Koronavirüs ve büyük sosyal değişimler

Yazan
Emrah MARAŞO
Bilim ve Ütopya Genel Yayın Yönetmeni
Yazının Okunma Süresi
8 dakika

Dünya Sağlık Örgütü’nün koronavirüs salgını ilan etmesiyle birlikte yerküremiz hızlı bir değişime gebe kaldı. Bu değişim emperyalist-kapitalist sistemin sadece ekonomik yapısını değil, insan modelini, toplumsal birliğini, ideolojisini, felsefesini de sorgular hale getirdi.

İnsan hayatı mı azınlığın kârı mı?
Avrupa’nın virüs merkezi olmasıyla birlikte İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin insan hayatını değil, bir avuç azınlığın kârını esas alarak hareket ettiğini gördük. Bu durum İngiltere Sağlık Bakanlığı’na bağlı Kamu Sağlığı Birimi’nin hazırladığı raporla teyit edildi. Rapora göre İngiltere köktenci önlemler almazsa 318 bin ile 500 binin üstündeki vatandaşını koronavirüse kurban verecek. New York Times gazetesine göre ABD’de bu “rakam” yani insan sayısı 200 bin ile 1,7 milyon. Özetle bir avuç azınlığın kârı uğruna milyonlarca insan ölüme terk edilecek. Sağlık sistemlerine yatırım yapmayan ve var olanı da özelleştiren bu ülkeleri büyük bir kriz bekliyor. Time dergisinin haberine göre yine ABD’de sigortasız bir koronavirüs hastasının tedavisi 34,927 dolar tutuyor. Kendi sigortası olanlar ortalama 5,861 dolar, işyeri sigortası olanlar 1,655 dolar ödüyor. İnsan hayatı kâr düzeninin kurduğu tezgâhta can çekişiyor. Batı’nın bu düzenine karşı yükselecek tepki ve isyanlar mayalanıyor.

İnsan modeli
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce sömürgecilik ideolojik bir hegemonya kurmuştu. Buna göre uygarlığın merkezi Avrupa’ydı. Bu asla sorgulanamaz, evrensel ve tarihin üstünde olan bir gerçekti. Gerilik Asya’ya içsel bir durumdu. Asya hantaldı, inisiyatifsizdi ve devlet her zaman gelişmenin önündeki engeldi. Bu ideolojik dayatma önce 1905’te başlayan Asya’nın demokratik devrimleriyle yara aldı. Ruslar, İranlılar, Türkler, Meksikalılar, Çinliler devrim yaparak tarihin akışına ağırlıklarını koyuyorlardı. Avrupa emperyalizmi için Cihan Harbi’nin başlaması ve milyonlarca insanın ölmesi ikinci büyük yaraydı. Üçüncü darbe ise önce Bolşevik Devrimi’yle Ruslardan, sonra Kemalist Devrim’le Türklerden geldi. Lenin bu süreci önceden görerek “Geri Avrupa, İleri Asya” saptamasını yaptı. Atatürk ise “mazlumlar zalimleri bir gün mahv ve perişan edecek” diyerek söz konusu gerçeği ifade etti. Uygarlık ve gelişme ihtiyacı Asya’nın nasırlı ellerine sahip insanlarındaydı ve bu model yeni insancıllığın da adresini gösteriyordu.  Kapitalist gelişme trenini kaçıran milletler, çağdaşlaşmak için kamucu, halkçı, paylaşmacı, dayanışmacı, planlı, disiplinli, elbirliğiyle yürütülen süreçlerin inşacısı konumundaydılar. Nitekim öyle oldu. Bu çizgi kısa sürede başarı kazandı. Sosyalizm, alt ve üst basamaklarıyla insancıllığın çerçevesi oldu. Koronavirüsün görünür kıldığı krizin etkilerini insanlık yine kamucu, halkçı, paylaşmacı siyasetler ve kültürle aşacak. Bu başlıklar sosyalizm çerçevesindedir. Sadece koronavirüs değil, sistemin kendisi rekabetçi ve bencil insanı öldürmektedir. Yaşamak için dayanışmacı ve paylaşan insan tipine ihtiyaç vardır.

Toplumsal birlik
Los Angeles Times gazetesi “salgın büyürken Amerikalılar silah depoluyor” haberini okurlarıyla paylaştı. Buna göre “tuvalet kâğıdı satılır gibi silah satılıyor”du. Silah ve cephane satışı salgının henüz görülmediği bölgelerde bile hızla artmıştı. Sebep ise devlete güvensizlik ve kamu düzeninin bozulacağından duyulan endişeydi. Salgının hızla yayıldığı ABD’de korku, şüphe ve toplumu kendisine yönelik tehdit olarak görme hali patlama yaptı. Koronavirüs bir iğne gibi işlev görerek irine dokundu ve bütün iğrençlik ortaya döküldü. Toplumsal bir varlık olan insan, ABD’de komşusunu, yolda yürüyen vatandaşını kendisine tehdit olarak gördü. Toplumsal birlik Batı’da şimdilerde büyük bir gümbürtüyle çatırdıyor. Peki, yerine ne konacak? Silah mı yoksa öfkeyi sisteme yöneltme mi? Göreceğiz.

“İdeoloji”lerin değil emperyalist-kapitalist sistemin sonu
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından “ideolojiler bitti, kapitalizm zaferini ilan etti, dünya artık tek kutuplu, tarihin sonu” çığlıkları atılıyordu. Huntington’undan Fukuyama’sına kadar emperyalist sistemin ideologları kamuoyuna dayatılan tek otoriteydi ve onların düşünce dünyası dışında fikir söylemek ve karşı durmak delilikle eşdeğerdi. Oysa önce Çin’in, sonra Rusya’nın ve giderek Avrasya’nın karşı duruşuyla, Çin’in dünya üretiminin ve bilimsel gelişmelerinin merkezi haline gelmesiyle tablo değişti. Koronavirüsün görünür kıldığı gerçek ise şu oldu: Sosyalist Çin ve sosyalist Küba, başta İtalya olmak üzere insanlığa elini uzatıyordu. ABD ise salgının etkisinin yoğun olduğu İran üzerindeki ambargoyu kaldırmak için kılını bile kıpırdatmıyor. Çin 82 ülkeye, Dünya Sağlık Örgütü’ne ve Afrika Birliği’ne yardım etti. Bu durum sosyalizmin başarısıdır ve Çin’in virüsü büyük bir gerilemeye uğratması da aynı kapsamdadır. Geçen yüzyılın sonunda, “sonu geldi” diye ilan edilen ideoloji sosyalizmden başkası değildi. Koronavirüs salgını gösterdi ki sonu gelen emperyalist-kapitalist sistem, çünkü kendi insanının canını bile hiçe sayıyor. Sosyalizm ise insanlığın parlayan yıldızı ve umudu.

Postmodernizm değil bilim
Milli kurtuluş savaşlarının zaferle sonuçlandığı ve sosyalizmin dünya siyasetine ağırlığını koyduğu dönemlerde Batı, kendi işçi sınıfını yatıştırmak için birçok taviz ve hak vermişti. Ancak 1970’lerin sonundaki kriz ve ardından uygulamaya konulan neoliberal politikalar bu hakların adım adım geri alınmasına neden oldu. Üretim birimlerindeki parçalanma ve bütünselliğin kaybı düşünce hayatında da kendini gösterdi. Merkez değil çevre, planlama değil kendiliğindenlik, disiplin değil başıbozukluk parlatılan değerler oldu. Çünkü emperyalistlerin önünün ve sınırsız sömürünün sonuna kadar açılması sadece askeri güçle değil aynı zamanda yeni bir ideolojik hegemonya tesis ederek başarılabilirdi. Bu ortamda tarikatlar ve cemaatler yükseltildi. Devrimci partiler tu kaka ilan edildi ve sivil toplum örgütleri vicdan aklama araçları haline getirildi. Tarihin sonu geldiğine göre neoliberal sistem değişmeyecekti ve artık yapılması gereken bu sistemin aşırılıklarını törpülemekti. “Büyük anlatılar” yani aydınlanma, milli demokratik devrimler, sosyalizm ve elbette bilim iflas etmişti. Bilim, diğer bilgi türleriyle eşdeğerdi ve hayattaki tek gerçek yol gösterici değildi. Örneğin Eskimoların geleneksel tıbbi uygulamaları ya da üfürükçülük en az modern tıp kadar makbuldü. Olgular değil yorumlar vardı. Nesnel gerçeklik bir dayatma ve kandırmacadan ibaretti. Gerçeklik, ironi aracılığıyla alaya alınıyor ve yerinden ediliyordu. Bu listeyi aşı karşıtlığını, ilaç düşmanlığını da dahil ederek uzatabiliriz. Tabii postmodernizmin esas yaygınlaştırıcısı popülizmi de ekleyebiliriz. Fakat dünyaya yayılan virüs, insanlığa sadece öncülerine değil, kitlelere de bilimin yaşamıyla eşdeğer olduğunu gösterdi. Bilim hayat demek ve başka bir çare yok. Koronavirüs bilimin ve aydınlanmanın bütün insanlık nezdinde eşsiz itibarının, postmodernizmin bütün tahribatlarına rağmen iade edilmesine vesile olmuştur. Artık buradan geri dönüşün olması çok zordur. Ancak uyanıklığı elden bırakmamak ve bilimin bayrağını yükseltmek şarttır.

Ne yapacağız?
Ülkemiz ve insanlık olarak salgını bilimle, akılla, kamuculukla, halkçılıkla ve dayanışmayla yeneceğiz. İyimseriz ve gelecek için umutluyuz. Bu sayımızda karşınıza iki kapak dosyasıyla çıkıyoruz. Her ikisi de bugünler için büyük bir ihtiyacı karşılıyor.
Sağlıkla kalın!

Görsel: Brian Stauffer (Foreign Policy)
 

Çiviyazısı