Prof. Dr. Haluk Eyidoğan ITÜ Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı, aynı zamanda Ulusal Deprem Konseyi üyesi. Sayın Eyidoğan ile Türkiye ve İstanbul çapında deprem riski karşısında alınan ve alınamayan önlemler ve Ulusal Deprem Konseyi’nin çalışmaları konusunda söyleşi yaptık.
- Son veriler ışığında, Türkiye-İstanbul ve deprem konularında neler söyleyebilirsiniz?
- Aslında sorunlar birkaç anabaşlık altında dile getirilmeli. Yerbilimci olarak deprem gündeme geldiğinde, ister istemez mesleğimizle ilgili sorunlara yöneliyoruz. Deprem neden olmuş, bölgedeki jeolojiyle, tektonikle ilişkileri, sismolojik özellikleri neler, bunun gibi konularda araştırma ve açıklama yapıyoruz. Dolayısıyla yerbilimci olarak depremle ilgili söyleyebileceğimiz şeyler, jeolojiyle, jeofizikle sınırlı. Ancak Ulusal Deprem Konseyi üyesi olmam nedeniyle başka bir misyonum daha var. Dolayısıyla, Türkiye’de deprem denince akla gelen birçok sorundan haberdar olmamız gerekiyor. Örneğin yeri geldiğinde depremle ilgili yasal düzenlemeler için ya da yapı mühendisliğiyle ilgili aksayan noktalar için fikir beyan etme sorumluluğunu hissediyorum.
Deprem sorunu, çokdisiplinli yaklaşımlarla çözülecek bir sorun. Jeoloji, jeofizik, inşaat bilimi, zemin teknolojisi, deprem mühendisliği, şehir plancılığı, mimarlık, psikoloji, sosyoloji ve sağlık ile ilgili yönleri var. Yasal ve kurumsal düzenlemeler ile ilgili yönleri var. Deprem Konseyi’nde yukarıda saydığım her konunun uzmanı var. Dolayısıyla'zaman zaman yerbilimci kimliğimizi aşarak, konsey içinde tartışılan ve kabulüne karar verdiğimiz, üst makamları bilgilendirdiğimiz sorunlar ve çözümleri konusunda da söylemde bulunabiliyoruz.
Biraz klasikleşmiş bir bilgi ama, ülkemiz bir deprem kuşağı üzerinde. Bilgilerimize göre 1. ve 2. derece deprem riski taşıyan alanlar, ülkemizin yüzde 43’ünü oluşturuyor. Ayrıca endüstrileşme, sanayileşme aşamasında olan ülkemizde, büyük endüstri merkezlerinin yüzde 74’üne yakınının, 1. ve 2. derece tehlikeli alanlara yığıldığını söyleyebiliriz. Yine enerji üreten ve sulama işinde kullanılan büyük barajlar ve hidroelektrik santralların da yüzde 31 ’inin 1. ve 2. derece deprem riski taşıyan bölgelerde yoğunlaştığım görüyoruz. Köyden akımın arttığı, nüfusun çok yoğunlaştığı kentlerin de 1. ve 2. derece deprem riski taşıyan yerler olduğunu görüyoruz.
Deprem yönetmelikleri uygulanmıyor
- Neden böyle bir tablo çıktı ortaya?
- Aslında ana sorun da bu. Türkiye’deki deprem yönetmeliklerinin gelişme sürecine bakarsanız, 1940’larda deprem yönetmeliği çıkarmaya dönük çalışmaların baş-1 ladığını görürsünüz. En son deprem yönetmeliği 1996 yılında gündeme geldi, Eylül 1998 yılında onaylandı. Ondan önce 1975 yönetmeliği vardı.
Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal gelişme sürecinde, köyden kente akımın 1950’lerde başladığını görüyoruz. Her ne kadar eksik ve yetersizse de I950’li yıllarda da bir deprem yönetmeliği vardı. Sorun şöyle ortaya çıktı: Nüfus artışına ve sanayileşme sürecine girilen alanlarda bu yönetmelik, mevcut imar planlan ve uygula- malan planlama, yerleşme, yapılaşma süreçlerinde yeteri kadar dikkate alınmadı. 1975 yönetmeliğinin şu andaki yönetmeliğe göre mutlaka biraz eksiklikleri vardı. Özellikle 1999 depremi sırasında yıkılan binalann çoğu, 1970-75 sonrası yapılan binalardır ve onlann büyük çoğunluğu da hasar görmüştür. Bu bize 1975 yönetmeliğinin bu kadar hasara ve kayba neden olacak kadar hatalı olduğunu, depreme dayanıklı
yapı üretiminde zafiyet içerdiğini göstermiyor. 1999 Kocaeli depreminden sonra karşımıza çıkan manzaradan anlaşıldığına göre yapılar, mevcut 1975 yönetmeliğinin yeteri kadar uygulanmamasından hasar gördü. Bunu TÜBİTAK ve üniversitelerin raporlarından görebilirsiniz. Eğer imara açılacak alanlar bilimsel ve çağdaş kriterlere göre seçilse, binalar yönetmeliklere göre yapılsaydı, eminim insan kaybı çok daha az olurdu.
İnşaat mühendisliğinde ağır hasarın tanımı, yapının ölümcül olmadan kullanılmaz hale gelmesidir. Çökme olmaz ama, bina kullanılamaz duruma gelir, daha sonra insan eliyle yıkılır. İnşaat mühendisliğinde hasar sınıflaması az, orta ve ağır hasar olarak yapılır; Türkiye’de dördüncü bir tip hasar türü var, o da binanın tamamen yerle bir olması. Bu, olmaması ve gözden kaçmaması gereken bir durum. Demek ki deprem sonrası orta, ağır hasarlı yapılarda, önceden bazı şeyler daha iyi yapılsaydı, bunlar hafif hasarla atlatılacaktı.
1975 yönetmeliğinin bazı eksikleri görüldüğü için, 1998 yönetmeliği çıktı. Ama 1975 yönetmeliğinin eksikleri, 20 bin vatandaşımızın ölümüne, yanlış yer seçmeye ve yerleşmeye, 20 milyar doların kaybına gerekçe olamaz. 1998 yönetmeliği daha iyi ama, binalar yönetmeliğe göre yapılmazsa ya da mevcut yapılar bilimsel verilere göre sağlamlaştınlmazsa büyük kayıplar yine olacaktır.
Verilen sayılara göre İstanbul’da büyük oranda kaçak yapılaşma var. Kaçak yapılaşma, çok kötü inşaat anlamına gelmeyebilir. İzin alınmamış, ama mühendislik kurallarına uygun yapılmış olabilir. Türkiye’de depreme dayanıklı yapı üretimini sağlayacak bilimsel denetime, tanıma ve kayıda dayalı bir sistem işlemiyor, işletile- miyor. İstanbul’daki yapılaşma sisteminde birçok aksamalar olduğu anlaşılıyor. Yapıların elden geçmesi lazım. Her türlü yapı32
Bilim ve Ütopya Mart 2002
dan söz ediyorum; konul, hastane, okul, yol, viyadük, köprü... Bütün bunların insanı korumaya yönelik bir öncelikle, elden geçirilmesi lazım.
Depremin etkisini belirleyen 4 faktör
- Olası bir depremden Marmara Bölgesi ve özellikle İstanbul nasıl etkilenebilir?
- 1999 depreminden hemen sonra yapılan bilimsel çalışmalarda gördük ki, Marmara Denizi içinde deprem olma olasılığı çok yüksek. Önümüzdeki 30 yıl içinde şiddetli bir depremin İstanbul'da hissedilme olasılığının yüzde 60 olduğu bilimsel olarak ortaya çıkarıldı.
Böyle bir depremde ne olur? İstanbul depremi gibi bir tanımlama yanlış. Öyle bir depremi Marmara'nın içine yerleştirdiğinizde, yalnız İstanbul’da değil, Marmara Bölgesi'ndeki diğer yerleşim alanlarında da önemli sorunlar çıkacaktır. İstanbul özelinde çok fazla konuşuluyor, çünkü büyük bir metropol, bir milyondan fazla bina, 10 milyonu geçen büyük bir nüfus var. Çok olumsuz manzaralar ortaya çıkabilir, ülke ekonomisi çok büyiik kayıplar verebilir.
Böyle bir depremin senaryosu çok disiplinli çalışmalarla yapılmalıdır. Depremi yaratacak zonu saptadıysanız, onun üzerinde olması olası en büyük depremi de talimin edebiliyorsanız; depremin belli uzaklıklardaki etkilerini, yaklaşık bağıntılarla hesap edebilirsiniz. Yani bir X uzaklıktaki ve Y büyüklüğündeki bir depremin, bulunduğunuz, noktada ne tür sarsıntı şiddeti, ne lür hasarlar oluşturabileceğini, üç aşağı-beş yukarı bazı araştırmalarla hesaplayabilirsiniz.
X uzaklıktaki, Y büyüklüğündeki bir depremin, sizin bulunduğunuz noktada oluşturacağı yer hareketlerini belirleyen dört faktör var. Bu faktörlerden biri, depremin kaynağının fiziksel ve mekanik özelliği. Yani her 7 büyüklüğündeki deprem, aynı deprem değildir. Birbirinden farklı zamanlarda, farklı yerlerde olmuş, ama aynı büyüklükteki depremler farklı kaynak özellikleri dolayısıyla farklı özellikler taşır. Biz akademik anlamda bunun farklılığım biliyoruz, literatürde birçok çalışma var; ancak şu anda çok özel durumlar dışında konvansiyonel mühendislik anlamında değerlendirilebilen bir şey değil.
İkinci faktör, kaynaktan size kadar olan mesafedeki derin yeraltı yapısı. Çünkü deprem 5-10 km aşağıda olmuş bir olay, sizden belli bir uzaklığı da var. Arada bir yerkabuğu parçası var. İstanbul özelinde konuşursak, fayın uzaklığı İstanbul’daki yerleşim alanlarına bazı yerlerde 20-25 km, bazı yerlerde 10-15 km. Deprem dalgalan deprem kaynağından 15-20 km ötedeki
algılama noktasına gelene kadar, yerkabuğunun yapısından etkilenerek geliyor. Deprem sırasında etrafa dört çeşit dalga yayılıyor. Bu dalganın kendine göre özellikleri var. Bu mesafede bazı dalga türleri yutuluyor, bazı dalgalar şiddetini koruyarak gelebiliyor. Ne kadar uzaksanız depremden, o kadar az sarsılırsınız. Bu fizik kuralı. Çünkü sismik dalgalar enerjilerini yitirerek geliyor. O zaman mesafe bir avantajdır. Ortalama mesafe 15-20 km ise metropole, yerkabuğundan gelirken sismik dalgalar biraz sönerek, karakterlerini biraz değiştirerek geleceklerdir. Bazıları daha erken gelecektir, bazıları daha yavaş gelecektir.
Üçüncü faktör, bulunduğunuz semtte, içinde bulunduğunuz binanın zemininin fiziksel özellikleridir. Bu da zemin jeolojisi, jeoteknik ve jeofizik parametrelerinin saptanmasıyla anlaşılabilir. Bu fiziksel parametrelerde, gelen dalgaların daha hızla sönmesini ya da büyütülmesini; gelen dalganın büyüklüğüne bağlı olarak zeminin sıvılaşına yapıp yapamayacağını, bir de- formasyon oluşturup oluşturamayacağını, dinamik titreşim halinde üzerindeki yapıyı taşıyıp taşıyamayacağını belirleyen faktörlerdir. Demek ki, binanın üzerine oturduğu zeminin fiziksel parametreleri, üçüncü faktör olarak devreye giriyor. Bütün bunların toplamı, kaynaktan size, sizin içinde bulunduğunuz binanın temeline ulaşan sismik dalganın davranışını belirliyor.
Dördüncü faktör, yapının zeminle olan etkileşimi, yani yapının kendisi. Zeminin yapının temeliyle ilişkisi, yapının statik ve dinamik davranışları önemli faktörler. Yapı zemin üzerinde statik (durağan) haldeyken, yani bir sarsıntı yokken iyi davranabilir. Ama ne zaman sismik dalga gelir, zemin ve dolayısıyla yapı slatiklikten kurtulup dinamik hale geçer (sarsılır); dinamik halde yapıdaki ve zemindeki bütün zayıflıklar ortaya çıkar. Türkiye’deki en büyük ve ana sorunlardan biri budur. Yani, Türkiye’deki yapılaşma sürecinde maalesef sistem, depreme dayanıklı, yerseçimi bilinçli yapılmış, sağlıklı ve çağdaş yapı üretimini sağlayamıyor. Aslında konuyla ilgili uzman ve malzeme sıkıntısı çeken bir ülke değiliz. Yurtdışında ve içinde teknoloji kullanarak çağdaş üretimini becerebiliyoruz. Ancak kurduğumuz sistem bunu kendi ülkemizde deprem bölgelerinde konutlarımızda, işyerlerimizde, camilerimizde insanlarımıza sunamamış. Sorun burada. Ne oluyor da böyle oluyor?
Zemin analizi çalışmalarının durumu
- Zemin açısından bu ortaya çıkarıldı mı?
- 1999 depreminden önce bazı ufak, lokal çalışmalar, teşebbüsler olmuştu. Marmara Denizi'nde olacak bir depremin İstanbul’da çeşitli zeminlerde, çeşitli jeolojik ortamlarda yaratacağı etkiler konusunda, bazı pilot çalışmalar olmuştur.
Örneğin biz Prof. Dr. Atilla Ansal ile 1990 yılları içinde. TÜBİTAK İnşaat Teknolojileri Geliştirme Grubu’na bir proje sunmuştuk. O proje çerçevesinde deprem ivme şiddetini kaydedecek 10 tane ivme sismografı alıp İstanbul metropolü içinde kurmuştuk. Ataköy, Firuzköy, Gürpınar, Fatih, Vatan Caddesi, Okmeydanı, Şişli, Kadıköy, Zeytinbumu ve Maslak gibi semtlere yerleştirmiştik. Amacımız Marmara içindeki büyüklüğü 3 ve daha büyük olan depremlerin, çeşitli jeolojik ortamlardaki etki farklarını kaydedip bir bilimsel araştırma yapmaktı. Bunu yaptık ve yayımlandı, o zaman gösterdik ki, bazı zeminler büyütme yapıyor ve 1975 tarihli Türkiye deprem yönetmeliğindeki kuralları zorluyor. Parasal kaynak sıkıntıları nedeniyle bu proje daha kapsamlı olarak devam ettirilemedi.
Hatırladığım kadarıyla, depremden önce mikrobölgeleme çalışması için başvuran tek belediye Avcılar Belediyesi’ydi. 1996-97 yıllarında 1/5000’lik ve yer yer 1/1000 bir zemin çalışmasını İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümüne yaptırmışlardı. İsviçre Hükümeti ile Bakırköy Belediyesi arasında bazı görüşmeler oldu, 1997-98 yıllarında. İsviçre Hükümeti Bakırköy Belediyesi'ne hibe yoluyla kurtarma ekibi, bazı jeofizik ve sismografık cihazlar yerleştirme konusunda yardımda bulunacaktı.
Bilim ve Ütopya Mart 2002 33
Bu görüşmelere ben de gönüllü danışman olarak katıldım ancak bu proje gerçekleşmedi. Gerçekleşseydi 1999 depreminden önce Bakırköy Belediyesi İsviçre modeli bir kurtarma ekibine sahip olacaktı ve depremin Bakırköy için çok önemli olacak ivme kayıtları alınacaktı.
- Bazı haritalar geziniyor ortalıkta, İstanbul Deprem Haritası diye.
- 1999 depreminden önce, İstanbul Anakent Belediyesi, Zemin ve Deprem İnceleme Müdürlüğü gibi bir daire kurmuştu bünyesinde. Niyetleri İstanbul’un zemin ve deprem özelliklerini incelemek ve bazı haritalar elde etmekti.
1999 depreminden sonra Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, mikrobölgeleme etütleri yapılmasına, daha önce yapılmış bütün imar planlarının geçersiz olduğuna ve belediyeler mikrobölgeleme çalışmaları yaptıktan sonra, yeniden imara açma, yapılaşma izni vereceğine dair genelgeler çıkardı. Bu genelgeler üzerine, metropol içerisindeki birçok ilçe belediyesi bağımsız olarak 1/5000’lik ve 1/1000’lik mikrobölgeleme çalışmaları yapma konusunda girişimlerde bulundular. Ama gördüğüm kadarıyla, bir mikrobölgeleme çalışmasında ne kadar sıklıkla, ne tür ölçüler alınması gerektiği gibi belirleyici, çok keskin kriterler yoktu. Bir kısmı üniversitelerce yapıldı, büyük bir çoğunluğu şirketler tarafından yapıldı. Bu mikrobölgeleme çalışmalarını Bayındırlık Bakanlığı onayladı. Bazı şeyler eksik, bazı şeyler fazla çıktı, bunlar düzeltildi. Sanıyorum hâlâ bir ilçede yapılması gereken 1/5000’lik ve 1/1000’iik mikrobölgeleme çalışmalarının içeriği ve etüt kalemlerinde belirsizlikler var. İlçe belediyelerinin de büyük kaynak sorunları var anladığım kadarıyla. Çok dalıa zengin içerikli bir mikrobölgeleme çalışmasını pek yapamıyorlar.
Mikrobölgeleme çalışması, bir yerleşim alanında, ilçe bazında konuşursak 1/5000’lik şekilde (yer yer 1/1000 lik), bölgenin uygulamalı jeoloji, hidrojeoloji, sondaj, jeofizik ve jeoteknik araştırmalarını içeren bir bütünü kapsıyor. Biz bu teknik uygulamaların sonucunda, o bölgede nerelerin doğrudan imara açılabileceğinin, nerelerin önlemlerle yerleşmeye açılabileceğinin, nerelerin yapılaşmaya açdamaya- cağının sınıflamasını elde ediyoruz. Tanımlanan deprem tehlikesi ve beklenen deprem büyüklüğü ve ivmeler gibi bilgileri inşaat mühendisleri girdi olarak kullanıp, dördüncü faktöre geçiyorlar. Yani statik ve dinamik hesapları yaparak, depreme dayanıklı yapı tasarımını ve üretimim sağlıyorlar. Bir yerleşim alanının, depremden en az zararla kurtulmasının sağlanması için yapılan mikrobölgeleme çalışmalarında, jeoloji, jeofizik, jeoteknik ve zemin
mühendisliğinin bir arada üretim yapması gerekiyor ki, inşaat mühendisi üst yapıyı depreme dayanıklı olarak ortaya çıkarsın. Çok disiplinliliği sağlayamadığımız ve işin denetimini yapamadığunız takdirde, depreme dayanıklı yapı üretemiyoruz. Sorun bu. Aynca mikrobölgeleme çalışmalarının dikkatle ve ayrıntılı yapılması gerektiğine inanıyorum, o konuda eksikler oldukça fazla.
- Dördüncü faktöre gelirsek...
- Dördüncü faktör biraz önce de değindiğimiz gibi en önemli faktör. İnşaat benim alanım değil ama, depreme dayanıklı yapı üretimiyle ilgili, kurumsal ve yasal düzenlemeler içinde, Hükümetin, Bakanlığın bazı çalışmaları oldu. 1999 depremi bize Türkiye’de yapı üretiminin depreme dayanıklılık açısından denetlenmediğini inkâr edilemez biçimde ortaya çıkardı. 1999 depremi Türkiye’deki sistem hatalarını herkese gösterdi.
JICA Projesi
Japon Hükümeti 3-4 milyon dolarlık, belki biraz daha .fazla, bir teknik yardımı JICA adlı kurumlan aracılığıyla yapma karan aldı. JICA Japonya’da Başbakanlığa bağlı, uluslararası ortak bilimsel çalışmala- n ve teknoloji transferini destekleyen bir kuram. İstanbul metropolünün deprem sırasında nelerle karşılaşacağına ilişkin bir deprem senaryosu çıkararak için, İstanbul Anakent Belediyesi ile geçen yıl çalışmaya başladdar. Saydığım dört unsurla ilgili tüm verileri toplayıp, bir manzara (senaryo) çıkaracaklar ortaya. Bunun için de, depremin büyüklüğü ve yeri, yeraltının jeolojik ve jeofizik yapısı, deprem dalgalarının soğurulması, zeminin ve mevcut binaların nasıl davranacağına ilişkin verileri topluyorlar. Bunun için yapılması gereken çalışmalardan biri, İstanbul’un ayrıntılı zemin haritalarının çıkarılması. Ama bütçeleri ve ellerindeki imkânlar gereği, çok fazla ayrıntılı jeolojik, jeofizik ve jeoteknik
çalışma yapamıyorlar, daha önceden yapılmış çalışmaları derliyorlar. Derledikleri çalışmaların, kaliteli, duyarlı ve güvenli olması gerekiyor, burada birtakım sorunlar var. Bu arada bina envanteri bilgilerine ulaşmaya çalışıyorlar. Metropol alanım 500x500 metrelik karelerle örnekliyorlar. 500x500 metrelik kare içinde binalarla ilgili bir istatistik yapıyorlar. Gelen bir deprem dalgası sırasında nasıl davranacağı konusunda, oradaki binaların türüne göre bir istatistik yapıyorlar, böylece harita üzerinde bu bilgileri toplayıp bir sonuca gitmeye çalışıyorlar. Bir deprem senaryosu haritası çıkarmaya çalışıyorlar. Mayıs’da ilk sonuçlarını açıklayacaklar. Biz dışarıdan izliyoruz, maalesef projenin içinde değiliz. Bize “Gelin bu çalışmanın bir yerinde çalışın” denmedi.
- Bunun sonucunda şu bina, şu şiddette bir depremde ağır hasar görür şeklinde bir sonuç çıkacak mı?
- Bu çalışmanın o detayda sonuç vermesi mümkün değil. Söz konusu ölçekte bina bazında konuşmanız çok zor, ancak mahalle, belki de sokak bazında konuşabilirsiniz. Zaman zaman, konuyla ilgili bilim insanlarım, basma kapalı toplantılara çağırıp, brifing veriyorlar. Bir tanesine katıldım. Japon heyetinden birkaç kişi zaman zaman gelip, ITÜ Jeoloji ve Jeofizik Bölüm Başkanları’na bügi verdüer, görüş aldılar.
Bu çalışma, gördüğüm kadarıyla yapılması gereken çalışmalardan bir tanesi, ama dalıa ayrıntılı olmasında yarar var tabii. Bir kere İstanbul’un bina envanterinin çıkarılması çok büyük bir hizmet olur. DİE’nin 1999 depreminden sonra, İstanbul’daki okul öğretmenlerine yaptırdığı bir envanter çalışmasının olduğu söyleniyor. Mahalle bazında, binaların tek tek arşivlendiğine dair bilgiler alıyoruz. Ama bu çok profesyonel bir envanter değil anladığım kadarıyla, gerçek bina envanteri daha çok mühendislik nosyonuyla yapılmalı, o önemli.
Ulusal Sismik Ağ
- Ulusal sismik ağ kurulmasının öneminden söz etmiştiniz.
- Türkiye’de Ulusal Sismik Ağ olarak adlandırılan bir organizasyon, kanunla kurulmuş bir kurum resmen yok. Ancak bu işlevi geleneksel olarak üstlenen bir kurum var. Bu BÜ Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü. Bir ulusal sismik ağın temel işlevleri, birincisi deprem verilerinin dünya standartlarında toplanması ve işlenmesi, İkincisi deprem oluşumlarıyla ilgili bildirimlerin, ilgili birimlere, medyaya duyurulması, verilerin arşivlenmesi ve kullanıcılara dağıtılması. Tabii bu işlevleri yerine getirirken dikkat edilmesi gereken konular var. Bir kere ulusal sismik ağ, tüm verilerini kullanıcılara açmak zorundadır. Stratejik önem arz eden durumlar hariç. Ayrıca yine çalışmalarda, kullanıcılar tarafından yapılacak değerlendirmelerin de göz önüne alınması lazım. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü dışında, Bayındırlık İskan Bakanlığfnın Deprem Araştırma Dairesi, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi, İTÜ,
KTÜ, DSİ gibi bazı kurum ve üniversitelerin de özel amaçlı, araştırma amaçlı olarak işlettikleri ufak sismik ağlar var.
Bunlar ulusal ağ niteliğinde değil, bölgesel, yerel ağlar.
Ulusal sismik ağ dediğimizde, o ülkede bulunan tüm özel, lokal ya da bölgesel ağların bir ağ organizasyonu içinde, organik bağlarla çalışması söz konusu olur. Veriler, ulusal sismik ağla entegre olarak elde edilir ve bir arşive alınır. Türkiye’de şu anda, bir ulusal deprem arşivi de yok. Her kurumun kendi verisi bir yerlerde ar- şivleniyor ve bunun standardı konusunda çok sıkıntı var. Yalnız deprem kayıtlarının değil, depremle ilgili tüm çalışmaların, her türlü tarihi, güncel, analog, sayısal, basılmış ve medyada çıkmış verinin ve raporun arşivlendiği bir veri bankası oluşturulmalı Türkiye’de. Bu nerede olur bilemiyorum ama, arşiv konusu profesyonel bir konudur. Hızlı bilgiye ulaşmada bu arşivler çok önemli.
Ulusal sismik ağın işlevlerinden biri, deprem olduğu zaman ilgili bildirimlerin yapılması dedik. Burada hız çok önemli. Çünkü Ulusal Sismik Ağın asıl işlevi, bir deprem olduğunda, o depremin yeri, derinliği,
büyüklüğü ve oluşturacağı hasarlar konusundaki bilgileri hızla toplayıp, önlem alıcı birimlere, araştırma yapacak kişilere ve medyaya iletmektir. Kaliforniya’da deprem olduktan sonra bilgilerin, nerelerin hangi şiddette sallandığım gösteren dijital haritayla beraber iletilmesi 5 dakikanın altındadır. Ben Afyon depreminin büyüklüğü ve yeriyle ilgili bilgiyi televizyondan 15-20 dakika sonra alabildim.
- Bu farkın nedeni teknoloji mi?
- Tabi ama, yalnız teknoloji değil, teknolojiyi kullanmak da önemli. İnsan kaynaklan ve organizasyon çok önemli. Çalışanların profesyonelliklerinin karşılığını almaları lazım. Bu konuda da aksamalar olduğunu görüyoruz.
- Böyle bir ağ kurulamaz mı?
- Yeni bir ağ kurmaya belki de gerek yok. Mevcut organizasyon yeniden oluşturulur ve teknolojisi geliştirilir. O konuda bazı rakamlar vereyim. Örneğin Amerika, alan olarak bizden çok büyük ama, her yeri
bizimki kadar deprem tehlikesi barındır- mıyor. Özellikle Batı sahilleri, çok yüksek deprem etkinliğine sahip. Ulusal sismik ağlan bütün ülkeyi kapsıyor. 3095 tane sismik istasyonlan var. Türkiye’de tüm saydığım kurumlar dahil, 200’e yakın. Kan- dilli’nin Ulusal Sismik Ağ anlamında kullandığı istasyon sayısı, 40-50 civarında.
ABD’de bu iş, çok ileride olmasına rağmen birçok eksikleri olduğunu söylüyor ve tartışıyorlar. Örneğin 1995 Kobe depreminden sonra Japonlar, depremi izleme ve araştırma için aynlan parayı iki katına çıkardı. Maaşlar hariç, 144 milyon dolarlık bütçe yaptılar.
Ulusal Deprem Konseyi’nin strateji paketi
- Ulusal Deprem Konseyi'nin çalışmaları ne aşamada?
- Ulusal Deprem Konseyi yaptığı toplantılarda Türkiye’deki deprem sorununu çok boyutlu olarak tartışıyor ve gerektiğinde ilgililere rapor ediyor. Şu anda yazılan bir ‘Türkiye Deprem Stratejisi’ kitabı son aşamasında. Özetle durum tespiti, nelerin yapılması gerektiğine dair öneriler var. Bu kitaptaki saptamalar İstanbul özelinde değil, Türkiye’nin ulusal deprem sorununa dönük öneriler. 1999 depreminden çıkarılan derslerden giderek oluşturulan öneriler yerine getirildiğinde, deprem Türkiye’de olduğu gibi İstanbul için de korkulacak bir şey olmayacaktır. Konseyde her konuda uzman var, toplam 20 kişi. Onların görüşlerinin özü bu kitap. Aykut Barka’nuı kaybıyla, sayıca I9’a düştük, onun yerini doldurmak çok zor.
- Ulusal Deprem Konseyi'nin yetkisi var mı?
- Konsey, Başbakanlık genelgesiyle kuruldu, yaptırımı yok. Araştırma yapmak, depremlerle ilgili konularda bilgi vermek, söylentilere karşı duyarlı olmak ve deprem tahminlerini tartışarak gerektiğinde uyarılarda bulunmak, hükümete danışmanlık yapmak, yönlendirici olmak gibi işlevleri var. Avrupa Konseyi’nin aldığı kararlarda her ülkede deprem tahminleri ile ilgili olarak değerlendirme komiteleri kuruldu. Ulusal Deprem Konseyi aynı zamanda bu işlevi de yerine getirecek.
- Aranızda ekonomist var mı, stratejinin fizibilitesi yapılıyor mu?
- Yapılan önerilerin maliyetleri konusunda bir şey söylenmiyor. Depremlerden sonra karşılaşılan kayıpların büyüklüğü karşısında deprem öncesi önlemler için harcanacak para ufak kalır. Sorun para değil bence organizasyon. Türkiye o bütçeyi bulur. Sorunun ne olduğunu saptamak ve bu sorunun çözümlerini bulmak ve bu çözümü uygulayacak düzenlemeleri ve uygulamaları gerçekleştirmek, işte akış şeması bu. Bunları yapabilirsek yalnız deprem sorununu değil diğer sorunlarımızı da çözeriz. Sorun olan deprem değil sonuçları. Strateji kitabında Türkiye’de depremle ilgili olarak farkına varılan sorunların çözümü konusunda yasal ve kurumsal yapılanma önerileri de var. Denetim mekanizması işleyişi, imar yasası, ulusal sismik ağ, veri arşivi, afet öncesi, anı ve sonrasındaki idari ve toplumsal organizasyonlar konusunda öneriler ve modeller var.