Son deprem belki de acıları en zor silineni olacak. Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken acı dersler bıraktı.
İnşaat denetimine ilişkin hataların ötesinde Türkiye, tek merkezde gelişmenin ve tek bölgede yoğunlaşmanın ve aşırı yüklemenin bedellerini ödüyor. Çok önemli olsa da, sorun tek tek inşaatlarla ilgili denetim sorunu ile sınırlı değildir. Şu anda afet bölgesi ilan edilen -İstanbul’dan başlayarak Körfez’e kadar uzanan- bölge, bugüne dek denetlenemeyen bir bölgesel gelişmeye sahne oldu. Oysa, bırakınız başka kıstasları, deprem risk faktörü açısından bile bu gelişmenin denetlenmesi ve sınırlanması gerekiyordu.
Türkiye'de sermayenin kısa erimli, dar, sınırlanmış bakış açısı planlı gelişmeye en büyük engel oldu. İstanbul ve yakın çevresinde yoğunlaşmanın ekonomik
olanaklarını sonuna dek sömüre sömüre gelinen bu noktada bir gece ansızın gelen bir deprem felaketi Türkiye’nin en büyük ekonomik birikimini yok etti, her şeyden önce insanını yok etti.
Türkiye, neler pahasına yaratmış olduğu birikimini, sermayenin kısa süreli çıkarları uğruna seçtiği plansız gelişme sonucunda Körfez’e gömmüştür. Kısa erimli çıkarların, piyasanın rasyonalitelerine uyarlanmış plansız gelişmenin faturasını ülke büyük bedel ile ödemiştir. Bu tahmin edilemeyecek bir sonuç değildir.
Denetlenmeyen, tümüyle “yığılma ekonomisinin” olanakları ve piyasanın çıkarlarıyla şekillenen bu gelişme hiçbir engelle karşılaşmadı, kamusal yatırımlarla desteklendi. 1950'lerle birlikte izlenen birikim rejimi ile özdeşleşen bir bölgesel-mekânsal gelişme biçimi ortaya
çıktı. Bu gelişme biçimi, iç göç olgusu ile desteklendi. Önünde doğal ve tarihi değer olarak ne varsa hepsini yok ederek ilerledi. Şimdi bu gelişmenin neler pahasına yarattığı ekonomik değerlerin de yitirilmesi olgusu ile karşı karşı- yayız.
Yalova ikinci konut gibi bir savurganlığın merkezi oldu. İzmit, Adapazarı afet riskleri bir yana değerli tarım arazilerinin, İstanbul ise tarihin ve doğanın birlikte yok edildiği merkezler oldular. Bu gelişmenin yarattığı kirliliğin faturasını Marmara Denizi ve Körfez ödedi. Bu engel ve sınır tanımayan gelişmenin denetlenmesine yönelik her çaba, her planlama düşüncesi, gelişmeyi sınırlayan, engelleyen düşünceler olarak aforoz edildiler. Köprüler, otoyollar, su havzalarında yapılaşma, koruların, ormanların, tarım alanlarının yok edilmesi, denizlerin doldurulması, doldurulan alanların yapılaşmaya açılması, ülkenin önemli parasal kaynaklarının ikinci konut gibi bir savurganlığa seferber edilmesi, jeolojik açıdan sakıncalı alanların ne pahasına olursa olsun yapılaşmaya açılması, bu “gelişme”nin ilk göze çarpan olgularıdır.
Bu çarpık sürecin toprak rantları açısından sonuçları vardır. Yer seçim kararları açısından her istediğini hiçbir sınır tanımadan gerçekleştiren sermayenin, bu süreci denetlemeyen, tersine özendiren, tüm kamusal kaynaklan bu gelişmeye seferber eden siyasi iktidarların sorumluluğu büyüktür. Kuşkusuz ulaşılan noktada, bu sürecin kolaylıkla suçlanabilecek müteahhidi, arsa spekülatörü ve vurguncusu olacaktır. Bu kesimler, büyümesinin sınırlarının konması bir planlama alternatifi olarak bile düşünülmeyen İstanbul’un, İstanbul merkezli bir deprem sonrasında karşılaşacağı durumu düşünemeyecek kadar miyopi içindedirler. Kentsel ve bölgesel gelişmenin deprem riskleri önceden bilinen bir bölgede bu denli özendirilmesi işlenmiş en büyük suçtur.
Bu sonuca şu aşamalarla varılmıştır:
- Deprem riskleri önceden bilinen bir bölgede bu büyüklükte bir gelişmenin özendirilmesi,
- Piyasanın rasyonalitelerine ve kısa süreli gereksinmelerine uyarlanmış bir imar stratejisi. "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışını planlamanın yerine geçiren bakış açısı. Planlamanın ve planlı gelişmenin reddi.
- Bölge planlama bakış açısını reddeden; yerel birimleri, gelişme olanakları açısından hiçbir sınır ve engel tanımaksızın hareket eden sermaye ile karşı karşıya bırakan bir yönetsel yapı.
Gelinen nokta
Ulaşılan sonuç, 1950’lerle başlayan birikim rejiminin yarattığı, piyasanın rasyonalitelerine göre uyarlanmış bir bölgesel ve kentsel gelişme stratejisinin geldiği noktadır. Kötü müteahhitler, arsa spekülatörleri, görevini kötüye kullanan yerel yöneticiler işlenen suçun son halkalarıdır.
Deprem sonrasında, kriz yönetimi, afet sonrasına ilişkin önlemler, düzenlemeler, müdahaleler konusunda son depremde yaşananlar; planlama fikrini reddeden, özelleştirmeyi özendirerek kamu hizmetini ortadan kaldıran, devletin sağlık, eğitim gibi en temel ve sosyal refaha yönelik işlevlerini ortadan kaldıran, devleti küçültmenin teori ve pratiğini yapan, devletin kamu hizmeti üretme yeteneğini ortadan kaldıran, bu nedenle de kamusal hizmet işlevinin en fazla öne çıktığı afet durumlarında, yeni kriz koşullarına uyarlanma refleksini ortadan kaldıran bir anlayışın ürünüdür.
Bu satırların yazarı deprem sonrasında bölgede gözlem yapma olanağı buldu, yardım çalışmalarına katıldı ve şu saptamaları yaptı:
- Afet durumlarında uygulamaya sokulabilecek bir kriz yönetim planı yoktur. Böylesi bir planı uygulama yeteneği yok edilmiştir.
- Kent ölçeğinde kriz koşullarına göre günlük değişen gereksinmeler doğru izlenememiş ve yardım olanakları sağlıklı biçimde gereksinme sahiplerine ulaştırılamamıştır.
- Kent içinde bunca iletişim olanaklarına karsın yardıma katılan sivil kuruluşların
ve kamu birimlerinin arasında iletişim kopukluğu yaşanmıştır,
- Gereksinmelerin sağlanmasında, yardımların yönlendirilmesine ilişkin önceden oluşturulmuş hiçbir planının olmadığı ortaya çıkmıştır.
- Depremi izleyen ilk iki gün içinde hiçbir plan izlemeksizin yapılan ekmek yardımı, sokaklarda çöpe giden ekmek yığınlarının oluşması sonucunda bir anda kesildi. Şu anda deprem bölgesinde günlük ekmek sıkıntısı çekiliyor.
- Kamu birimlerinden gelen yardımlar da dahil olmak üzere, tüm kaynaklar eşgüdümü yapılmaksızın, birbirleriyle ilişkilendirilmeksizin tahsis ediliyor. Yurttaşlardan gelen yardımlar planlı biçimde yönlendirilemediğinden herkes kendi yardımını gelişigüzel kendisi dağıtıyor.
- Önceden kestirilmesi hiç de zor olmayan gereksinmelerin günlük değişiminin izlenmemesi sonucunda yardımlar sağlıklı biçimde yönlendirilememektedir.
- Deprem bölgesinde kendileri de aynı zamanda depremzede olan kamu personeli canla başla görev yapmaktadır. Buna karşın Hükümet düzeyinde bir yönetim boşluğu vardır.
Alınması gereken önlemler
Yakın dönemde deprem bölgesinde yeniden gelişme ve yapılaşmanın planlanması gibi ciddi bir sorun bulunmaktadır. Türkiye, başka önemli toplumsal gelişme sorunlarını da dikkate alarak, gelişmenin dengeli biçimde yönlendirilmesini hedefleyen bir gelişme stratejisi geliştirmelidir.
Risk faktörü içeren bu bölgenin gelişme-tasıma kapasitesi daha fazla zorlanmamalıdır Buna karşın, deprem nedeniyle, özellikle Adapazarı olmak üzere göreli olarak daha az gelişmiş merkezlerin tümüyle terk edilmesi sorununa karşı önlemler geliştirilmelidir.
Aşırı gelişme baskısının bu kez de yerini, -özellikle İstanbul dışındaki merkezlerde- bölgenin tümüyle boşalması eğilimlerine bırakması tehlikelerine dikkat edilmelidir. Özellikle de sanayi sermayesinin.
Sermaye kesimi, bölgede ciddi yeniden üretim sorunu ile karşı karşıya kalan emeğin yeniden üretiminde bir bedel ödemeye zorlanmalıdır. Bölgede, vergi indirimleri, vb. önlemler, hele hele depremden hiç zarar görmemiş olan sermaye gruplarının teşvik aracına dönüşmesine izin verilmemelidir.
Bölgede, özellikle parçacı mevzi plan kararlan ile verilmiş olan imar hakları yeniden gözden geçirilmeli, jeolojik açıdan sakıncalı alanlarda, deprem karşısında risk faktörü içeren çok katlı yapılaşmalara yönelik, tarımsal toprakların, doğal kaynakların erozyonuna yol açan tüm verilmiş imar haklarına el konmalıdır.
Deprem bölgesindeki tüm kentlerin, doğal olarak Marmara Bölgesi’nin aşırı yüklenmesine dayalı bir bölgesel gelişme stratejisini veri alarak üretilmiş olan kent imar planları gözden geçirilmelidir. Yeni konut gelişmesi deprem riskinin olmadığı alanlara yönlendirilmelidir.
Yıkılan yapıların bulunduğu alanlar, yeni konut inşası karşılığında kamulaştırılmak ve kent içinde aşın yapılaşma ve yoğunluk probleminin çözümüne yönelik olarak ortak kamusal açık alanlara ayrılmalıdır.
Depremzedelerin kısa, orta ve uzun erimdeki gereksinmeleri bir plan çerçevesinde karşılanmalıdır.
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın eylül 1999 sayısında yayımlanmıştır.