Mu kıtası hakkında ilk bilgiler James Churchward’a dayanıyor. İngiliz vatandaşı olan Churchward, “asker, araştırmacı, kaşif, balık uzmanı, maden bilimcisi, tarihçi” olarak tanımlanıyor ama onu ön plana çıkaran kaşif özelliği ve özellikle de Mu kıtası hakkındaki çalışmaları.
Churchward, 1883’de Hindistan’da bulunuyor ve manastırları dolaşıyor. Batı Tibet'teki bir manastırda “Büyük Rahipler Kardeşliği” nin önde gelen üyelerinden biri olarak çalışan baş rahip Rishi, Churchward’a 15 bin yıl önce yazılmış “Naacal Tabletleri”ni gösteriyor. Churchward, rahiplerin yardımıyla Naga-Maya dilini öğreniyor ve yıllar süren bir çalışmayla bu tabletleri çözümlemeyi başarıyor.
Naacal çözümlemelerini 5 kitapta toplayan James Churchward, Kayıp Kıta Mu İnsanın Anavatanı (1926), Kayıp Kıta Mu (1931), Mu’nun Çocukları (1931), Mu’nun Kozmik Güçleri (1933) ve Mu’nun Kutsal Sembolleri (1935) adlı kitaplarını peş peşe yayınlıyor. Churchward, değişik kanıt ve ipuçları bulduğu 20 farklı ülkede yoğunlaştırdığı araştırmalarını 50 yıl boyunca sürdürüyor.
Churchward’un çalışmalarıyla dikkatleri çeken kayıp kıta Mu’nun yeri, Büyük Okyanus'ta Asya kıtasıyla Amerika kıtası arasında ve neredeyse Avustralya'dan birkaç misli büyüklükte gösteriliyor. Mu kıtasının kuzeyinde Hawaii, güneyinde Fiji ve Paskalya Adaları yer alıyor, kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan büyük bir kıta olduğu ileri sürülüyor. Günümüzde Polinezya, Mikronezya, Melanezya, Fiji ve Hawaii takımadalarını oluşturan adaların da muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçaları olduğu düşünülüyor.
Churchward'a göre, Mu ana kıtasında 50.000 yıl önce 64 milyon kişi yaşıyordu ve bu insanların sembolizme dayanan tek tanrılı bir dini vardı. Yazıtlarda geçen, sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmış olan "Ra" sözcüğü güneş anlamına gelip, daire ile ifade edilen güneş sembolüyle tek tanrıyı simgelemede kullanılıyordu. Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında “Ra-Mu” adıyla ifade ediliyordu.
Churchward'un çözümlemelerinde, teknolojik olarak çok gelişmiş olan Mu uygarlığının 70.000 yıl önce diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başladığı, bu kolonilerin en bilinenlerinin Hindistan, Babil, Pers, Mısır ve Maya kolonileri olduğu ileri sürülüyor. En büyük koloninin ise başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu olduğu belirtiliyor. Churchward, Çin'in Xian şehrine 100 km uzaklıktaki Qin Ling Shan dağlarında 400 piramidin bulunduğunu ileri sürerek, bunların Büyük Uygur İmparatorluğu’na ait olduğunu iddia ediyor.
Böylece, Uygur İmparatorluğu’nun Mu uygarlığıyla ilintisini gösteren yazıtlar sonuçta Türk kökenini de Mu kıtasına dayandırmış oluyordu- ki bu konu Atatürk'ün de dikkatini çekmiş ve bir ekip tarafından araştırılmış.
Bu konuda, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere görevlendirilen Tahsin Mayatepek’in, Türk Dilini Tetkik Cemiyeti Başkanı İbrahim Necmi Dilmen’le yazışmalarından sonra Atatürk'e raporlar gönderdiği biliniyor. Bu raporlardan 7-13 no’lu rapora kadar ulaşılabilmiş olup, Turan Dursun’un da 1978 yılında 14. rapora ulaştığını açıklayarak yazdığı bir inceleme yazısı mevcut.
İzleri ancak farklı kolonilerde bulunan yazıt ve tabletlerle sürülebilen Mu uygarlığının Amerika'dan Mısır'a, Orta Asya'dan Mezopatamya'ya kadar yayılmış olduğu düşünülüyor. Kıta dışındaki uygarlıklarda bulunan kitabelerde belirtildiğine göre Mu kıtası, 12.000 yıl önce bir deprem, tsunami veya tufan sonucunda yok olmuş.
James Churchward, mineralog-arkeolog Dr. William Niven’in 1921-23 yıllarında Meksika'daki Theotihuacan Palenk Piramidi’nde ortaya çıkardığı ve günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan 2600 tablet ve piramit duvarlarına kazınmış yazılar üzerinde yaptığı çalışmalarda piramidin duvarına kazınmış yazıda Mu'nun batışının "6 Kaan yılı Zak ayı II Maluk günü başlayan korkunç yer sarsıntısı, 13 Şuen'e kadar devam etti. Mu kıtası felakete kurban gitti. Mu ülkesi iki kere kalktıktan sonra bir gece çöktü, üstünü sular kapladı. Toprak birkaç defa havaya kalktı ve oturdu. Felaket, 64 Milyon insanın ölümüne sebep oldu" ibareleriyle tasvir edildiğini belirtiyor. Mu kıtasından Çin'e ve çevre adalara kaçanların bıraktıkları kitabelerde de benzer batış ve kaçış ifadeleri yer alıyor. Bu yazılı kayalarda yapılan C14 karbon testleri bunları 14 bin yıl önceye tarihlendiriliyor.
British Museum'da bulunan eski bir Maya kitabı olan “Troano El Yazması”, Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunan Maya kitabı olan “Cortesianus Kodeksi”, Paul Schlieman tarafından Tibet'te bir Budist tapınağında bulunan“Lhassa Belgesi”, Yucatan'da (Meksika) Uxmal Tapınağı'ndaki yazıtlar, Meksiko şehrinin 96 km güneybatısında yer alan Xochicalo Piramiti yazıtları ve Perezianus ve Dresden verileri Churchward'un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar.
Kitabe, tablet veya duvarlarda bulunan yazıtlar, Churchward’ın en tartışmasız kanıtları olarak kabul edildi ama sonuçta bunların birer anlatı olması, bu anlatıyı destekleyecek bilimsel verilerin bulunmayışı, bilim çevrelerince yeterli görülmedi.
Daha sonra arkeolog Egisto Roggero, D’Espiard de Cologne ve Hans Santesson konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar oldular. Ancak veriler jeolojik olarak desteklenemedi. Çünkü, levha tektoniği çalışmaları Büyük Okyanusun tabanında batmış bir kıtayı kanıtlayacak bulguyu vermedi.
İleri sürülen çeşitli belge ve bulgulara rağmen arkeolojik olarak da yaygın bir kabul görmeyen Mu kıtası, günümüzde de bir efsane olarak kalmaya devam ediyor. Ancak bu durum, araştırmaların büyük bir heyecanla devam etmesine engel olamıyor.
Konuyla ilgili en popüler tartışma 2015 yılında Japonya'nın Okinawa adasi yakinlarindaki Yonaguni açiklarinda 1986 yılında deniz dibinde keşfedilen piramit benzeri kayalıklar hakkında yapıldı. Ryukyu Üniversitesi'nde deniz jeolojisi araştırmacısı olan Maasaki Kimura bu kayaların açılarını, stratejik olarak yerleştirilmiş muntazam deliklerini, estetik üçgenlerini ve üstünde Kaida alfabesine benzeyen oymaları kanıt olarak göstererek buranın bir anıt mezar olduğunu, bu yapı içinde bir piramit, kaleler, yollar, anıtlar ve bir stadyumun da tespit edilebilir durumda olduğunu ileri sürdü. Boston Üniversitesi'nden Profesör Robert Schoch ise "Temel jeoloji ve tarihsel jeoloji; özellikle çok sayıda fay ve tektonik aktivitelerin bulunduğu alanlarda kumtaşlarının düzlemler boyunca kırılma eğiliminde olup size fazlasıyla düz kenarlar verir" ifadesiyle, litolojik özelliklerle, yapısal jeoloji faktörlerinin böylesi bir görüntüyü sağlayabileceğini belirtti ve Kimura’nın kurguladığı geometriyle, şehir kurgusuna karşı çıktı.
Mu Uygarlığının bir kolonisi olduğu ileri sürülen Atlantis kıtası için söylenceler de benzer nitelikte. Atlantis’e ilk olarak Platon’un Timaeus ve Critias kitaplarında rastlanıyor. Platon’a göre Atlantis, M.Ö.9500’de Batı Avrupa ve Afrika'nın birçok kısmını fethetmiş ve neredeyse Atina'yı da fethedecekken, bir gecede okyanusa batmış bir uygarlık.
Atlantis hikayesinin çıkışı Mısırlı bir keşişle başlıyor. Mısırlı keşiş Sonchis hikayeyi ünlü Yunan şairi Solon’a, Solon Dropides’e, Dropides de torunu olan Atinalı devlet adamı Kritias’a anlatıyor. Kritias, Sokrates’in evindeki bir felsefe sohbetinde bu hikayeden bahsediyor. Ve, Atlantis’le ilgili araştırmalar o günden itibaren başlıyor.
Çözümlenmiş Naacal Tabletleri'ndeki anlatımlarda, Mısır hiyerogliflerinde, papirüslerde, Maya yazıtlarında, efsane ve ilahilerde de sık sık Atlantis değinmesiyle karşılaşılıyor. Örneğin, Saint Petesburg (Rusya) Müzesi'nde bulunan bilinen en eski papirüslerden birinde, Firavun Set'in bir grup araştırmacıyı Atlantik Okyanusu'na gönderdiği, bu grubun görevinin Mısırlılara bilgeliği getiren ataların anavatanlarını araştırmak olduğu yazılı. Heinrich Schliemann tarafından Troia’da (Çanakkale)’da bulunmuş "Baykuşlu Vazo" ve "Kuş Sfenksi" üzerinde yer alan "Atlantis Kralı Kronos’tan” yazılı ithaf yazıları da tartışmasız arkeolojik kanıtlar olarak gösteriliyor.
Bu verilerin hep birlikte incelenmesi, Atlantis kıtasında yaşayan toplumun çok gelişmiş bir uygarlık seviyesine sahip olduğunu işaret ediyor. Bazı yazıtlar, bu toplumda devler, cüceler ve çeşitli insanımsıların hep birlikte yaşadığını ifade ediyor.
Teosofik Cemiyeti’nin kurucularından Madam Helena Petrova Blavatsky ise yorumlamalarını Gizli Doktrin (1988) adlı kitabında Atlantis kıtasında yaşayan toplumda Mu asıllı Rmoahaller, Tlavatliler, Toltekler, Turanlılar (Türklerin ataları), Samiler, Akadlar ve Moğollar olarak 7 alt ırk belirleyecek kadar ilerletiyor.
Eski çalışmalarda Atlantik okyanusunun ortasında gösterilen Atlantis kıtası, son yıllarda gelişen teknolojinin kullanılmasıyla farklı yorumlarla farklı coğrafyalarda konumlandırılıyor. Bunlardan en ilginç olanı, Robert Sarmast’ın efsane ve mitlerde ifade edilen 50 farklı fiziksel işareti kullanarak yoğunlaştığı Kıbrıs yayı ve Doğu Akdeniz kıyıları (Levantine havzası). Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) haritaları ve veritabanlarından faydalanan Sarmast bu verileri yeterli bulmayınca, Jeofizikçi John K. Hall’den bir Rus petrol gemisinin 1980 yılında Doğu Akdeniz deniz tabanından topladığı dijital verileri de alıyor. Tüm verileri birleştirerek bölgenin 3 boyutlu haritalarını ve batimetrik (derinlik) haritalarını çıkartan Sarmast’a göre Atlantis kıtası, Doğu Akdeniz’de (Levantine havzası) bugünkü Kıbrıs’la Suriye’nin arasında yer alıyor. Bugünkü Kıbrıs, batan Atlantis kıtasının en üst noktasını oluşturuyor.
Atlantis ve Mu kıtalarının yok oluşuyla ilgili kayda değer üç teori ileri sürülmüş. Karbon testlerine göre bu kıtaların 12.000 yıl önce şiddetli bir deprem ve depremin neden olduğu tsunami sonucunda batarak yok olduğu konuyla ilgilenen her kesimden araştırıcının ortak fikri. Teorilerden biri, çok büyük bir meteorun dünya ekseninde sapmaya yol açacak bir şiddetle Mu kıtasına çarptığını ileri sürüyor. Bu teoriye göre Mu kıtasından bu kadar az belirti kalmasının nedeni de meteor çarpması sonucunda Pasifik çukurunun oluşması. Bu teori, diğer kıtaların bu çarpmadan etkilenmeyişlerine bir yorum getiremediği gibi jeolojik olarak da desteklenmiyor. James Churchward diğer teorisinde ise bu kıtaların batışını jeolojik nedenlere bağlayarak, Atlantis ve Mu kıtalarının denizden yükselmelerine bu kıtaların altında bulunan büyük gaz kütlelerinin sebep olduğunu, bu gazların zamanla bazı zayıf noktalardan yeryüzüne çıkarak içinde bulundukları ceplerin boşalmasına ve bu nedenle ceplerin üzerinde yer alan kıtaların batmasına yol açtığını ileri sürüyor. Jeolojik verileri eksik olan bu teori, kıtaların batmasını dayandırdığı olayın birbirinden hayli uzakta olan iki kıtada birden aynı anda ya da çok kısa aralıklarla nasıl gerçekleştiğini açıklayamıyor.
Bazı Tibet, Maya, Hindu belgeleri, söylencelerinde ve Tevrat gibi din kitaplarında ve mitoslarla karışmış efsanelerde ise bu iki uygarlık arasında savaş çıktığı, bu savaşta bugün bile erişilemeyen düzeyde üstün silahların kullanıldığı, bu üstün silahların bir sıcaklık şokuna yol açtığı, böylece büyük depremlerin ve dev dalgaların (tsunami) oluştuğu ve bu kıtaların karşılıklı olarak aynı anda batarak yok olduğu ileri sürülüyor. Ayrıca, Mu ve Atlantis halklarının Tanrıya ortak koşma, azgınlık, sapıklık, üstün genetik ve tıp çalışmalarıyla doğa olaylarının işleyişine karışmak ve teknolojiyi kötüye kullanmak gibi sebeplerle cezalandırıldığına ilişkin kabuller de mevcut.
Kaynaklar
Allen, J., 2006, (Çev. Tayanç, D.), Bilinmeyenler Ansiklopedisi, Gün Yayıncılık, 144s.
Churchward, J., 1931, The Lost Continent of Mu, (Çev.,Tornay,P.) 2015, Kayıp Kıta Mu, Omega yayınevi, 400s.
Churchward, J., 1931, The Children of Mu, (Çev. Tornay,P.,2013) Batık Kıta Mu'nun Çocukları, Omega yayınevi, 280s.
Churchward, J., 1933, The Sacred Symbols of Mu, (Çev.Özdal,E.), Kayıp kıta Mu’nun kutsal Sembolleri, 2015, Omega yayınevi, 288s.
Meydan,S., 2009, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, İnkilap Kitapevi, 240s.
Sarmast, R, 2006, (Çev.Türe,S.), Atlantisin keşfi/Atlantis Kıbrıs Açıklarında mı?, Kozmik Kitaplar Yayınevi, 240 s.
Sarmast,R., 2011, (Çev.Türe,S.), Kayıp Cennet, Atlantis, Neden Kitap Yayınevi, 240s.
Şenoğlu, K., 2006, Mayatepek Raporları Türk Tarih Tezi ve Mu Kıtası, Kaynak yayınları, 238s.
http://www.atlantisquest.com/Carnac.html
http://buduncar.com/?p=969
http://discoveryofatlantis.com/
http://evolving-souls.org/the-unknown-tragedy-of-adam-and-eve/
http://www.heartcyprus.com/blog/is-cyprus-the-lost-atlantis
http://www.machupicchu.org/
http://www.machupicchu.com/peru/tours
http://www.netguncelhaber.com/atlantis-nerede-ve-ne-oldu-7316.html
http://sacredsites.com/americas/peru/machu_picchu.html
http://www.sacred-destinations.com/france/carnac-stones
http://www.sacred-texts.com/atl/ataw/atawintr.htm
http://www.spaceexplorer.tv/2014/07/space-explorer-uzay-bilimleri-antik-su-alti-sehri-japonlarin-atlantisi-mi-video-yonaguni.htmlhttps://tr.wikipedia.org/wiki/James_Churchward
http://whc.unesco.org/en/list/274
https://tr.wikipedia.org/wiki/Atlantis
https://tr.wikipedia.org/wiki/Mu
http://en.wikipedia.org/wiki/El_Dorado
http://en.wikipedia.org/wiki/Carnac_stones
http://en.wikipedia.org/wiki/Machu_Picchu
Prof. Dr. Nurdan İNAN
Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın ocak 2017 sayısında yayımlanmıştır.