Arkeolog olmak

Yazan
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan
Söyleşi: Melih Okyay
Yazının Okunma Süresi
13 dakika

Sevgili Bilim ve Ütopya okurları, süregelen arkeoloji söyleşilerimizde bu ay,  Mehmet Özdoğan ile “arkeolojinin mesleki boyutu ve arkeolog olma bilinci” üzerine yoğunlaştık. Söyleşimiz, eminiz ki, arkeolojiye ilgi duyanlarla beraber özellikle üniversitelerin arkeoloji bölümünü tercih etmek isteyenler ve üniversitelerdeki arkeolog adayları için de aydınlatıcı olacaktır. Hepinize keyifli okumalar!

 

Bilim ve Ütopya: Mehmet hocam neden arkeoloji? Ya da şöyle sorayım: Geçmişe dönüp baktığınızda sizi arkeolojiye çeken sebepler nelerdi?  Ülkemizde arkeoloji adına kelimenin gerçek anlamıyla emek vermiş olan ve önemli çalışmalar içerisinde bulunan birisi olarak bu soruya vereceğiniz cevap kuşkusuz merak edilecektir.

Mehmet Özdoğan: Yanıt hiç beklediğiniz gibi olmayacak bunu baştan söylersem iyi olacak. Uzun hikâyeyi kısaca şöyle özetleyeyim. Lisede Robert Kolej’deyken 60 İhtilalinin öğrenci çevrelerinde yarattığı heyecan ile lise birinci sınıfta Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF)’nun açtığı “amatör turist rehberi” kursuna katıldım. Çoğunluğu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu öğrenci kurumunun ortamı beni kendine çekti, okuldan çok TMTF’ye bağlandım diyebilirim. Zaten o yüzden lise ikide sınıfta da kaldım. Rehber kursu Türkiye’de açılan, sanırım ikinci kurstu, ortalıkta turist filan da yoktu. Kursta çok yetenekli hocalardan yoğun ve yüklü bir ders programı gördük. O yılların genç ve devrim heyecanını yitirmemiş insanlarından Metin Sözen, İslam Mimarisi dersi veriyordu. Sanırım bir yıl içinde yalnızca İstanbul’da 62 cami gezdik. Can Kerametli, Şerare Yetki gibi üniversite hocaları her konuda ders verdiler. Beni çok sardı. Ertesi yıl bazı dersleri yeni açılan kursta ben vermeye başladım. Bu arada lisede tek sevdiğim ders sanat tarihi idi, hocası da ünlü Godfrey Goodwin’di. Bir gün derste Konya Çumra’da Çatal Höyük diye bir yerde çok önemli kazı varmış, gidip gezin dedi. Ben ciddiye aldım, bir arkadaşımla otostop yaparak Konya’nın Çumra ilçesine gidip, 17 km yürüyerek Çatal Höyüğe ulaştık. Hiçbir şey anlamadan tıpış tıpış geri geldik. Lise bitip üniversiteye adım atma günü gelmişti. O zaman merkezi sistem yoktu, her bölüme ayrı başvuruluyor, ayrı sınava giriliyordu. Ben politikacı olmak istiyordum. Siyasal, Hukuk sınavlarına girdim, bir de arkeolojiye yazıldım. Üçünü de kazanınca, Ankara’da Siyasal’a gitmek zor geldi. Hukuk Fakültesi’ne kaydolmaya karar verdim. Kayıt kuyruğuna girdim, baktım çok uzun, bir türlü ilerlemiyor. Sıkıldım, kimsenin sırada olmadığı Arkeolojiye kaydımı yaptırdım. Arkeolojiyi seçmem bu kadar basit. Ben Hitit arkeolojisi okuyacağımı sanıyordum, kaydolduğum bölümün adı bir tuhafıma gitti, Arkeoloji ve Prehistorya diyordu levhada. Prehistoryanın adını bile duymamıştım, meğer bölüm Klasik Arkeoloji ve Prehistorya imiş, Hitit ise ayrı bir bölüm olan Ön Asya arkeolojisindeymiş. Çok bozuldum. İlk derste Klasik Arkeoloji hocaları da bana çok heyecan vermemişti. Prehistorya hocası arazide, daha gelmedi dediler. Onu da görüp bölümü terk etmeye karar verdim. Hoca bir ay sonra geldi. Halet Çambel, kürsüye çıktı, şöyle bize bir baktı. Ben tamam kalıyorum dedim ve kalıp hiç aklımda olmadığı halde Prehistoryacı oldum.

 

BÜ: Peki bu alandaki çalışmalarınıza dair “keşke”leriniz var mı?

MÖ: Var tabii. Keşke Halet Çambel gibi başkaları da olsaymış, keşke ülkemizde bilimsel arkeoloji daha da canlı, yaygın olsaymış…

 

BÜ: Arkeoloji üzerine ilgi duyan, üniversitede arkeoloji bölümünü tercih etmeyi düşünen ve bu alanda yaşamını var etme planı yapan genç bir insana, “keşke”lerden uzak olması adına, deneyimli bir arkeolog olarak hangi telkinlerde bulunurdunuz?

MÖ: Söyleyeceklerim, bütün bilim alanları için geçerli olan ilkeleri yinelemek olacak. Üniversiteyi bitirdikten sonra, hangi alan olursa olsun dört seçenek vardır: a) benim bir diplomaya gereğim vardı, üniversite bunu bana sağladı, dört yıl da babamın parası ile iyi zaman geçirdim, artık yaşantımı düzenlerim b) bu bana bir kültür, kimliğimi geliştirecek bir altlık sağladı, ama yaşamamı ben başka yollar ile sağlarım c) Ben meslek öğrendim, bunu uygularım, teknik ya da ara eleman olmak yeter d) ben akademisyen, olacağım -yalnızca kadro olarak değil- bilim insanı kimliği ile. Dördüncü seçenek en güç olanı, yani yaptığınız işi, iş olarak değil, bilim insanı sorumluluğu ile insanlığa, ülkeye, daha önce bilimi geliştirmiş bilim insanlarına görev olarak yapmak. Bu bir karar meselesi; diğer yolları seçenlerin yaşamı çok daha kolaydır, sıradanlığın dışına çıkmadıkları için toplumla barışıktır. Bilim insanı ister istemez toplumun aykırısıdır, dünyası bilim dünyası olur. Bilimin de ülkesi yoktur, yani ulusal bilim olmaz, bilim uluslararasıdır. Dünya ile rekabet etmeden, paylaşmadan bilim olmaz, ancak olmuş gibi olur. Bu nedenle bilim insanı olma seçeneğini seçecek olanların mutlaka dünyayı anlayarak izlemeleri, dil bilmeleri, okumaları, tartışmaları ve yaptıklarını düşünmeleri, kendilerinin kendilerine eleştiri getirmeyi bilmeleri gerekir. Kelimenin tam anlamıyla “kendilerine olan saygıyı” yitirmemeleri gerekir. Bu işin en güç yanıdır.

Bir de arkeoloji okuyarak arkeolog olmak isteyenlerin düştüğü temel yanılgıyı vurgulamak isterim. Türkiye arkeolojik açıdan çok zengindir, arkeoloji çok iyidir. Bu maalesef böyle olmuyor. Bu doğru olsa, örneğin bizim çok iyi dağlarımız var, bizde coğrafya çok iyidir, ya da Afrika’da çok çeşitli hayvan zenginliği var, zooloji çok iyidir. Arkeolojik varlıkların çok ve zengin olması bizi durduğumuz yerde iyi arkeolog yapmıyor, yapmaz da. Bir fizikçi, ya da tarihçi ne kadar çabalıyor ise arkeolog için de geçerlidir. Kimse çevredeki arkeolojik zenginliğin onu durduğu yerde iyi arkeolog yapacağı yanılgısına düşmesin.

 

BÜ: Mart sayımızda sizinle “Arkeolojinin geleceği var mı?” konulu bir söyleşi yapmıştık. Söyleşi içerisinde bütün bilimlerde olduğu gibi arkeolojide de “genetik” üzerine projelerin yaygınlaştığını vurgulamıştınız. Arkeoloji üzerine emek verecek birisi için sadece arkeolojik bilgilere hâkim olmak yetersizdir diyebiliriz sanırım. Artık bir arkeoloğun eskisinden daha fazla disiplinler arası bilgiye sahip olması gerekmiyor mu?

MÖ: Hayır; her bilim dalı, diğer bilim dalları ile ilişkilidir, birlikte paylaşarak çalışmak, gelişmek durumundadır. Arkeoloji için de geçerli. Biz geçmiş dönemlerdeki insanı araştırıyoruz. Bu insanın yaşadığı doğal çevreden, iklimden, nefes aldığı atmosferden, çevresindeki bakterilerden taşlara kadar ortamı var. Bu ortamı inceleyen çeşitli bilim dalları, çeşitli ve her yıl sayısı artan yöntemler var. Bir arkeolog hangi bilim dalına neyi soracağını ve gelen yanıtın güvenilirliği kadar “kullanılabilirliğini” bilecek kadar diğer alanları tanımalı, bir anlamda konusu insan ve çevresi olan her alan dediğimiz zaman zaten astronomiden mikrobiyolojiye kadar insanın yaşamını ilgilendirmeyen alan yok. Önemli olan sorduğunuz soruyu kime, niçin soracağınızı bilmeniz.  Yukarıda arkeolojiyi diğer bilim dalları ile ilişkilendirdim, örnek olarak. Ancak aynı durum diğer bütün dallar için de geçerli. Birbiri ile artık her alan ilişkili. Belki arkeolojidekinin farkı, sonuçlar toplumda daha çarpıcı etki yapıyor; diğer bilim alanları o kadar topluma yansımıyor. Ancak esasen yöntemleri bulup geliştiren onlar. Belki şu örnek daha iyi anlatır ne demek istediğimi: Arkeoloji doğa bilim dalları için zaman laboratuvarı işlevini yüklenmişti, diğer bilim dalları da arkeolojinin öğrenmek istediklerini öğrenmesini sağlayan yöntemleri verir. Diğer bilim dalları ile arkeoloji arasında simbiyotik bir ilişki vardır. Örneğin nükleer fizikçiler radyoaktivitenin zamanla azaldığını kendi çalışmaları ile öğrenir, ancak yarı yaşı, yani ne kadar zamanda radyoaktivitenin yarılandığını öğrenmeleri için tarihi bilinen bir arkeolojik örneğe gerek duyarlar. CI4 denen radyoaktif tarihleme böyle başlar. Arkeologlar kesin tarihi bilinen örnekler vermiş, fizikçiler yöntemi kendi amaçları için geliştirdikten sonra, arkeologlar tarihi bilinmeyen buluntular için bu yöntemi kullanmış. Ya da jeofizikçiler dünyanın manyetik kutunun sürekli yer değiştirdiğini biliyorlar, ancak bunun hızı ve eskiden yöneldiği yerleri tarihleri ile bilmek için arkeolojik örneklerden yararlanmışlardır. Yanmış yapıların, fırınları manyetik yönlenmesini ölçerek, Bugün C14 ile ölçülemeyecek kadar eski kalıntılar için manyetik tarihleme kullanmaktayız. Sorduğunuz DNA, genom vb biogenetik alanı için de aynı şey geçerli.

 

BÜ: Peki, bir arkeoloğun çalışma masasında hangi farklı alanlardan kitaplar olmalı? Antropoloji, tarih, biyoloji?..

MÖ: Kültür tarihi ve insan ile ilgili. Bizde bir yanılgı var; bir üniversitedeki bölümün, o alanı tümü ile kapsayacağı gibi. Bu olanaksızdır, dünyada hiçbir yerde bu olmaz, olamaz da. Genel temel bilgi verilir, ancak arkeolojinin hangi alanları, hangi sorular üzerinde üniversitenin o bölümünün yoğunlaşacağına göre kitaplık ayarlanır; zamanla öncelikler değişirse kitaplık da yenilenir. Yani hangi kitapların olması gerekli gibi bir sorun yok. Genel kültür dışında uzmanlaşılan alana göre değişir. Örneğin etnoarkeoloji ağırlıklı çalışılacak ise başka bir kitaplık, ağırlık beslenme modelleri ya da Paleolitik Çağ gibi bir dönemse başka kitaplar gerekir

 

BÜ: Arkeoloji tarihine baktığımızda ülkemizde veya dışarıda genç arkeolog adayları için çalışmalarını takip etmelerini önereceğiniz isimler var mı?

Günümüz için bunu benim söylemem hiç doğru olmaz. Yanıltıcı bir yönlendirme olur. Ancak bilim alanı olarak arkeolojinin bugüne nasıl geldiğini, bilim tarihi bakış açısı ile öğrenmeleri mutlaka gerekir. Burada, arkeoloji arkeoloji yapan isimler tabii var. Herhangi bir arkeoloji tarihi kitabı ile başlanırsa zaten isimler kendiliğinden öne çıkar. Burada da neye önem verdiğinize göre bu adlar değişir. Sosyoekonomik modellerin gelişimi için olan öncü kişi ile örneğin kazı yöntemleri için bakılacak isim başkadır gibi.

 

BÜ: Peki, arkeoloji adaylarına arkeoloji disiplini içerisinde yönelmelerini önereceğiniz; üstüne gidilmemiş, çalışılmamış bir alan var mı?

MÖ: Çok. Günümüz ne kadar renk ve çeşit içeriyorsa, geçmiş de o kadar renkli ve çeşitlidir. Neye ilgi duyduğunuza bağlı olarak bakacağınız, ele alacağınız konu da değişir. O kadar değişik konu var ki her dönem için. Yaratıcı olan bilim insanları, bu alanları görüp seçmesini ve nasıl ele alınması gerekli olduğunu bulandır. İlk soruda verdiğim yanıtı burada anımsayın, eğer teknisyen düzeyi ile bilim yapacaksanız her şey aynıdır. Bildiğinizi ararsınız, onu bildiklerinize uygun olarak sınıflandırıp belgeler, yayınlarsınız. Bu bilimin hamallığıdır.  Yeniyi araştırma alanı olarak ortaya çıkartmak ve yeni bir yol açmak ise bilimdir. Bu da önceden yemek tarifi gibi verilmez.

 

BÜ: Arkeologlar “dijital çağ”a ne derece adapte olabildiler? Diğer ülkelerdeki arkeologlarla bizim arkeologlarımız arasında bu kapsamda bir karşılaştırmaya gidebilir miyiz?

MÖ: Hatta gereğinden biraz fazla; dijital çağın kazanımları ile bilimi bilgisayar oyununa çevirmenin arasında çok hassas bir sınır vardır. Bir bilgisayar programcısının geliştirdiği programı uygulayıp güzel görünümlü grafikler, dijital üç boyutlu resimler ortaya çıkartmak zevkli ama bilgisayar oyunu olmanın ötesinde bir yere gitmez. Yani sizin yerinize makinenin düşünüp karar vermesi, dijital zekâ, bu en azından şu anda çok güzel göz boyayan bir eğlenceli uygulama. Buna karşılık, tabii ülkemizde de sayısal ortamı çok doğru uygulayarak kullananlar da var.

 

BÜ: Teşekkür ediyorum hocam.

 

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Temmuz 2019 sayısında yayımlanmıştır.

Arkeoloji
Etiketler
arkeoloji