Paskalya Adası (İspanyolca Isla de Pascua, Yerel dilde Rapa Nui) Şili egemenliğinde, Büyük Okyanus'un güneydoğusunda yer alan küçük bir ada. Paskalya’ya en yakın kara 3.599 kilometre doğudaki Şili kıyısı ile 2.092 kilometre batıdaki Pitcairn Adaları. Bu haliyle ada, Büyük Okyanus’un ortasında bir nokta gibi.
Üçgen şeklinde olan Paskalya adasının yüzölçümü 162,5 km², deniz seviyesinden yüksekliği 510 metre. Ada, birçok pasifik adasında karakteristik olarak görülen geniş sahillere sahip değil. Kıyıları dik olarak denizin 3000 metre derinliğine kadar iniyor.
Ada, deniz içinden farklı zamanlarda yükselmiş üç volkanik dağdan oluşuyor. Adanın en eski yanardağı olan Poike 600 bin yıl önce patlayarak adanın güneydoğu bölgesini, ardından Rana Kau patlayarak adanın güneybatı köşesini oluşturmuş. 200 bin yıl önce de adanın kuzeyindeki Terevaka volkanının patlamasıyla adanın yüzeyi oluşmuş.
Ada, özellikle kıyı şeridi boyunca dizilmiş dev heykelleri nedeniyle her zaman dikkat çekmiş. Tarihi ve barındırdığı medeniyetler hakkında birçok teori ortaya atılmış ancak bunların hiçbiri kesinlik kazanamamış, ada sırlarını bugüne kadar da saklamaya devam etmiş.
Adada araştırmalar yapan Graham Hancock, Colin Wilson ve Rand Flem-Ath’e göre 12 bin yıl önce buzullar henüz erimemişken, okyanuslardaki su seviyesi 100 metre daha alçak ve Pasifik bölgesinde And Dağları kadar uzun bir adalar zinciri mevcut. Günümüzde Paskalya Adası, büyük kısmı sular altında kalmış bir kara parçasının tepesini oluşturuyor. Adanın tarihi eski çağlarda yaşanan büyük sel felaketlerinin öncesine kadar gidiyor.
Paskalya Adası’nda yaşayanların nereden gelmiş oldukları kesin olmamakla birlikte kabul gören bir efsaneye göre adaya ilk çıkanlar başkanları Hotumatua yönetiminde batıdan gelen iki kano dolusu insan. Araştırmalar, Paskalya Adası yerlilerinin kökeninin Polinezyalılar(1) olduğunu gösteriyor. Gelenekleri, konuşulan dil, olta iğneleri, taştan keserleri, zıpkınları gibi kullandıkları aletleriyle, kafatası özellikleri ve DNA testleri Polinezyalıları işaret ediyor.
En canlı döneminde ada nüfusunun 15.000 civarında olduğu sanılıyor. 1600’lerde çevre tahribatı, 1836’da misyonerler tarafından adaya taşınan çiçek hastalığı salgını ve 1859-1863’de Perulu köle tacirleri tarafından adadan 1.500 kişinin kaçırılması sonrasında nüfus 2000’e düşmüş ve 1877’de adada sadece 111 kişi kalmış. 2002 yılında ada nüfusunun 3791 kişi olduğu biliniyor. 1960 yılına kadar yılda sadece bir geminin uğradığı Paskalya Adası günümüzde turist akınına uğruyor.
Ada'yı ilk gören Avrupalılar 1687 yılında korsan Edward Davis ve adamları. Davis, Galapagos Adaları'ından gelip, Horn Burnu'na doğru yol alırken ufukta bu adayı tesadüfen görmüş. Buranın var olduğu hep söylenen Güney Kıtası (Terra Australis)(2) olduğunu düşünmüş, ancak dik kıyıları nedeniyle karaya çıkamamış. Adaya daha sonra Hollandalı kaşif Jacob Roggeveen bir Paskalya günü (5 Nisan 1722) çıkmış ve bu güne ithafen adaya Paskalya adını vermiş. Aslında Roggeveen’de Güney Kıtası’nı arıyormuş. Ada daha sonra pek çok kaşifin uğrak yeri olmuş. İspanyol kaşif Don Felipe Gonzales 15 Kasım 1770’de, İngiliz kaşif James Cook 13 Mart 1774’de, Fransız kaşif Kont Jean-François de la Perouse 1786’da adaya gelmişler. Harita alımı yapmışlar ve halkı araştırmışlar. En kapsamlı araştırmalar 1882’de örf, adet, yazı, dil gibi konularda ağırlıklı olmak üzere Almanlar tarafından yapılmış. Ada, 1888 yılında Şili egemenliğine girmiş.
Paskalya adasını özel kılan ve tarih boyunca da ilgi çekmesinin nedeni adanın hemen her yerinde görülen dev insan heykelleri. Alman misyoner, papaz, etnograf, dil bilimci olan Peter Sebastian Engelert bu heykellerden 638 tanesini tanımlayarak, sınıflamış. Bu dev heykellerin dünyaya duyurulması Norveçli etnolog Thor Heyerdahl’ın yayınlarıyla gerçekleşmiş. Heyerdahl, 1958'de yayımladığı AkuAku adlı kitabında, adadaki heykelleri tek tek tanımlamış. Bu heykellerden tamamlanmış olanlarının sayısını 974 olarak göstermiş.
Yapılan araştırmalar, ada yerlilerinin Polinezya kökenli olduğunu ileri sürmekle birlikte, heykellerin fiziksel özelliklerinin tam olarak Polinezya halkına benzememesi diğer bir ilginç konu olarak kalmış.
Paskalya adasında, adanın volkanik taşlarının yontulmasıyla yapılmış olan heykellere Moai deniyor. Moai’lerin çoğu sırtlarını denize vermiş vaziyette, ada içine-karaya doğru bakmakta. Köyleri gözlediğine inanılan bu heykellerin aslında bir çeşit tapınma yerini simgelediği ya da önemli kişilere ait mezarların etrafında olduğu düşünülüyor. Az sayıdaki Moai ise okyanusa bakıyor.
Heykeller, sadece vücudun belden yukarısını gösteriyor. Erkek figürlere "Moai Kavakava", dişi figürlere "Moai Paepae" adı verilmiş. Boyu 1-9 metre arasında değişen heykellerin çoğu 4-7 metre boyunda ve ortalama 13-50 ton ağırlığında. Bazı heykeller sadece kafayı simgeliyor.
Orta boy bir Moai’yi 6 yontucunun ancak 12-15 ayda bitirebileceği hesaplanmış. Bu durumda tek yontucunun bir heykeli bitirmesi ancak yıllar sonra gerçekleşebilecekti..
En uzun Moai'ye Paro deniyor. Paro, 10 metre uzunluğa, 82 ton ağırlığa sahip. En ağır Moai, tamamlanamamış 86 tonluk bir heykel. Bu heykelin, eğer tamamlansaydı 21 metre uzunluğa ve 270 ton ağırlığa sahip olacağı tahmin ediliyor.
Heykellerde zayıf kollar vücuda yapışık, ince uzun parmaklı eller çıkık olan karın üzerinde birbirine kavuşmuş durumda. Karın üstünde kavuşturulmuş olan bu ellerin dini bir ritüeli canlandırdığı düşünülüyor.
Tüm heykeller birbirine benzer gözükse de aslında her biri diğerinden farklı. Her bir heykelin başında kasket/perukayı andıran kırmızımsı renkte cüruf volkanik taştan yapılmış, “pukao” adı verilen kocaman bir taş blok başlık var. Bu volkanik taşlar kırılgan olduğu için çoğu pukao parçalanmış. Moai’lerin kafa ve vücutlarının yapıldığı taş daha sert olduğu için günümüze kadar gelebilmişler.
Uzun dikdörtgen şeklinde kafaları olan heykellerde kaşlar belirgin, burun çıkık, dudaklar ince, ağız küçük ve somurtkan ifadeli, kulak memeleri oldukça iri. Bazı Moai’lerde korunmuş olan gözlerde, beyaz mercandan yapılmış göz küresi ve obsidiyenden yapılmış göz bebekleri mevcut. Bunlar, heykellere şaşkın bir ifade veriyor. Zaten tüm heykellerdeki endişeli-tedirgin ifade en öne çıkan özellik.
Heykellerin yapıldığı sarımtırak gri renkli taşlar sönmüş bir yanardağ olan Rano-Roraku’nın eteklerindeki ocaklardan çıkarılmış. Kıyıya oldukça uzak olan bu taş ocaklarında heykellerin son derece ilkel, taştan yapılmış kesici aletler kullanılarak yapıldığı düşünülüyor. Bu ocaklarda tamamlanmış ve tamamlanmamış heykeller mevcut. Tamamlanmamış olanların daha sonra taşındığı yerde tamamlanacağı yorumlanabilirse de neden böylece bırakıldığı sorusu kesin olarak cevaplanabilmiş değil. Bu ocaklarda 92 tane de tamamlanmış ve taşınma aşamasına getirilmiş heykel var. Bunların neden taşınmayıp da yontulduğu yerde bırakıldığı bilinmiyor.
Moai’lerin 834 adedi sıkışmış tüf taşından, 13 adedi bazalt taşından, 22 adedi trakit taşından ve 17 adedi kırmızı cürufdan yapılmış. Moai’lerin 397 adeti Rano Raraku taş ocağında, diğer Moai’ler kıyılara yerleştirilmiş. Moai’lerin 25 tanesi diğerlerine göre daha büyük ve daha gösterişli.
Tamamlanmış heykellerin bazıları ada kıyısı boyunca uzanan "ahu" adı verilen taş platformlar üzerine yerleştirilmiş. Bu platformlar, Tongariki, Akiki ve Nau Nau adı verilen farklı çeşitlerde. Örneğin Tongariki, 45-80 metre uzunluğunda ve 4.5 metre yüksekliğinde. Bu platformların önünde karaya doğru eğimli, platform boyunda ve 45 metre genişliğinde taş kaplı alanlar mevcut.
Adadaki, toplam 313 ahu’nun çoğunda tek Moai olmak üzere, 125 tanesinde birden fazla Moai heykeli mevcut. Bunlar genellikle her bir platforma 15 tane olacak şekilde yan yana yerleştirilmiş. Ahu’lar ayni zamanda önemli kişilerin mezarlarının da bulunduğu yerler. Adanın 12 bölgesinin her birinde 1-5 arasından ahu bulunuyor.
Adada çok sayıda heykelsiz ahu paltformu da mevcut. Bazı araştırıcılar, bu heykelsiz platformlar üzerinde tahtadan yapılmış Moai’lerin olduğunu ve bunların zamanla yok olduğunu ileri sürüyor. Adadaki ağaçlar yok olduğunda adalıların bu heykelleri ısınmak için kullanmış olabileceği de öngörülüyor.
Bazı heykellerin arkasında güneşi temsilen bir çember, gökkuşağını temsilen üç yay ve onların altında yağmuru temsilen “M” şekli bulunuyor.
Birkaç tanesi iç bölgelerde olmasına karşın ahu’lar genellikle kıyıya yakın inşa edilmiş. Heykellerin neden okyanusun kenarına ve kıyıya yakın dizildiği, bu konumlandırmanın neden yapıldığı bilinmiyor. Ayrıca, bu kocaman heykel bloklarının taş ocaklarından alınarak, bulundukları yere nasıl taşındıkları, nasıl dikine oturtuldukları gibi sorular da halen cevapsız durumda.
Toplamda 288 Moai bu ahu platformlarına taşınmış. Ada halkı bu amaçla, izleri halen de mevcut olan 7 metre genişliğinde özel yollar inşa etmiş. Yollar, 14 km boyunca adanın kuzey, güney ve batısına doğru uzanıyor. Yol boyunca değişik yerlere serpiştirilmiş 97 tane heykel mevcut.
Heykelleri taşımak için bir çift paralel ahşap rayın sabit çapraz parçalarla birbirine tutturulduğu ve heykellerin bu kızaklar üzerinde kaydırılarak ilerletildiği düşünülüyor. Böyle bir sistemde yapılan denemede 12 tonluk bir ağırlığın 50-70 kişilik insan gücüyle her çekişte ancak 4.5 metre ilerletebildiği, böylece bir haftada 14 kilometre çekilebildiği tesbit edilmiş. Büyük heykellerin nakli içinse 500 kişilik bir ekibe ihtiyaç var.
18. ve 19. yüzyılda adayı ziyaret eden kaşifler, adada sadece birkaç bin insan görmüşlerdi. Oysa bu sayıda heykelin yontulması için sanatçılara, taşınması ve dikilmesi için de çok sayıda insana ihtiyaç olduğu görülüyor.
Adada yaşayan insanların bugün bile deşifre edilemeyen, Rongorongo adı verilen yazılı bir dile sahip olduğunu simgeleyen, bu dilde yazılmış 26 tahta tablet ve kuşlarla, erken dönemde adaya yerleşen halkı betimleyen, ayrıca kuş adam gibi pek çok petroglif (taş üzerine oyma resimler) bulunmuş.
Bu durumda ada insanlarına ne oldu sorusu halen de cevaplanmayı bekliyor. İleri sürülen teorilerden hiçbiri tüm sorulara tam olarak yanıt veremiyor. Örneğin, Norveçli bilim adamı Thor Heyerdahl’ın diğer araştırıcılarca kabul görmeyen teorisi "koca-kulaklılar’la- kısa-kulaklılar" arasındaki savaşla ilgili bir efsaneye dayandırılmış. Bu efsaneye göre ada, Peru asıllı Kızılderililer olan koca kulaklılar tarafından yönetiliyordu. Bu koca kulaklılar, Polinezya asıllı kısa kulaklıları köle gibi kullanıyor, dev heykelleri de onlara yaptırıyorlardı. Bu efsaneye göre, kısa kulaklıların ayaklanmasıyla bütün koca kulaklılar öldürülmüş. Heyerdahl, koca kulaklıların Peru asıllı Kızılderililer olduğu iddiasını ispatlamak için, Peru kızılderililerinin kulak memelerini uzatmak için yaptıkları uygulamaları delil olarak kullanıyor. Heykellerin yarım kalmış olmasını da iki topluluk arasındaki savaşın birdenbire patlak vermesine bağlıyor.
Bir diğer teori, ada yerlilerinin 900-1600 yılları arasında sürekli devasa heykeller yaparak önce ormanlarını ve nihayet çevrelerini tükettikleri yönünde. Bu teori, tamamlandıkları halde ocaklarda duran heykellerin de artık taşıma için gerekli ağaç kalmadığından heykellerin taşınamayıp, yerinde kalmış olduğunu ileri sürüyor.
Jeolojik kanıtları da olan görüş, önceleri büyük bir kara parçası olan bu adanın buzulların erimesi ve okyanus sularının yükselmesi nedeniyle yavaş yavaş sulara gömülmeye başlaması, ada yerlilerinin tanrıların gazabına uğradıklarını ve bu yüzden denize batırıldıklarına inanmaları. Bunun içinde tanrıların kendilerini kurtarmasını beklemeye ve ona yalvarmaya başlamaları. Yaptıkları bu heykellerin de bu yakarışın sembolü olması.
Çok sayıda heykelin yarım kalması, yavaş yavaş suya gömülme yerine, daha ani bir doğa olayını gösterdiğinden, ada jeolojisinin tsunami gibi bir felaket açısından incelenmesi gerekiyor.
Paskalya adasındaki yerlilerin adaya nasıl geldiği, nasıl yaşadığı, inanç dünyaları, devasa heykellerin neyi simgelediği, bu heykelleri neden ve nasıl yaptıkları, adanın değişik yerlerine hangi esası temel alarak dağıttıkları, nasıl taşıyıp, nasıl dik duruma getirdikleri, neden bir anda çoğunu yarım bırakarak inşa etmekten vazgeçtikleri hakkında çeşitli bulgu ve varsayımlar bulunmakla birlikte, halen de sırrını koruyan pek çok soru var.
Devasa heykeller, merak, sabır ve endişe taşıyan umutsuz bir ifadeyle ufuklara bakmaya ve “Nerede kaldın?” dercesine beklemeye devam ediyor…
Dipnotlar:
(1) Polinezya, Büyük Okyanus'taki üç büyük ada öbeğinden birine verilen ad. Hawaii, Easter Adası ve Yeni Zelanda arasındaki üçgen biçiminde alana dağılmış olan Polinezya Adaları'nın yüzölçümü 294.000 km². Büyük bölümü yanardağ kökenli dağlık adalar ile alçak mercan adalarından oluşan Polinezya öbeğine bağlı başlıca ada toplulukları arasında Samoa Adaları, Tonga Adaları ve Fransız Polinezyası'nı (Tahiti ve Cemiyet Adaları dahil) oluşturan adalar sayılabilir.
(2) Terra Australis, 15. ve 18. yüzyıllar arasında yapılan haritalarda gözleme dayanmadan gösterilen varsayımsal bir kıtayı ifade eder.
Kaynaklar:
Aron, P., 2004, (Çev.Çakıroğlu,A), Tarihin Büyük Sırları, Aykırı Yayıncılık, 141s.
Anonim, 2015, Paskalya, Ser verip, sır vermeyen ada, Magma Yeryüzü Dergisi, Sayı.3, s.8.
http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/ezoterizm/paskalya.htm
http://www.bilgiustam.com/
https://gezimanya.com/
http://gizliilimler.tr.gg/
http://www.ilgincbirbilgi.com/
https://insanveevren.wordpress.com/
http://natgeotv.com/tr/paskalya-adasinin-gizemleri
https://tr.wikipedia.org/wiki/Polinezya
https://en.wikipedia.org/wiki/Terra_Australis
https://www.youtube.com/watch?v=lXBlYoihoPo
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın kasım 2016 sayısında yayımlanmıştır.