Muazzez İlmiye Çığ’ı, Bilim ve Ütopya okurları yakından tanıyor. 1914 doğumlu bir Cumhuriyet aydını, “Son Sumer Kraliçesi”… Çığ, günümüze ulaşan Sumer tabletlerinin çözülmesinde önemli roller üstlenmiş. Ve bu tabletleri inceleyerek yaptığı pek çok araştırma içerinde, Sumer din ve inanışları ile Semavî dinler arasındaki koşutlukların saptanması da yer alıyor.
Kapak dosyamız kapsamında, Muazzez İlmiye Çığ ile Sumer dininde kadının yeri ve bu bağlamda, Sumer inanışlarının sonraki dinlere etkisi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Okurlarımızın yararlanacağını düşünüyoruz.
Sumer dini ve Semavî dinlerin ortak kökeni
Bilim ve Ütopya: Sumer dini ile Tevrat, İncil ve Kur’an arasında ne gibi benzerlikler ve ayrılıklar var? Elimizdeki bulgular, bütün bu inanışların ortak bir kökene sahip olduğunu açıklamak için yeterli midir?
Muazzez İlmiye Çığ: Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinleriyle Sumer dini arasındaki ortak noktalar var tabii… Bu ortaklılar şöyle sıralanabilir: Tanrı’nın yaratıcı ve yok edici gücü; Tanrı korkusu; Tanrı yargılaması; kurbanlar, törenler, ilahiler, dualar ve tütsülerle Tanrı’yı memnun etmek; iyi ahlâklı, dürüst ve haktanır olmak; büyüklere ve küçüklere saygı göstermek; sosyal adalet; temizlik. Temizlik Sumerlerde de çok önemli idi. Tapınağa gidip dua edenlerin vücutça temiz olmaları gerekliydi. Temizlik atasözlerine bile, “Yıkanmamış elle yemek yeme!” olarak girmiş. Sumerlilere göre Tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirmiş ve insanlara vermiştir. Aynı düşünceyi Kur’an’da da buluyoruz. Mesela Kur’an’da Allah hem üçüncü şahıs olarak hem de birinci şahıs olarak konuşur. Yahudilerde ve Sumer dininde de bu aynıdır. Ya da Hıristiyanlıkta olduğu gibi Sumerlerde de günah çıkaran rahipler vardı. Bunun gibi daha birçok kural, ayet ve özellikle de efsaneler vardır. Tufan’dan, Âdem’in yaratılışına, Firavun’a kadar birçok efsanenin kökeni Sumerler’e dayanır. Bunlarla ilgili yazılı tabletler de vardır Sumerlerde.
Sumer dininde kadının yeri
Bilim ve Ütopya: Peki, Sumer dininde kadının yeri nedir? Ve dinsel metinlerde kadın cinselliğine verilen önemin sebebi nedir?
Muazzez İlmiye Çığ: Sumerlerde Tanrıçaların büyük bir önemi vardır. Adını evrenin yaratıldığı sudan alan Nammu, Yeryüzü Tanrıçası Ninki, Sağlık Tanrıçası Bau, Sosyal Adalet Tanrıçası Nanşe bunlardan sadece birkaçı… Tabii en önemlisi de bereket koruyucusu İnanna, çünkü Sumer bir tarım ülkesiydi ve bütün ekonomisi tarıma dayanıyordu. Ürünlerin, hayvanların üremesi, çoğalması gerekliydi ve bunun için de cinsellik ve dişilik çok önemliydi. Sumerlere göre İnanna aşkı, cinsel gücü ile insanlara ve doğaya yenilenme, çoğalma gücü vermiştir. İnanna ile “kutsal fahişelik” diye anılan mabetlerde yapılan törenlerle oluyordu. Özellikle rahibelerin kutsal görevi genel kadınlıktı. Bunlar Tanrı’ya hizmet sayılıyordu. Mesela Gılgameş Destanı’nda Gılgameş’e arkadaş yapılmak istenen kadın ona yemeyi, içmeyi, konuşmayı öğrettiği gibi cinsel ilişkiyi de öğretir. Bu da fahişe olarak adlandırılan rahibelerin acemilere cinsel ilişkide bir tür öğretmenlik görevi yaptıklarını gösteriyor. Ama evlenecek kadınlarda yine de bekâret aranıyor. Evlenen kadın bâkire değilse, boşanırken kocasından bâkire kadına göre daha az tazminat alıyor.
Sumerlerde tek eşlilik hâkim fakat evlilikte kadının üzerine düşen görevleri yerine getiremediği durumda, yine kadının rızası olursa, erkek başka bir kadınla da evlenebiliyor. Evlilikler ve boşanmalar belge ile mahkeme yoluyla oluyor.
Bunlar dışında kadın sosyal yaşamda da öne çıkıyor. Kadınlar iş yaşamında aktif rol alabiliyor, davalarda şahit ve kefil olabiliyorlar. Mal alıp satabiliyorlar, borç alıp verebiliyorlar, kocalarıyla ortak iş yapabiliyorlar.
Başörtüsünün kadının toplumsal yaşamına etkisi
Bilim ve Ütopya: Semavî dinlerde de yeri olan kadınların baş örtmesi geleneğinin Sumerlerdeki kökenini gösterdiniz ve bu büyük olay oldu; davalar açıldı. Sizce bütün bu dinsel inanışlarda yer alan baş örtme geleneği, kadının toplumsal yaşamdaki yerinin nasıl etkiliyor?
Muazzez İlmiye Çığ: Başörtüsünün İslamiyet’le birlikte başladığı sanılır. Oysa başörtüsü bundan beş bin yıl önce Sumerlerde ortaya çıktı. Yasal yollardan seks yapacak kadar özgür olan Sumer mabet kadınlarının başlarını örtmeleri zorunlu idi. Hammurabi’nin başa geçmesinden sonra bu geleneğe son verildi. M.Ö. 1500 yılında, Asur Kralı’nın çıkardığı bir yasa ile başörtüsü yeniden yürürlüğe kondu.
Başörtüsü, kutsal sınıfa dâhil olan evli veya dul Sumer kadınlarıyla, yasal seks yapan mabet kadınları için zorunluydu. Yasal seks yapmayan sokak fahişeleriyle genç kızların ve kölelerin ise başlarını örtmeleri yasaktı. Bundan şu anlam çıkıyor: Evli kadınlar, dullar ve yasal seks yapan mabet kadınları “ahlâklı”; genç kızlar, yasal yollardan seks yapmayan sokak fahişeleri ve köle kadınlar “ahlâksız”... Yani, “örtünen ‘ahlâklı’, örtünmeyen ‘ahlâksız’dır” şeklindeki değer ölçüsü sanıldığı gibi İslamiyet’le birilikte ortaya çıkmadı. Kökleri ta Sumerlere, Assurlulara kadar gidiyor. Bugün bunu savunanlar, aslında İslamiyet’in değil, binlerce yıl önceki Sumerlerden Assurlulardan, hatta Yahudilerden kalma değer yargılarını savunuyorlar. Görüldüğü üzere bu gelenek önce yasal fahişeleri toplumdan ayırırken, sonrasında köle ve cariyeleri, genç kızları toplumdan ayırıyor. Ve toplumsal ayrışmaya hatta sınıflaşmaya yol açıyor. Kadını toplumdan izole ediyor ve hemcinsler arasında bile ayrışmaya yol açıyor.
Ataerkil topluma geçiş süreci
Bilim ve Ütopya: Âdem ve Havva efsanesinin, kadının erkeğin kaburgasından yaratılma hikâyesinin de köklerinin Sumerlerde olduğunu söylüyorsunuz. Bütün bu açıklamalarınız ışığında Sumer dininin, bir anlamda ataerkil topluma geçişi gösterdiği söylenebilir mi?
Muazzez İlmiye Çığ: Evet, Tevrat’ta ve daha yüzeysel olarak da Kur’an’da anlatılan Âdem ve Havva hikâyesinin benzeri Sumerlerde de var. Buna göre Bilgelik Tanrısı Enki, Yer Tanrıçası’nın cennet bahçesinde yetiştirdiği sekiz bitkinin her birinden tattığı için, Yer Tanrıçası tarafından lanetleniyor. Enki’nin tattığı her bir bitkiye karşılık bir organı hastalanıyor. Diğer Tanrılar araya girip Yer Tanrıça’sına Enki’yi iyileştirmesi için yalvarıyorlar. Bunun üzerine, hasta olan her organa karşılık, bunları iyi etsin diye birer Tanrı yaratıyor Yer Tanrıçası. İşte hasta olan bir organ da kaburga ve onu iyileştirmesi için yaratılan Tanrıça da, “kaburganın hanımı” anlamındaki Ninti.
Peki, buna bakarak Sumerler ataerkil denebilir mi? Sumerlerin ilk döneminde anaerkillik vardı. İlk zamanlar Tanrıçalar çok fazlaydı. Bu da üremeye duyulan ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Bu ihtiyaç sebebi ile cinsellik ve kadın doğurganlığı kutsal sayılıyor. İşte en önemli Tanrıçaları İnanna. Sonra yavaş yavaş Tanrıçaların yerini Tanrılar almaya başlıyor. Köleci topluma geçiş ile birlikte de mitoslarda da ön planda ölen dişil karakterler yerlerini eril karakterlere bırakıyor. Uzun süre etkinliğini koruyan Tanrıça İnanna da bu dönemde Sumerde “Kur” adı verilen ölüler ülkesine gönderilerek siyasal etkinliğini yitirir. Erkeğin üretimdeki rolünün artmasıyla ataerkil ailenin şekillenmesi ve ailenin oluşumu da bu döneme dayanır. Fakat esas ataerkilliği Samiler ve Akadlarda görüyoruz.
Anadolu uygarlıklarında kadın
Bilim ve Ütopya: Ortadoğu uygarlık mirasının kadın sorununun eşitlik temelinde çözümü noktasında bugüne dönük bir katkısı olabilir mi?
Muazzez İlmiye Çığ: Olabilir. Hatta esas katkıyı Anadolu ve Türk uygarlıkları yapabilir bence. Çünkü Anadolu’da bugüne kadar kadın ve erkek birlilikte çalışmıştır hep. Kadın da en az erkek kadar toplumsal üretim faaliyetinin içindedir. Bakıyoruz, kadın ve erkek tarlalarda beraber çalışıyor. İşte eşitlik burada görülüyor. Kadını özgürleştirecek, erkekle eşit haklar getirecek en önemli şey kadının toplumsal üretim faaliyeti içerisinde aktif olarak yer almasıdır. Bu da Anadolu uygarlıklarında açıkça görülür.
Muazzez İlmiye ÇIĞ
Söyleşi: Elif İLHAMOĞLU
Bu söyleşi Bilim ve Ütopya'nın aralık 2012 sayısında yayımlanmıştır.