İddialar ve gerçeklerle: Cehalet bilimi gölgesinde aşı tartışmaları

Yazan
Prof. Dr. Tayfun UZBAY
Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
Yazının Okunma Süresi
8 dakika

Yirminci yüzyılın başlarına kadar enfeksiyonlara bağlı ölümler insanların en büyük sağlık sorunları arasındaydı. Enfeksiyon etkenleri bazen büyük salgınlara neden olarak kitlesel ölümlere yol açmıştır. Salgınlar sadece toplum sağlığını etkilemekle kalmamış aynı zamanda ekonomik, sosyal ve siyasal alanda radikal değişimler yapmıştır. Örneğin, veba salgınları Doğu Roma’nın ve Engizisyon’un, Çiçek salgını Aztek İmparatorluğu’nun gücünü kaybetmesine ve yıkılmasına neden olmuştur. Veba ve çiçek gibi enfeksiyonlar düşmana karşı biyolojik silah olarak da kullanılmıştır. Tarihi kaynaklar 1300’lerde Moğolların, 1930’larda Japonların düşman ülkelere veba bulaştırarak savaş direncini kırma çabalarından söz eder.[1]

Çiçek hastalığı salgınları Ortaçağ’da başlamış, aralıklarla devam etmiştir. On sekizinci yüzyılın başlarına gelindiğinde hastalık dünya nüfusunun yaklaşık olarak %10’unda ölüme, sakatlığa, körlüğe ve şekil bozukluklarına neden olmuştu. On dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan kolera 1826-1896 yılları arasında dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan dört ayrı salgında 26 milyondan fazla ölüme neden olmuştur. Yaklaşık yüz yıl önce de dünya, insanlığın yaşadığı en bulaşıcı salgın olan İspanyol Gribi ile tanışmıştı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında karşımıza çıkan ve “domuz gribi” denilen H1N1’in ölümcül bir türü olan bu viral influenza 1918-1920 yılları arasında 40 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştu. Salgın sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nde görülen ve “Büyük Buhran” olarak tarihe geçen ekonomik kriz dünya çapında yaygınlaşarak büyük bir sorun oluşturmuş, bunu İkinci Dünya Savaşı ve bu savaşın getirdiği yıkım izlemiştir. Bunun neden olduğu olumsuz koşullar birçok hastalığın etkinliğini artırmasına neden olmuştur. Kızamık salgınları çocuklarda ciddi can kayıplarına yol açmıştır. Olumsuz koşullar verem hastalığının da etkisini artırmasına yol açmış, özellikle şehirleşme ve kalabalığın artışı ile hijyenik olmayan koşullarda yaşayan yoksul halk yığınları veremin yayılma alanı olmuştur. Verem tedavisi için yaygınlaşan sanatoryumlar hastalığı iyileştirme konusunda yetersiz kalmışlar, sanatoryuma giden ve gitmeyen hastalar arasında veremden ölüm oranı fark etmemiştir.1

Geçtiğimiz yılın son aylarında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve oradan hızla bütün dünyaya yayılarak küresel bir salgına dönüşen Covid-19, bu satırlar yazılırken yaklaşık 73 milyon insana bulaşarak 1 milyon 700 binden fazla kişin ölümüne neden olmuş durumda. Maalesef bulaşmaya ve öldürmeye devam ediyor. Birçok benzer virüs enfeksiyonlarında olduğu gibi ilaçla kesin bir tedavisi söz konusu değil. Bulaşanların %80’i herhangi bir ciddi belirti göstermeksizin veya çok hafif belirtilerle hastalığı atlatırken %20’si yatarak tedaviye ihtiyaç duyuyor. Bunların da yaklaşık yarısı hastalığı oldukça ağır belirtilerle geçiriyor. Hastalığı ağır geçirenlerin yaklaşık yarısına yakını hayatını kaybediyor. Bu başlarda Covid-19’un öldürücülük sıklığı konusunda biraz iyimser yaklaşımlara neden olduysa da solunum yoluyla çok kolay bulaşması ve hızlı yayılması göz önüne alındığında hem insan hayatı hem de sağlık sistemi için çok önemli bir tehdit oluşturduğu görülüyor.

Covid-19 acil sağlık sistemini ve yoğun bakımları ciddi şekilde zorluyor. Bazı ülkelerde tedavi hizmetlerinin aşırı yüklenmesi sonucu yeterli tıbbi müdahaleye ulaşamadan hayatını kaybeden Covid-19 hastaları söz konusu. Salgın ile mücadelede ön saflarda yer alan sağlık personeli ciddi risk grubunda. Süreçte kaybedilen sağlık personeli kaybı savaş zamanlarının rakamlarına yaklaştı. Bu hiç iyi bir şey değil. Salgınla mücadele eden sağlık ordusunun mental ve fiziki direnci giderek kırılıyor. Ayrıca sağlık için olmazsa olmaz yetişmiş nitelikli iş gücü kaybediliyor. Salgın nedeniyle gerek sistemin yüklenmesine bağlı olarak gerekse tedirginlik nedeniyle düzenli kontrollerini yaptıramayan, hastalıkları ilerleyen ya da hastanede zamanında müdahale edilemediği için hayatını kaybedenlerin sayısı da azımsanmayacak ölçüde.

Covid-19’un ekonomiye verdiği zararlar da herhangi bir savaştan çok daha az değil. Şu anda tüm dünya ciddi bir ekonomik krizin eşiğinde. Salgının uzaması hasarın derinliğini daha da büyütecek. Yeni bölgesel savaşların tetiklenmesi, sağlıklı gıdaya ulaşma ve beslenme sorunlarına bağlı başka hastalıkların ve yoksulluğun yaygınlaşması olasılık dahilinde. Şu anda üzerinde çok fazla durulmayan ancak çok önemli başka bir sorun da gerek toplumun gerekse ön cephede savaşan sağlık personelinin ruh sağlığının salgın sürecinde ciddi zarar görmesi. Salgın sonrası toplumu başta depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu olmak üzere çeşitli mental sorunlar bekliyor.[2],[3] Ruhsal sorunlarda küresel bir patlama yaşanacak. Bunun emareleri şimdiden görülmeye başladı bile. Salgının bir an önce kontrol altına alınarak bitirilmesi sadece toplum sağlığı ve ölümlerin önlenmesi için değil sonraki kuşakların daha sağlıklı ve dengeli bir dünyada yaşaması için de gerekli.

Buraya kadar salgının kontrol edilerek tamamen ortadan kaldırılmasının toplum sağlığı ve gelecek kuşakların esenliği açısından önemine dikkat çekmeye çalışıldı. Yaygın slogan “maske, mesafe ve hijyen” önemli bir korunma yolu olsa da toplumun çoğunluğu bu kurallara uyma konusunda yeterince ikna olmadı. Tam bir izolasyon ve karantina uygulamaları ekonomik kırılganlığı artırdığından siyasi otoritenin bu kararları almakta zorlandığı da görülüyor. Bu durumda geriye salgının daha etkili koruyucu tıp önlemleri ile ortadan kaldırılması seçeneği kalıyor ki, dünyadaki bilimciler de öncelikli olarak buna, özellikle de etkili bir korumaya sahip olduğu defalarca kanıtlanmış olan aşı geliştirme çabalarına odaklandı.

Aşı nedir, ne işe yarar?

Bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde üç temel yaklaşım vardır. Bunlar, enfeksiyon kaynağının kontrolü, bulaş etkenine ve yoluna yönelik önlemler ve sağlam kişilerin korunmasıdır. Aşılama sağlam kişilerin korunmasını sağlayan en etkili koruyucu tedavi şeklidir. Aşılar hastalık etkenine karşı vücudun bağışıklık sistemini uyararak hastalığa karşı koruma sağlayan biyolojik ürünlerdir. Aşının etkisi, zayıflatılmış ya da öldürülmüş hastalık etkeni (virüs veya bakteri gibi) ya da bunun bazı parçalarına, bağışıklık sisteminin yanıt vermesiyle ortaya çıkar. Böylece kişi hastalık sebebi etken ile karşılaştığında bağışıklık sistemi harekete geçip hatırladığı etkeni zararsız hale getirir ve hastalık en fazla hafif bir tablo ile geçirilir.[4] Aşı ile önlenebilen birçok öldürücü hastalık söz konusudur ve aşıların koruyucu etkisi sayesinde dünya çapında her yıl 6 milyon ölüm önlenmektedir. Aşılar ile hastalıkların önlenmesi toplum sağlığına olumlu katkı yapmasının yanı sıra ekonomik ve sosyal refahı da artırmaktadır.[5],[6] Aşılar olmasa can kayıplarının yanı sıra tedavi ihtiyacı ve maliyetinde de ciddi artışlar söz konusu olurdu.

Dünya çiçek, kolera, difteri, çocuk felci, kızamık, kuduz, tetanoz ve verem gibi çeşitli patojen mikroorganizmaların neden olduğu ölümcül hastalıklardan geliştirilen aşılar sayesinde kurtulmuştur. Bugün bu hastalıklar aşısına ulaşmak koşuluyla bizim için bir sorun teşkil etmiyor. Aşı teknolojisi gelişmeden hemen önce 40 yaş civarında olan insan ömrü aşı ile koruyucu tedavilerin devreye girmesinden sonra artarak bugün 70’li yaşlara kadar ulaşmıştır. Aşıların devreye girmesinin hemen öncesinde 1,5 milyar civarında olan dünya nüfusu bugün 8 milyar civarındadır. Bunda aşı programları ile çocuk ölümlerinin ciddi biçimde azaltılmasının ve bazı hastalıklarda tamamen sıfırlanmasının önemli bir katkısı söz konusudur.

Türkiye’nin aşı geçmişi de oldukça zengin ve ilginçtir. Osmanlı Döneminde, çiçek hastalarının deri lezyonlarından alınan materyalin, sağlıklı kişilerin derilerindeki çiziklere sürülerek hastalığa karşı koruma sağlamaya çalışıldığını biliyoruz. 1720’lerde İstanbul’da bulunan İngiltere Büyükelçisinin eşi Marry Montley Montagu (Lady Montagu), bundan mektuplarında bahsetmiş ve İngiltere’ye dönünce bir çiçek tedavisi kampanyası başlatıp yöntemin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Muhtemelen bu bilgilerden esinlen Edward Jenner 1798’de ilk çiçek aşısını üretmiştir. Louis Pastör, Robert Koch, Jean Antoine Villemin, Wilhelm Kolle, Albert Calmette ve Camille Guérin gibi bilim insanlarının katkılarıyla bulaşıcı hastalık nedenleri ortaya konarak birçoğu için aşılar geliştirilmiş ve insanlar bu aşılar sayesinde hastalıklardan korunmuş, ölümden kurtulmuştur. Osmanlı’da 1885’te çiçek aşısı için kanun çıkarılmış ve aşı laboratuvarları kurulmuştur. İlk keşfinden sadece üç yıl sonra kuduz aşısı, bir yıl sonra da difteri serumu topraklarımızda üretilmiştir. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından aşı üretimi, 1928 yılında kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde tek çatı altında toplanmıştır. Hıfzıssıhhanın Türkiye Cumhuriyeti’nin koruyucu tıp hizmetindeki yeri oldukça önemlidir. Vizyonsuz bir yaklaşımla daha sonra kapatılan bu kuruma bugün yeniden ihtiyaç duyuyoruz.

Aşı karşıtlığı

Aşı çalışmaları ve aşılamalar birçok bilimsel yenilik gibi ilk başlarda şiddetli bir tepki ile karşılaşmıştır. Paris Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin yanı sıra hem İngiltere hem de Amerika’daki kiliseler aşının yasaklanmasını istemişlerdir. Amerika’da şiddete varan aşı aleyhtarlığı söz konusudur. Zabdiel Boylston, aşı öncülerindendir ve Amerika Birleşik Devletleri’nde aşı karşıtlığının şiddetine maruz kalan ilk hekimlerden biridir. Çiçek hastalığından korunmak için geliştirdiği uygulama diğer meslektaşları tarafından şiddetle reddedilmiştir. Bazı doktorlar, bunun bir insanı zehirlemekten farkı olmadığını, bu nedenle adam öldürmeye teşebbüsten yargılanması gerektiğini söylemişlerdir. Bu kışkırtmalar sonucu Boylston ölümle tehdit edilmiş, oğlunun da dahil olduğu üç kişiye yaptığı uygulamaların ardından tutuklanarak hapsedilmiş, hükümetin izni olmadan aşı yapmama sözü vererek serbest kalmıştır. Bu süreçte evi ve ailesi saldırıya uğramıştır. Buna rağmen 248 kişiye ilkel aşı tekniğini uygulamış ve uygulaması başarılı olmuştur.[7] Boylston’un bu başarısı kuşkusuz onu izleyen Jenner gibi başka araştırmacılara da yol göstermiştir. İngiltere’de de çiçek aşısını geliştiren Jenner papazların ve kendi meslektaşlarının sert tepkilerine maruz kalmıştır. Cambridge Üniversitesi’nde çiçek aşısı ve Jenner aleyhine dersler anlatılmış, çalışmaları küçümsenerek aşağılanmıştır. Bugün net bildiğimiz gerçek ise Jenner’in bir kuşakta bütün Napolyon Savaşları’nın öldürdüğünden daha fazla insanın hayatını kurtarmış olduğudur.

Günümüzde aşıların toplum sağlığını koruduğu kanıta dayalı verilerle net bir şekilde kanıtlanmış olmasına karşın aşı karşıtlığı ve düşmanlığı değişik şekil ve boyutlarda devam etmektedir. Karşıtların ileri sürdüğü tezlerin büyük kısmı herhangi bir kanıta dayanmayan, komploya dayalı hikayelerdir. Bazıları da çarpıtılmış bilimsel makalelere, etik dışı davranan akademisyenlerin medyada verdiği demeçlere ve söylentilere dayanır. Günümüz aşı karşıtlarının topluma sunduğu gerçek bir bilgi olmadığı gibi söylemleri tamamen gerçekle bağı olmayan safsatalara dayanmaktadır.

Aşılarla ilişkili en büyük safsatalardan biri aşılamanın çocuklarda otizm hastalığına neden olduğudur. Bu safsatanın kaynağı İngiliz hekim Andrew Jeremy Wakefield’ın bir yayınıdır. Wakefiled kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşıları ile otizm arasında kanıta dayanmayan, etik dışı bir bağlantı kurarak bunu Lancet gibi bilim alanının en önemli dergilerinden birinde yayınlamıştır.[8] Bu makaledeki iddianın dayanağı çocukları otizm hastası olan 12 aile ile yapılan karşılıklı görüşmelerdir. Ailelerden 8 tanesinin ve Wakefiled’in kanaati çocuklarda aşı sonrası otizm belirtilerinin başlamasıdır. Tamamen aile ile diyaloğa dayalı, herhangi bir karşılaştırmalı kanıt içermeyen bu görüşün Lancet gibi önemli bir bilim dergisinde bu kadar kolay basılmasının ayrıca üzerinde durmak gerekir. Bu makaleye daha sonra dergi tarafından “geri çekilme” (retracted) işlemi uygulanmıştır. Yani etik sorunlar ve bilimsel zeminden yoksunluk gibi gerekçelerle makale şu anda “yok hükmündedir”. Aksi kanıtlanmış olmasına rağmen bu hatalı yazının etkisi günümüzde de devam ediyor. Bu safsatanın bu kadar etkili olmasının başka bir nedeni de kariyerine Playboy’da modellik yaparak başlayan Amerikalı popüler model, televizyon ve radyo sunucusu Jennifer Ann McCarthy’in de çocuğunun otizm olmasını aşılara bağlayarak yaptığı kampanyalardır. Tanınmış yıldız aşı karşıtı program ve konuşmalarıyla toplumun belli bir kesimini etkilemeyi başarmıştır. Geçekleştirilen kontrollü ve bilimsel normlara uygun birçok çalışmanın sonuçları açık bir şekilde aşılar ile otizme yakalanma veya yatkınlık oluşması arasında herhangi bir ilişki olmadığını açık bir şekilde ortaya koysa da aşıların otizme neden olduğu safsatası hala aşı retçilerinin en çok kullandığı sözde dayanaklar arasında yer alıyor.[9]

İnternetin keşfi sonrası dünyada bilginin yayılım hızı çok arttı. Bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Bununla beraber, ulaştığınız bilginin gerçeği ne kadar yansıttığı ciddi bir sorun. Dijital teknoloji ulaşmanız gereken değil ulaşmanız istenen bilgilerle sizi kolayca buluşturarak algınız ve tercihleriniz yönlendirilebiliyor. Yönlendirilmiş algınız ile size sunulanı doğru sanıp bazı şeyleri doğru yaptığınızı düşünürken zarar görüyorsunuz ve yönlendirilmiş algınız yüzünden sizi uyaranları düşman gibi görüp, gerçek bilgileri kabullenmiyorsunuz. Medya desteği ile topluma idol olarak sunulan akademisyenler veya bazı popüler kişiler bilerek ya da bilmeyerek cehaletin sözde bilgi ile yayılmasına destek veriyor. Özellikle popüler olma arzusu içindeki akademisyenler ve bilimciler aracılığı ile abartılı, çarpıtılmış ya da hatalı bilgi yaymaya dayanan dijital çağın bu yeni bilgi çarpıtma biçimine “cehalet bilimi (agnotoloji)” diyoruz. Cehalet bilimini aynı başlıkla basılan kitapta çok ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır.[10] Kanıta dayalı bilime ve yeniliklere direnç her zaman olduğu gibi günümüzde de devam ediyor.

Covid-19 ile savaş için elimizde ne var?

Covid-19 salgınının neden olduğu can kayıplarını ve ekonomik yıkımı önleyerek bir an önce normale hayata dönmeyi arzu eden dünya bilimi, hastalığa çare üretme ya da onu kökten yok etme adına yoğun bir çalışma sürdürüyor. Mevcut bazı ilaçların virüslerin çoğalmasını yavaşlatıp virüs yükünü azaltma ötesinde fazla bir etkileri yok. Covid-19’a karşı farklı stratejilere dayanan birçok ilaç çalışması yürütülüyor. Şimdilik bunların kısa süre içinde hastalığa karşı etkili bir çözüm sunma ihtimali düşük. İnsan antikorlarının sentetik olarak geliştirilen bazı türlerinin hastalığa karşı etkili olduğu gösterildi,[11] hatta bunun Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın tedavisinde kullanıldığı söylentileri de ortalıkta dolaştı. Ancak bu oldukça pahalı bir teknoloji ve kısa sürede tüm dünyada kullanılabilecek şekilde üretilmesi ve kullanılması çok zor. Bilimciler ve önemli laboratuvarlar doğru bir yaklaşım ile önceliği koruyucu tıbba ve aşı çalışmalarına verdiler.

Dünyada halen çeşitli ülke ve laboratuvarlarda 200 civarında aşı çalışması yürütülüyor. Bunlardan Çin, Güney Kore, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Almanya, İngiltere ve İsveç’te yürütülen yaklaşık on kadar aşı adayı insanlar üzerinde denemenin son aşamasına (faz III) kadar ulaştı. Rusya Sputnik V adını verdiği viral vektör teknolojisi ile üretilen aşıyı kendi ülkesinde onaylayarak kullanıma sundu. Almanya’nın Biontech ve Amerika’nın Pfizer laboratuvarlarının ortak üretimi olan mRNA teknolojisi ile üretilen aşı Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nden (FDA) acil onay almayı başaran ilk aşı oldu. Bu aşıya ait insan denemeleri ile ilişkili veriler önemli bir bilim dergisi olan The New England Journal of Medicine’da yayınlandı.[12] Aşıya İngiltere de onay verdi ve yaygın kullanıma başladı. Çin’in Sinovac laboratuvarlarında üretilen inaktif aşı da faz III’ün sonuna geldi. Türkiye hem Biontech-Pfizer hem de Sinovac aşısının faz III süreçlerine gönüllülerle aktif olarak katıldı. Şu ana kadar sadece bu iki aşı için sipariş de vermiş durumda. Bu aşılar dışında Amerikan Moderna laboratuvarlarında üretilen başka bir mRNA aşısı, Oxford Üniversitesi ve Astra Zeneca işbirliği ile üretilen viral vektör aşısı ve Güney Kore-Amerika ortaklığı ile yürütülen DNA tekniğine dayanan aşı da faz III çalışmalarının sonunda. Moderna aşısı onay için FDA’ya başvurdu ve onay bekliyor.

Türkiye’de de Ege, Selçuk, Erciyes, Acıbadem, Ankara, Boğaziçi, Bezmialem Üniversiteleri, İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi ve ODTÜ’de virüs izole edildi ve aşı çalışmaları sürdürülüyor. TÜBİTAK bu çalışmaları “Covid-19 Türkiye Platformu” başlığı altında birleştirdi ve destekliyor. Bu çalışmalardan da iki tanesinin insanda deneme aşamasına ulaştığı haberleri alındı. Çalışmalar sürse de yerli aşıların onay için altı aydan az olmamak koşulu ile zamana ihtiyacı var.

Gündemdeki aşılar, komplo teorileri ve cehalet bilimi

Dünyada yaygın kullanıma girmek üzere olan aşılar salgının bitirilmesi ve yeniden normal hayata dönüş için ciddi bir umut yarattı. Aşıların insan denemeleri sürecine ait ön veriler açıklanmadan önce oldukça yükselmiş olan altın fiyatları bağımsız değerlendirmeler ve bilimsel makaleler ile paylaşılan olumlu sonuçların ortaya çıkması ile düşüşe geçti. Göbeği birbirine bağlı küresel kapitalist sistem ekonominin yeniden canlanması ve krizin az hasarla atlatılabilmesi için umutla yaygın aşı uygulama sonuçlarını bekliyor. Aşılar bilim insanlarına ve birçok insana umut verse de eskiden olduğu gibi bugün de aşı karşıtları ve komplo teorisyenleri daha aşılar onay almadan seslerini yükseltmeye başladılar.

Genel olarak aşılara ve kanıta dayalı bilime karşı olanlara bilimi ve yeniliği savunan ama sadece grip aşılarına ve dolayısı ile Covid-19 aşısına karşı olduğunu ifade edenler de katıldı. Aşı karşıtlarının arasında akademisyenler, hekim ve eczacı gibi sağlık profesyonelleri, ünlü yazarlar ve tanınmış kişiler de var. Özellikle akademisyenlerin ve sağlık profesyonellerinin aşı karşıtı açıklamaları halkın kafasının iyice karışmasına ve endişeye neden oluyor. Bu son derece önemli, çünkü aşı programlarına yeterli katılım olmazsa Covid-19’un aşılanmaya katılımın düşüklüğü ölçüsünde etkinliğini bir süre daha devam ettirmesi kuvvetle muhtemel.

Yazının son bölümünde Covid-19’a yönelik tartışmaların odağına oturan güncel komplo teorileri ve aşı karşıtlarının iddialarını tek tek ele alıp bunlara tatminkâr yanıtlar vermeye çalışalım:

İddia: Covid-19 laboratuvarda üretilmiş bir biyolojik savaş unsurudur. Bunu üretenler nasıl tedavi edileceğini de biliyorlar. Amaçları dünya nüfusunu dengelemek ve yaşlı nüfusu elimine etmek.
Yanıt: Covid-19’un uzun bir evrim süreci içinde yarasalara geçen ve oradan da konakçı olarak insanı seçen korona virüslerin yeni bir formu olduğu bilinmektedir.[13] Hastalık ortaya çıktığında Çin kısa bir süre tereddüt gösterse de virüsün genomunu hızlı bir şekilde tüm dünya ile paylaştı. Genetik bilimciler ve virolologlar bunun aynı aileden gelen Orta Doğu Solunum Sendromu Koronavirüsü (MERS-CoV) ve Ciddi Akut Solunum Yolu Sendromu Koronavirüsü (SARS-CoV) gibi başka bir patojen (hastalık yapıcı) virüs olduğu konusunda hemfikir. Salgının başlarında virüsün sadece yaşlıları öldürdüğü gibi ilk gözlemlere dayalı bir izlenim olduysa da bunun yanlışlığı çabuk anlaşıldı. Birçok hastalıkta olduğu gibi bu salgında da daha kırılgan olan yaşlı ve kronik hastalığı olanların etkilenmesi normaldir. Ancak Covid-19 sağlıklı ve çok daha genç yaş gruplarından da binlerce ölüme neden oldu. Covid-19 dünya nüfusunu dengelemek için laboratuvarda üretilmiş bir virüs olsaydı çok daha öldürücü olurdu ve kimliği bu kadar çabuk tüm ayrıntıları ile ortaya konamazdı.

İddia: Covid-19 bildiğiniz gripten hiçbir farkı olmayan fazla abartılan bir hastalık. İlaç firmaları sırf para kazanmak için aşı üretiyor, zaten nüfusun %80’i hastalığı ayakta geçiriyor, aşıya gerek yok.
Yanıt: Bu görüşün toplumda taraftar bulmasında maalesef tıp alanından bazı akademisyenlerin topluma popülist mesajlar vermesinin önemli bir katkısı var. Oldukça yakın bir tarihte, 17 Kasım 2020’de, Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın, “Koronavirüs aşısını yaptırmam, kimseye de yaptırmasını önermem” şeklindeki demeci[14] medyada ses getirdi ve aşı konusunda tedirginlik yarattı. İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay da salgının başlarında bu virüse karşı aşı yapılamayacağını iddia eden medya demeçleriyle[15] gündeme gelmişti. Canan Karatay salgını sürekli küçümseyen başka söylemlerde de bulundu. Örneğin, kelle paça çorbası gibi yiyecek tercihleriyle virüsten korunmanın mümkün olduğunu iddia etti[16]. Hem hekim hem de akademik unvanı olan bu kişilerin bu tarz açıklamaları aşıyı destekleyen başka sorumlu akademisyenlerin ve hekimlerin açıklama ve uyarılarından daha fazla izleniyor ve medyada daha fazla ses getiriyor. Halkın virüsün yayılım hızını azaltacak önlemler konusunda işbirliği yapmamasında sağlıkçı akademik kimliği olanlardan gelen bu tür açıklamaların da rolü var.

Covid-19’un diğer griplerle aynı aileden olduğu doğru ancak onlardan çok farklı özelliklere sahip bir virüs. Başka gripler toplumun genç yaş gruplarında ve herhangi bir sağlık sorunu olmayanlarda bu kadar öldürücü ve hasar bırakıcı değil. Ayrıca mevsimsel gripler bu boyutta küresel bir salgına yol açmadı. Dünya çapındaki ölüm oranlarına ve henüz virüs bulaşmamış nüfusun büyüklüğüne baktığımızda karşımıza ürkütücü bir tablo çıkıyor. Salgın devam ettikçe verdiği zararlar daha da ağırlaşacak. Covid-19’dan kelle paça çorbası içerek korunmak mümkün değil. Böyle bir şey olsaydı bu açıklamalardan sonra tüketimi oldukça artan kelle paça çorbası sayesinde salgının etkisinde bir azalma görmemiz gerekirdi. Öte yanda, Canan Karatay’ın “aşı yapılamaz” iddialarının aksine farklı stratejilerle üretilmiş iki aşı onaylanırken sekiz aşıda da onay aşaması oldukça yakın görünüyor. Yani başka virüslere olduğu gibi Covid-19’a da aşı yapmak mümkündü ve yapıldı. Şimdilik kısıtlı sayıda da olsa insanlar üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar aşıların yeterli etkinliğe sahip olduğuna işaret ediyor ve veriler şeffaf bir şekilde denetimcilere sunuluyor, seçkin bilim dergilerinde yayımlanıyor. Buna karşın Canan Karatay’ın iddialarını destekleyen herhangi bir bilimsel çalışma sonucuna ulaşmak mümkün değil.

İddia: Covid-19 aşıları bir aşı geliştirmek için gerekli olan süreden çok önce piyasaya sunuldu. Ticari kaygı ile aşılar aceleye getirildi, bu aşılara güvenilmez.
Yanıt: Gazeteci ve yazar Soner Yalçın, 26 Kasım 2020’de kaleme aldığı köşe yazısında tarih boyunca kullanılan aşıların geliştirilme sürelerinin 9-68 yıl arasında olduğunu ifade ediyor. Virüsün mutasyona uğrayıp sıradan bir nezleye ya da gribe dönüşecekken, aşının alelacele bulunup piyasaya sunulmasını sorguluyor.[17]Ancak bunu yaparken bazı önemli noktaları gözden kaçırıyor. Listede örneklenen birçok hastalığın ilk ortaya çıktığı tarih aynı zamanda aşı geliştirmeye başlanan tarih değil. Birçok hastalığın belirtileri üzerinden tanımlaması yapılsa da sebeplerinin anlaşılmasana kadar geçen uzun süreler de söz konusu. Örneğin İspanyol Gribi’ne bir virüsün yol açtığı bile bilinmiyordu. Bilim, virüsleri ve neden oldukları enfeksiyonları ancak 1933 yılında ortaya koyabildi. Covid-19 ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra hastalık etkeni virüsün genomo, yani kimlik kartı saptanmış ve dünyadaki önemli laboratuvarlarda izole edilmişti bile. Etkili bir aşı geliştirmeye ancak sebep tam olarak saptandıktan sonra geçebilirsiniz.

İlk aşılar 18. yüzyılın sonlarında ortaya çıktı. Günümüze kadar aşı geliştirme ve üretme teknolojilerinde hem etkinlik hem de emniyet bakımından avantaj sağlayan önemli gelişmeler oldu. Örneğin bugünkü kuduz ve tetanoz aşıları ilk geliştirildikleri formlardan çok daha uzun süreli koruma sağlarken yan tesirler bakımından da çok daha güvenli. Belki gelecekte çok daha iyileri ortaya çıkacak. Yalçın’ın verdiği örneklerdeki sürelerin geçtiği yıllar ile bugünün teknolojisi aynı değil. Listedeki rotavirüs, papilloma ve hepatit gibi birçok hastalık küresel bir salgına neden olmadı. Çalışmaların daha yavaş yürümesi normal. Geliştirilen bazı aşılarda kullanılan mRNA (mesenger, haberci RNA) teknolojisi bile çok yeni sayılmaz. Bu teknik ile kansere karşı aşı geliştirme çalışmaları yıllardır devam ediyor. Alman Biontech ve Amerikan Moderna bu tekniği Covid-19’a uyarladılar. Hem virüsün kimliği hem de teknik bilindiğinden mRNA aşılarının geliştirilmesinin de bu kadar çabuk olması sürpriz değil.

Soner Yalçın’ın yazısındaki en üzücü nokta şu andaki ölümleri ve virüsün bazı insanlarda bıraktığı geri dönüşümsüz hasarları önemsemiyor olması. “Nasıl olsa bu virüs basit bir nezleye ya da bildiğimiz zararsız gribe dönüşecek” diyor. Bunu nereden biliyor? Virüsün daha hızlı yayılan ve daha çok öldüren bir forma dönüşmemesinin garantisi nedir? Virüs Soner Yalçın’ın öngördüğü zararsız forma dönüşecekse, bu ne kadar zaman alacak? Bu arada her gün açıklanan listelerdeki ölenlere sadece bir rakam olarak mı bakacağız? Salgın sırasında dünyadaki bilimsel dayanışmanın, laboratuvarlar arasındaki işbirliğinin, Covid-19’a karşı aşı geliştirilmesi için verilen ciddi maddi desteklerin farkında mı? Bir genetik, viroloji veya epidemiyoloji uzmanının bu kadar rahat kuramayacağı bir cümleyi hangi bilgi birikimi ve cesaretle kurup Covid-19’un neden olduğu ölümlere karşı nasıl bu kadar duyarsız olabiliyor? Sağlık personelinin iyice yıprandığını, ön safta ciddi kayıplar verdiğini, sağlık sisteminin yüklendiğini niçin göremiyor? Faz çalışmalarında gözlenen olumlu sonuçlar yaygın uygulamada da tekrarlanırsa Covid-19’dan daha fazla ölümün önleneceğini, salgının hayatımızdan daha erken çıkacağını ve ne Türkiye’nin ne de dünyanın daha fazla ekonomik kayba tahammül edemeyeceğini neden anlamıyor? Maalesef algıları komplo teorilerine açık olan, okumuş veya az okumuş cahiller de ona alanın uzmanlarından daha çok inanıyor. Soner Yalçın’ın yaklaşımları ve yazdıkları aşı ve kanıta dayalı bilim retçilerine destek sağlıyor.

İddia edildiği gibi aşı süreçleri mutlak şekilde ticari kaygıları ön planda olan şirketlerin insafına bırakılmış da değil. Bağımsız denetçiler var. Her aşama denetleniyor. Veriler şeffaf şekilde açıklanmak ve paylaşılmak zorunda. Ayrıca yasal yaptırımlar ve denetimler de söz konusu. FDA ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA) gibi kuruluşlardan aşı onay alsa bile her ülke kullanıma sokmadan önce tüm verileri kendisi de değerlendirip hem kalite hem etkinlik kontrolü yaparak ruhsat veriyor. Dünyanın en iyi laboratuvarında üretilmiş bir aşı dahi herhangi bir ülkede tekrar kontrol edilmeden ruhsatlanamaz. İnsan çalışmaları sırasında sıra dışı bir etki görüldüğünde çalışma durdurulup bunun aşı ile bir illiyet bağının olup olmadığı araştırılıyor. Yoksa, çalışma devam ediyor. Bunları süreç boyunca birkaç kez gördük. Avustralya’daki aşı çalışmaları sıra dışı bir antikor oluşması nedeniyle bir yıl süreyle askıya alındı.

Kanıta dayalı bilim ve gerçek akademisyenler hiçbir zaman aşılar gelecek ve bu salgın bir anda bitecek demedi. Aklı başında bilimcilerin ortak görüşü şu: Şu anda onay aşamasına gelmiş olan ve onaylanan aşıların faz süreçleri ile ilişkili veriler, koruyuculuk ve emniyet bakımından aralarında anlamlı bir fark olmadığına işaret ediyor. Aşılar beklenen etkinliğe sahip görünüyorlar. Ancak bunun uygulamaya nasıl yansıyacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Büyük bir olasılıkla onay alan aşılar işe yarayacak gibi görünüyor. Faz aşamalarındaki gözlemler yaygın uygulamada da tekrarlanırsa salgının hızı ve öldürücülüğü ilkbahar ve yaza doğru azalarak kontrol altına alınabilir.

Aşılara “acil” onay verilmesinin nedeni, halen öldürmeye ve yaşamı olumsuz etkilemeye devam eden küresel salgının an itibarı ile etkinliğini artırmış olması. Covid-19 küresel bir salgına dönüşmeseydi ve hızını biraz yitirseydi faz aşamaları daha fazla denekle ve daha uzun tutularak geçilebilirdi. Şu anda acil bir durum var ve makul sayıda yapılan denemelerin sonuçları doğru yolda olunduğuna işaret ediyor. Acil onay sonrası karşılaşılabilecek bir sorun aşının ruhsatının iptal edilmesi anlamına gelir ki bu, aşıyı geliştiren şirketin de ciddi ölçüde zararına olur. Bu kadar denetim altında vaka gizlemek de kolay değil. Bilime, hukuka ve hükümetlere güvensizlik varsa ve sisteme inanç kalmamışsa bu ayrıca ele alınması ve tartışılması gereken başka bir konudur. İnsanların gıda emniyetinden çevre kirliliğine kadar toplum sağlığı için önemli birçok konuda duyarsız kalırken kanıta dayalı bilimi, ilacı ve aşıyı bu kadar sorgulaması ve güvensizlik göstermesi ilginçtir.

İddia: mRNA aşıları aşı ile genetik kodlarımıza müdahil olunması için kullanılan yeni bir teknoloji. Aşı genetiğimizi değiştirecek, vücudumuza aşı ile çip yerleştirilecek.
Yanıt: mRNA teknolojisi aşıda ilk kez kullanılıyor. Burada Covid-19’un dış yüzeyinde bulunan ve hücreye girdiğinde tutunmasını ve hücrenin içine girmesini sağlayan mızrak (spike) proteinin mRNA’sı bir kılıf içinde vücuda veriliyor. mRNA mızrak proteini, dolayısı ile virüsü tanıtan mesajı ilettikten sonra yok oluyor. Böylece mesajı alan bağışıklık sistemi koruyucu antikorları üretiyor. mRNA’nın vücutta kalarak genetik kodlarda değişiklik yapması ya da başka bir etkiye neden olması söz konusu değil. mRNA’lar vücudumuzda sürekli üretilen ve yeni protein sentezleri için gerekli mesajı ilettikten sonra yok olan elemanlar. Böyle bir aşı ile vücuda herhangi bir fizyolojik sistemi veya düşünceleri kontrol edebilecek bir çip yerleştirilebilmesi de bilim kurgu filmlerinin senaryolarını bile zorlayacak bir yaklaşım.

Bu teknolojinin aşı için ilk kez kullanılmasının yan tesirler bakımından bazı endişelere yol açması normaldir. Yeni ve farklı bir yaklaşım ile üretildiği için yaygın kullanımda beklenmedik bazı alerjik reaksiyonlar veya sıra dışı bazı sürpriz sorunlarla karşılaşılabilir. Bunların görülme sıklığı ve şiddeti de önemlidir. Böyle bir durumda aşının kullanımı tamamen iptal edilebilir. Bu aşıyı sunan şirket için de hiç istenmeyen bir şeydir, o nedenle firmaların süreçleri illegal yollardan hızlandırması yerine daha denetimli, kılı kırk yararak gitmiş olmaları daha akla yakındır. Öte yandan bu yeni teknolojinin yaygın uygulamada çok büyük bir başarı yakalayarak aşı ile hastalıklardan korunmada çığır açma olasılığı da var.

Neden aşı yaptırmalıyız?

Kanıta dayalı tıpta aşı ve ilaç uygulamaları yarar/zarar veya risk/yarar oranı gözetilerek yapılır. Buradaki ince nokta aşı olmadığımız zaman alacağımız risk ve görebileceğimiz zararın aşı olduğumuz zaman alacağımız risk veya göreceğimiz zarara göre daha büyük olup olmadığıdır. Dünya çapında kullanıma sunulan veya sunulmak üzere olan aşıların çoğu daha önce tanıştığımız aşılarla benzer yöntem ve teknolojilerle üretildi. Aşıların tümü şeffaf ve denetimli süreçlerden geçerek insan çalışmalarına kadar geldi ve insan çalışmalarında da uygulanmamalarını gerektirecek önemli bir sorunla karşılaşılmadı. Medyada zaman zaman dillendirilen bazı yan etkiler plasebo ve aşı grubu karşılaştırmalarında anlamlı değildi ya da toplumun genelinde görülen sıklıktan (örneğin alerjik reaksiyon görülmesi sıklığı, yüz felci, baş ağrısı vb) daha yüksek bir sıklık sergilemedi. Alınabilecek risk toplumun geneline uygulandığında daha geniş popülasyonda ortaya çıkabilecek sürpriz bir yan etki olabilir ki bunun görülme sıklığı şu anda Covid-19’un neden olduğu ölüm ve hasarların görülme sıklığından daha düşüktür. Covid-19 öldürürken seçici davranıyor ve bu seçiciliğin nedenini tam olarak bilmiyoruz. Nasıl olsa toplumun %80’i bunu hafif geçiriyor yaklaşımı ile aldığımız risk ölümcül olabilir.

Bilmediğimiz başka önemli bir şey de hastalığı atlatanların ileride başka bir sorunla karşılaşıp karşılaşmayacağı. Bu konu üzerinde fazla durulmuyor, ancak önemli. İspanyol gribini geçirenlerin bazılarında daha sonra letarjik ansefalit ortaya çıkmıştır. Bu hastalık ayrıca 5 milyona yakın insanın ölümüne neden olmuştur. Bunu atlatmayı başaranlarda da daha sonra Parkinson belirtileri ortaya çıkmıştır. Penisilinlerin keşfinden önce özellikle Avrupa’da frengi hastalığı çok yaygındı. Birçok insan frengi nedeniyle hayatını kaybetmişti. Frengiye yakalanıp hayatta kalanlarda hastalığı izleyen 5 hatta 10 yıl sonra hastalık etkeni olan Treponema pallidum isimli bakterinin değişime uğrayarak beyne geçtiği ve nörosifilis denilen ağır bir hastalık tablosuna neden olduğu bilinmektedir. Sonuç olarak, virüs veya bakterilerin uzun vadeli yapabileceği olumsuz sürprizler de olabilir. Böyle bir ihtimali de düşünerek en iyisi bu salgını bir an önce yok etmek ve mümkünse Covid-19’a hiç yakalanmamak en iyi seçenektir. Hastalığı ayakta geçirenlerin uzun vadeli başka bir sorunla karşılaşma riski aşının uzun vadede ortaya çıkacak riskinden daha yüksek ve tehlikeli de olabilir.

Komplo teorileri ve cehalet bilimcilerinin etkisi ile toplumda aşı hakkında şüphe oluşur ve aşı reddi artarsa aşılama programına katılım da azalacaktır. Bu daha fazla can kaybı ve salgının daha uzun sürmesi demektir. Küresel bir salgında eski/yeni teknoloji, biyoloji, mRNA ve komplo teorileri tartışacak lüksümüz de yok. Tüm salgınlarda olduğu gibi insanlık bu savaşı da insani değerleri yükselterek kazanabilir. Covid-19’u yenmenin tek yolu bilime inanmak, dayanışma içinde olmak, kurallara uymak, sağlık personeline yardımcı olmak ve uzmanların uyarılarına kulak verip komplo teorilerinden ve komploculardan uzak durmaktır. Sakin olmak, paniğin ve korkunun hayatınıza egemen olmasına izin vermeden şartların elverdiği ölçüde günlük faaliyetlerimizi sürdürmek önemlidir. Sonuç olarak bu da geçecek.

İletişim bilgileri:

Üsküdar Üniversitesi

Altunizade Mah. Haluk Türksoy Sok. No: 14

Üsküdar - İstanbul

0 216 400 2222 - 2400

tuzbay@uskudar.edu.tr

uzbayt@yahoo.com

--

Bu yazı Bilim ve Ütopya’nın Ocak 2021 sayısında yayımlanmıştır.


[1] Ertekin C., Tıbbın Öyküsü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 181-200.

[2] Zürcher SJ ve ark., prevalence of mental health problems during virus epidemics in the general public, health care workers and survivors: A rapid review of the evidence. Front Public Health, 8: 560389, 2020.

[3] Wu T ve ark., Prevalence of mental health problems during the COVID-19 pandemic: A systematic review and meta-analysis. J Affect Disord, 281: 91-98, 2020.

[4] Etiler N ve ark. Birinci Basamak Sağlık Çalışanları İçin Aşı Rehberi. Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Nisan 2018, Ankara, s. 17.

[5] Ehret J. The global value of vaccination. Vaccine 21: 596-600, 2003.

[6] Rodriguez CMC, Plotkin SA. Impact of vaccines; health, economic and social perspectives. Front Microbiol 11: 1526, 2020.

[7] https://en.wikipedia.org/wiki/Zabdiel_Boylston (son erişim: 16 Aralık 2020, bu bağlantıda konu ile ilişkili özgün kaynaklara da erişilebilir).

[8] Wakefield AJ ve ark. Ileal-lymphoid-nodular hyperplasia, non-specific colitis, and pervasive developmental disorder in children 351: 637-641, 1998 (Geri çekilme bilgisine https://www.thelancet.com/action/showPdf?pii=S0140-6736%2897%2911096-0 adresinden ulaşılabilir (son erişim 17 Aralık 2020).

[9] Uzbay T. Nörobilim ve nörosafsatalar. Bilim ve Ütopya, 26 (312): 7-18, 2020.

[10] Uzbay T. Cehalet Bilimi. Destek Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2020.

[11] Pinto D ve ark., Cross-neutralization of SARS-CoV-2 by a human monoclonal SARS-CoV antibody. Nature, 583(7815):290-295.

[12] Polack FP ve ark. Safety and efficacy of the BNT162b2 mRNA Covid-19 vaccine. New Engl Med J, 2020 (baskıda, doi: 10.1056/NEJMoa2034577).

[13] Zhu Z et al., Genomic recombination events may reveal the evolution of coronavirus and the origin of SARS-CoV-2. Sci Rep 10(1):21617, 2020.

Sağlık Bİlimleri