İstanbul’da da bu yeni mekânsal organizasyonun inşasında kullanılan en önemli araç büyük ölçüde kentsel dönüşüm projeleri olmaktadır (Öktem Ünsal ve Türkün, 2014: 23).

İstanbul’daki kentsel dönüşüm süreci 19. yüzyıldan başlayarak üç dönem üzerinden değerlendirilebilir (Kurtuluş ve Türkün, 2005). İlk dönem, ulus devletin oluşum sancılarına paralel dönüşüm olup, ülkeyi modernleştirme çabasının bir parçası olarak gören yaklaşımın ürünüdür. İkinci dönem, İkinci Dünya Savaşı ile başlayan, özgün ve kendiliğinden bir kentleşme sürecine karşılık gelmektedir. Üçüncü dönem ise 1980 askeri darbesi sonrası uygulamaya konan neoliberal politikalar ve bu politikalarla ilişkili olarak yaşanan sosyo-ekonomik değişimler çerçevesinde açıklanmaktadır. Buna bir ek olarak, 1999 depreminin ardından kentsel dönüşümün/yenilemenin, söylemde vatandaşların güvenliğini sağlamaya yönelik meşru bir araç haline gelmesiyle başlayan süreç de üçüncü dönemin ikinci aşaması olarak ayrılabilir. Bu aşamada ve özellikle son 15 yıllık dönemde, vatandaşların sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşamasına yönelik anayasal hak, dönüşüm söyleminin merkezine yerleştirilmiş, önceki dönemlerde de parçacı projelere denk gelen dönüşüm süreçleri, yine parçacı bir yaklaşımla uygulansa da, büyüme koalisyonları kurmak suretiyle iktidarı süreç boyunca destekleyecek sermaye gruplarının güçlenmesi/oluşması ve dönüşümün yarattığı ekonominin bu bağlamda, toplumun bazı kesimlerine yayılmasının sağlanması açısından ‘bütünsel’ bir şekilde yeniden tasarlanmıştır (Yalçıntan vd., 2014: 52-53).
....

Özellikle 2003’ten günümüze İstanbul’un kentsel politikaları ve kentleşme pratiklerinin mottosu “kentsel dönüşüm”dür. Kalkınmacılık söylemi altında “hızla” devam eden bu süreç günümüzde kentlerde yaşanan mekânsal ayrışma, sosyal adaletsizlik, eşitsiz gelişme, gibi pek çok kentsel sorunun temel sebebidir. 18 Temmuz’da İstanbul’da yaşanan sel olayı da bu kentsel sorunlardan birisini daha gün yüzüne çıkarmış olup temelde yaşanan, kentsel çevresel faktörler göz ardı edilerek gerçekleştirilen plansız ve çarpık kentleşmenin doğa olaylarını felakete çevirebilecek bir potansiyele sahip olduğunun ortaya çıkmış olmasıdır.

Yrd. Doç. Dr. Hazal Ilgın BAHÇECİ
Bozok Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Kentleşme ve Çevre Sorunları ABD

Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın eylül 2017 sayısında!

Politika
Etiketler
istanbul
kentleşme
sel
doğal afet
kentsel planlama
bilim ve ütopya
Eylül 2017