Bir başka yılan hikâyesi: Göbekli Tepe, Çanak Çömleksiz Neolitik ve serpens tasvirlere farklı bir bakış

Yazan
Doç. Dr. Thomas Zimmermann
Bilkent Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Yazının Okunma Süresi
15 dakika

Latince anguis ya da serpens denilen sürüngen türünün, çağlar boyunca çok fazla olumlu şöhret sahibi olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Büyük ayartıcı, kötü ruhların alameti gibi simgelenmiş bu hayvan türü, çağdaş pop kültüründe halen farklılık ve ötekiliği vurgulamak üzere kışkırtıcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Örnek olarak yılansız bir Alice Cooper’ı sahnede hayal etmek güçtür (bkz: son sayfa) Bununla birlikte, yılan motifi ile karanlık dünya ve maddeleşmiş kötülüğe bağlı olan bir geleneği takip etmek oldukça kolaydır. İkonografide en temel tasvirlerden birisi, Adem, Havva ve kötülüğü simgeleyen yılan kompozisyonudur. Başka Hıristiyan efsanelerinden birinde, Aziz Paulus, gemi kazasından sonra Malta adasında karaya ayak basarken bir viper tarafından ısırılmış, ısırık elbette ki etkisiz kalmış ve Paulus kutsal görevine devam etmiştir (Aziz olmak bazı durumlarda bir avantaj sayılabilir).

Cinsellik, yılan ile bağlanabilecek bir başka kavramdır. Kalkmış bir şekilde dik duran bir yılan, birtakım tasvirde oldukça açık bir şekilde erkek cinsel organını temsil etmektedir. Kadın söz konusu olduğunda ise, Afrika kıtasında çok yaygın olan bir halk inancına göre, doğum prosedürü rahmi ısıran bir yılan tarafından tetiklenmekte; ayrıca reglin sebebi de, hiç iyileşmeyen yara yapan bir “sihirli yılanın” ısırığı olarak görülmekte.


Şekil 1

Daha olumlu yılan sembolleri ve efsaneleri ararken, elbette meşhur Ourobouros motifi anlatılmadan geçilmez. İlk kez M.S. 1. yüzyılda da “Kleopatra’nın altın üretimi” adlı metnin M.S. 11. yüzyıldan kalma elyazması kopyasında çıkan kendi kuyruğunu ısıran dairesel yılan motifi, bitmez bir yaşam-ölüm ve tekrar doğum döngüsü, sonsuz yenilenme, içebakış ya da içgözlem olarak simgesel anlam taşımaktadır (bkz: şekil 1).Ünlü piskolog Carl Gustav Jung’a göre, Ourobouros sembolü, “insan ruhu için son derece etkili olan vazgeçilmez merkezi bir arketip” tir. Bununla birlikte, Gnostik ve Hermetik gelenleklerde günümüze kadar birçok ezoterik kurumlarda simge olarak karşımıza çıkıyor. Helena Blavatksy tarafından kurulan Teosofik Kurumu (bkz: şekil 2) birçok örnekten sadece biridir.


Şekil 2

Yılan, genelde negatif imajının tam tersi olarak, Kızılderili inancına göre, özellikle Navajo mitolojisinde, son derece olumlu, büyük önem taşıyan bir varlıktır. Onların yaradılış mitolojisine göre, dünyada hayat başladığında bütün varlıkların birleşiminden oluşan tek bir yaratık vardı; yılan ve insan o ahenkli yaratıktan ayrıldı. Bu inancın neticesinde, günümüzde de devam ettiği üzere, yılan bir insana yaklaştığı an, büyük bir saygı, mutluluk ve bereket dualarıyla birlikte karşılanması şart koşuldu: Yılan ve insan eski zamanlarda bu yaratığın bir parçası olduğu için, “yakın akraba” olarak insan için önemli mesajlar taşıyabilir.

Yine de, çağdaş zamanlarımızda yılan ve ona benzeyen sürüngen türlerin çoğu zararsız olduğu halde, genelde korku, iğrenme ve tiksinti duygusunu tetiklemektedir. Bunun asıl sebeplerini zamanda geri giderek anlamaya çalışacağız.

Yaklaşık 12.000 sene önce, Doğu Akdeniz’den kuzey Suriye’ye, Güneydoğu Anadolu ve İran’daki Zagros dağlarına kadar uzanan “Verimli Hilâl” olarak tanınan bölgede son derece derin ve dramatik bir değişim izlemekteyiz: İnsanlar yüz binlerce sene çok başarılı bir şekilde takip ettiği yaşam tarzından, yani göçebe hayatından vazgeçip, yerleşik hayata geçmeye başlıyorlar. “Neolitik Devrim” olarak adlandıran bu ağır karar, avcı-toplayıcı insan gruplarının yepyeni bir meydan okumasıdır. Mikroiklimsel değişikliklere maruz kalmaktan öte, günlük, aylık ve yıllık beslenme için güven sağlama gerekliliğinden başka, hayvandan insana geçen yeni hastalıklarla mücadele etmeye başladık. Keçi, koyun ve domuz gibi hayvan türlerinin evcilleştirilmesi sürecinde, insan ve hayvan aynı kapalı ortamlarda kaldığı için, önce sadece hayvanların etkilendiği suçiçeği, kızamık ve kabakulak gibi hastalıklar insanlara da geçmeye başladı. Sonuç olarak biz hala o dönemin genetik parmak izini taşımaktayız.

Bu büyük değişikliğin nedeni üzerine hala çok heyecanlı ve hararetli tartışmalar devam ederken, bu dönemde görülen iklim değişikliğinin -son buzul çağının sonu ve Holosen çağının başlangıcı- ana sebep olmadığı anlaşılıyor. Çünkü türümüz için bu temel hayat değişikliği sadece “Verimli Hilal” bölgesinde gözlenmektedir. Kıta Avrupası ve Avrasya da ise, iklim M.Ö. 10.000’den sonra daha ılımlı ve olumlu bir gidişatı takip ediyor; ancak oradaki insan grupları göçebe hayat tarzından vazgeçmiyor, türümüz için en uygun olan, hareketli avcılık, balıkcılık ve toplayıcılığa devam ediyorlardır, ta ki Neolitik “ideolojisi” 5.000 sene sonra oraya hazır bir paket olarak gelene kadar.

Yakındoğu’nun “Verimli Hilâl” bölgesine ve daha doğrusu Yukarı Mezopotamya’ya döndüğümüzde M.Ö. 10.000’den sonra yuvarlak yapılardan oluşan Hallan Çemi ve Körtik Tepe gibi ilk köyleri görmeye başlıyoruz. O ilk yerleşik hayata geçen insan grupları, kilden çanak çömlek değil, klorit ve mermer gibi taş cinslerini şekillendirerek kaplar üretiyorlar. Bu kapların üzerinde sıklıkla rastlanan motif şüphesiz ki yılandır. Yılan motifi, elbette taş kaplarla sınırlı kalmıyor. Aynı dönemde Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde taştan ve kemikten yapılan plâkalar da yılan motifi taşıyor. Geometrik tasarımlar, akrepler ve çok ayaklı böcek tasvirleri de kullanılsa yılan mutlaka ön plânda gözüküyor (bkz: şekil 3)


Şekil 3

O, Çanak-Çömleksiz Neolitik denilen dönemin elbette en şaşırtıcı ve son yıllarda özellikle Göbekli Tepe ile birlikte ün kazanan icadı megalitik taş mimarisidir. Göbekli Tepe’de kazı faaliyetleri başlamadan önce devasa taş mimari Nevalı Çori adı veren ören yerinden biliniyordu. M.Ö. 9. bin yıla tarihlenen köyde günlük hayat için tasarlanmış evlerin yanında “Kült Binası” olarak adlandırılan “özel bir yapı” bulunuyordu. Üç evreden oluşan, iç içe girmiş kare plânlı binada yaklaşık on iki adet “T”, ters “L” biçiminde dikilitaşlar, çeşitli heykel parçaları, totem direk parçaları ve taştan yapılmış üzerinde yılan tasviri olan meşhur insan kafası bulundu. Yeni keşfedilen Karahan Tepe’de de, yüzey araştırması ve yeni başlayan kazılarda yılan tasvirli T-biçimli dikilitaşların varlığı belirlendi.

Yılan motifli rölyefler Göbekli Tepe dairesel yapılarında sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Tek ve grup halinde, ayrı tasarlanmış bir motif olarak ya da bir büyük ve karmaşık kompozisyonun parçası olarak -Göbekli Tepe’de yılandan, en azından sembol olarak- kaçmak mümkün değildir. Örnek olarak, önce “Yılan Dikilitaş Binası” adı veren A yapısındaki bir sütunda, ön dar yüzeyinde hareket halinde olan yılanlar varken, geniş yüzeyinde birbirini girmiş yılanlardan oluşan bir desen gözü çarpmaktadır (bkz: şekil 4). Yuvarlak planlı H yapısındaki bir dikilitaşın geniş yüzeyinde hiç boş alan kalmayacak şekilde bir (vahşi) hayvan manzarası görülüyor. Alçak kabartma olarak yapılan bu hayvanlar arasında dört ayaklı etoburlar, kuşlar, ve çok sayıda ve hareket halinde olan yılan sürüsünü görmekteyiz. Öbür dairesel binaları gezerken durum fazla değişmiyor: D yapısında 33 no’lu dikilitaşta bir tarafındaki geniş yüzeyinde turnaların önünden çıkan bir yılan yumağı ön tarafa doğru hareket ederken, diğer geniş yüzeyinde dişi bir tilkinin karnından çık yılan yumağı da ön tarafa hareket ederek diğer grupla karşılaşmaktadır.


Şekil 4

Diğer hayvan bezemelerine göre yılan en çok görülen varlık ve ikinci sıradaki tasvirin (tilki) %14 önüne geçiyor. Kafa şekli söz konusu olduğunda, Göbekli Tepe tasvirlerinde görülen üçgen formu diğer ören yerlerinde bulunan taş kap, taş plaka ya da kemik objelerdeki bezemelerde görülen yılan figürleri ile tamamen örtüşüyor. Muhtemelen karşımıza çıkan yılan tipi hep aynı türü temsil ediyor: Karakteristik üçgen kafaya sahip olan, zehirli, ve bu günlerde bu bölgede tükenmiş üzerinde olan Levant Viper. Dolaysıyla yılan, o dönemdeki eserlerde, ufacık kemik oymasından dev taş sütuna kadar, en önde gelen sembol olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şimdiye kadar o dönemdeki yılan bezemeleri hakkında yayımlanmış düşünceler göz önünde tutulursa, hipotezin vurgulandığını görüyoruz: Yılan, diğer sürüngenler gibi yeraltı, karanlık ve olumsuz güçleri temsil eden bir yaratık olarak algılanıyor, ya da cinselliği temsil eden bir sembol olarak kaydediliyor. Bu yılan tasvirlerinin çokluğunu daha derinden anlayabilmek için bu iki teoriyi bir köşeye bırakarak, daha “fonksiyonel” bir yaklaşım denemek istiyoruz. Bunu başarabilmek için, Göbekli Tepe ve erken Holosen döneminden daha eskiye, M.Ö. 3.300.000'de arkaik insan türünün dünya sahnesine çıktığını ve daha ötesi, iki ayak üzerinde durabilen varlıklar zamanına kadar geri gitmek gerekiyor.

Amerikan Paleoantropolog ve Primatolog Lynne Isbell'in araştırmalarına göre, evrim sürecinde önemli adımlar atılmış olan Afrika'daki Savanna bölgesinde iki ayaklı türler için en temel tehlike, zehirli sürüngenler ve en başta olmak üzere yılandır. Yüksek çimlerde sessiz bir şekilde kurbanına saldırmak için bekleyen bu amfibik yaratığı keşfetmek ve gerekli tedbirleri almak, bizim uzak akrabalarımızın, hayatta kalabilmek için olmazsa olmaz bir göreviydi. Bu tehlike ne kadar hızlı keşfedilebilirse, ısırıktan ölme riski o kadar azaltılabilirdi. Bu nedenle Isbell’e göre, yerde sürünen bu tehlike, bizim ve yakın-uzak akrabalarımıza evrimsel bir avantaj sağlamak için, hem göz evrimini ve bununla bağlı olan görme yeteneğini, hem de parmakla işaretleme jestlerinin oluşumu ve gelişimi tetikledi. Ya da başka kelimelerle ifade edecek olursak, doğada yılan gibi bir canlı olmasaydı, şimdi hem yerde hareket halinde olan bir şeyi o kadar iyi ve net bir şekilde göremezdik hem de bazı günlük hayatımızda sıklıkla yaptığımız jestleri kullanmazdık (bkz: görsel 5).

Yılan ısırığı ve onun sebebiyle oluşan ölümlerin dahil edildiği istatistikler gözden geçirilirse, son derece ilginç ve muhtemelen beklemediğimiz bir gerçek ortaya çıkıyor: Avrupa'da tarımda çalışanların, makineleşmiş döneme, yani geç 18. ve 19. yüzyıla kadar, en çok ölüm sebebi yılan ısırıklarıydı. Ve halen Akdeniz bölgesinde her sene, sayıları çok büyük olmamakla birlikte, yılan ısırığı ve buna bağlı olarak gelişen hastalıklar nedeniyle ölümle sonuçlanan vakaları rastlanmaktadır!

Çanak Çömleksiz Neolitik döneme ve özellikle Göbekli Tepe'ye dönersek, karşımıza aydın, çoşkulu, pozitif duygular saçan bir mekan değil, tam tersine karanlık, korku ve vahşet dolu bir tasvir dünyası çıkmaktadır. Özellikle dairesel yapılarda resmedilen doğada, her köşede saldırıya hazır etoburlar, yırtıcı kuşlar, akrepler ve -baş düşman olarak- yılanlar beklemekte. Bununla birlikte, betimlenen memeli hayvan türleri ve insan heykelcikleri çok açık bir şekilde tamamen erkek olarak tasarlandı. Böyle vahşet dolu bir dünyada kadın için yer yokmuş gibi. Güncel, çeşitli makalelerde paylaşılan araştırmalara göre, bu yuvarlak yapılara geleneksel anlamda “mabet” demek güç, bunlar yüzeyden kolay görülemeyen çukur yamaçlara inşa edilmiş, üstü kapalı, seçkin erkeklerden oluşan bir grup için tasarlanmış ritüellik insiyatik bir alan olarak tanıtılıyor. Çağdaş dünyamızda hala mevcut olan “Rite de passage” olarak adlandırılan olgunlaşma ritüellerinin, o saklı ve karanlık alanlarda gerçekleştirildiği düşünülen Göbekli Tepe’de, toplumdaki adaylar “erkekçe”, vahşi ve korku dolu resmedilmiş bir mekanda, belli cesaret sınavlarından geçirildikten sonra bir kabilenin tam üyesi olarak kabul edilmiş olabilir.  

Yine de karşımızda tarım ve hayvancılık ekonomisine geçmiş bir köy kuşağı değil, halen avcı-toplayıcılığın devam ettiği ve yavaş yavaş sona eren bir dünyayı ve onların ataları ve efsanelerini öven “tutucu” bir toplum görüyoruz. Bu bölgede faaliyette olan topluluklar ve hem göçebe hayatını sürdüren hem de adım adım tarım ve hayvancılık faaliyetlerine geçenler için, eski ve yeni en büyük tehlikelerden birisi şüphesiz yılan idi.

O yüzden bunlarla ilgili olan yaygın bezemelerde yılanlar, ya itici uyarı işareti ya da ritüellerde yaşatılmak istenilen korkuyu tetikleyen varlık olarak algılanabilir. Sonuç olarak, yılana karşı fobi düzeyinde korkular, bilinçaltında yatan iç dünyamızda çok derin bir şekilde oyulmuş durumda. Yüzbinlerce sene geçtikten sonra biz hala arabalar, yüksek hızlı trenler, elektrikli eşyalar ya da priz gibi potansiyel tehlikesi olan icatlardan fobi duymuyoruz, artık çoğu zararsız olan örümcek, böcek ve başta yılan olmak üzere bu tür hayvanlardan korkuyoruz. Görüyoruz ki evrimsel mirasımız bizi hala şekillendiriyor.

İleri okumalar

O. Dietrich, Cooperative Action of Hunter-Gatherers in the Early Neolithic Near East. A View from Göbekli Tepe, The Tepe Telegrams. News & Notes from the Göbekli Tepe Research Staff.
https://tepetelegrams.wordpress.com/2017/06/01/cooperative-action-of-hunter-gatherers-in-the-early-neolithic-near-east-a-view-from-goebekli-tepe/

B. Hayden, The Power of Ritual in Prehistory: Secret Societies and Origins of Social Complexity (Cambridge 2018).

I.Hodder/ L. Meskell, A “Curious and Sometimes a Trifle Macabre Artistry” – Some Aspects of Symbolism in Neolithic Turkey. Current Anthropology 52, 2011, 235-263.

L. A. Isbell, The Fruit, the Tree, and the Serpent. Why we see so well (Cambridge (MA)/ London 2009).

K. Schmidt, Göbekli Tepe – eine apokalyptische Bilderwelt aus der Steinzeit. Antike Welt 4, 2009, 45-S.52.

T. Zimmermann, Snakes in the Plain! Contextualizing Prehistoric Near Eastern Snake Symbolizm and Early Human Behaviour. Anatolica 45, 2019, 17-27.

zimmer@bilkent.edu.tr

Bu yazı Bilim ve Ütopya’nın Nisan 2020 sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

Arkeoloji
Etiketler
göbeklitepe
yılan
Serpens