Adriyatik’te ticari limanların gelişimine korsanlığın etkisi

Yazan
İdris Bostan
Yazının Okunma Süresi
25 dakika

Genellikle bu kavram için kullanılan kelimeler arasındaki farka önem verilmemesi sebebiyle korsanlığın ve özellikle Osmanlı korsanlığının bir haydutluk gibi muamele görmesi gerçekten denizlerde yaşanan olaylara çok az dikkat edildiği sonucunu doğurmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda korsanlık yapan denizcilerin daha çok levend reisleri veya gönüllü reisler olarak anılması bu fikri teyid etmektedir. Gönüllü reislerin ise esas itibariyle Cezayir’de bulundukları anlaşılmakta, devlet donanmasının denizlere açıldığı zamanlarda ona katıldıkları, diğer zamanlarda ise üslendikleri yerlerde sahil muhafaza görevi yürüttükleri görülmektedir. Osmanlı levend reisleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeki yerlere veya adalara saldırıda bulunmaları halinde ise korsan ve harâmi kelimeleriyle ifade edilmekte idiler.

Korsan kelimesinin devlet izniyle savaşanlar için kullanılması ve takdir görmesi ise, muhtemelen XVI. yüzyılın sonlarına doğru yerleşmeye başlamıştır.

Korsanlığın hukuki statüsü

Korsanların hareket serbestliğine sahip olduklarını düşündüren pek çok örnek olmasına rağmen yine de bağlı oldukları devletin hukuk kurallarına göre davranmak mecburiyetinde oldukları görülmektedir. Bu sebeple Batı’da yanlış anlaşılarak birer haydut olarak kabul edilen Osmanlı korsanları hakkındaki imajın düzeltilmesi gerekmektedir.

Müslüman korsanlar, devletten bağımsız olarak hareket ettikleri zaman bile İslâm hukukunun sınırları içinde kalmışlardır. Çünkü İslâm hukukuna göre, dârü’l-islâm olan İslâm ülkesi ile dârü’l-harb olan gayr-ı müslimlerin yaşadığı ülke arasında devamlı savaş hali geçerlidir ve barış yapılmış olsa bile bu durum geçici olduğundan savaş hali her zaman hazır olmayı gerektirmektedir. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nin gaza ve cihad için denize açılacak levend reislerine müdahale etmesi beklenemezdi. Hattâ dost ve müttefiki olan ve emân verilmiş bulunan Fransa ve Venedik gibi devletler dışında denizde rastlanacak gemilere ve bölgelere karşı gazaya çıkmaları takdir ediliyordu. Nitekim, tarihçi Mustafa Selânikî, bu korsanları “küffâr-ı hâksâr üstüne gâh u bîgâh cihâd u gazâda olan benâm korsan ve kurnaz levend taifesi” olduklarından bahsetmektedir.

Adriyatik’te korsanlığın yükselişi

XVI. yüzyılın sonlarına doğru Akdeniz’de hükmetmeye başlayan Garb Ocakları korsanlığının göz kamaştırıcı yükselişi, şüphesiz Adriyatik’i ve Mora kıyılarını da etkilemiştir. Özellikle Venedik denizciliği için belki asıl tehlikeli olanı Osmanlı İmparatorluğu’nun Adriyatik kıyılarındaki önemli liman ve deniz üslerinden olan Nova, Avlonya, Draç, Preveze, İnebahtı, Ayamavra, Moton ve Koron gibi şehirlerin bir korsan üssü haline gelmesi idi.

Bu dönemde Adriyatik’in doğu sahilleri esas itibariyle Osmanlı hakimiyetinde idi ve Venedik’e verilen ahidnâmelerde varılan mutabakat sonucu Adriyatik’in korunması Venedik’in uhdesine bırakılmıştı. Bu sebepten dolayı Osmanlılar Adriyatik’e Venedik Körfezi diyorlardı.

Adriyatik’te meydana gelen korsanlık hareketlerini üç cepheden incelemek gerekmektedir. Birincisi Osmanlı korsanlarının Venediklilere karşı hareketleri, ikincisi Venediklilerin Osmanlılara karşı hareketleri, üçüncüsü ise XVI. yüzyılda Adriyatik’e yerleşen Uskokların Osmanlılara karşı hareketleri.

Korsanlığın dönüm noktası: İnebahtı Savaşı

İnebahtı Savaşı (1571) Akdeniz’de büyük donanmaların karşılaştığı son deniz meydan savaşı görünümündedir ve Braudel’in ifadesiyle bu tarihten sonra Müslüman Türk dünyasıyla Hıristiyan dünyası arasında resmiyet kazanmamış bir barışa varılması sonucu korsanlık önemli bir hareketlilik göstermiş ve büyük bir hamle gerçekleştirmiştir.

İnebahtı’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik arasında anlaşma yapılacağı kesinleştikten sonra Venedikli tüccarların Osmanlı ülkesine gidip gelmelerine izin verildiği görülmektedir. Çünkü ticaret, özellikle Venedik’in Adriyatik’teki adaları için çok önemli idi ve bu adalar Osmanlı İmparatorluğu’nun ana karasına yakın olduğu için bütün ticaretlerini bu bölgeler ile yapıyordu. Bu sebeple, Korfu başta olmak üzere Adriyatik’in kuzeyine doğru diğer Venedik adalarındaki halk Adriyatik’teki Osmanlı şehirleri ile ticaret yapmak için izin verilmesini istiyordu.

Adriyatik’de Osmanlı korsan üsleri

Adriyatik’te ve Adriyatik’in güneyindeki sularda Osmanlı korsanlarına üs görevi gören üç ana bölge oluşmuştu. Bunlar daha çok Adriyatik’in güneye doğru ortalarından başlamakta ve Mora yarımadasının güney sahillerinde devam etmekteydi. Yapılan şikâyetler dikkate alındığında bu korsan üslerini sahillerdeki önemli bazı liman şehirleri ve kaleler olarak tesbit etmek mümkündür. Mesela Hersek’te Nova, Arnavutluk’ta Avlonya ve Draç, Yanya bölgesinde Ayamavra, Preveze. İnebahtı, Mora’da Moton ve Koron korsanların toplandığı sahil şehirleri idi ve bunlar XVII. yüzyıldan itibaren önemli korsan üsleri olarak tarihe geçtiler.

Bir korsan şehri: Avlonya

Arnavutluk bölgesinin en önemli limanları Avlonya ve Draç idi. Osmanlıların Adriyatik sahillerindeki ilk limanlarından olan Avlonya aynı zamanda sahip olduğu tersanesi ve kapudanlığı ile de önemli bir deniz üssü idi. Bu sayede Osmanlı hükümeti Adriyatik’te Venedik üstünlüğüne karşı bir tedbir almış oluyordu. Ayrıca sahip olduğu tuz yatakları sayesinde de önemli bir ticaret merkezi haline geldi. Özellikle İspanya’dan kovulan Yahudilerin Osmanlılar tarafından kabul edilip yerleştirildikleri önemli yerlerden biri Avlonya idi ve Yahudi topluluğun şehrin bir ticaret limanı haline gelmesinde katkıları büyük olmuştu. Avlonya tüccarlarının en fazla ticaret yaptıkları yerler Venedik kadar İtalya sahillerinde bulunan Ancona ve Pulya idi. Bu sebeple Avlonya, Adriyatik’teki deniz korsanlığı bakımından da önemli yer tutuyordu. Bazan kuzeydeki uskokların, bazan da Venediklilerin saldırılarına uğruyordu. Ama genellikle bölgedeki Müslüman korsanların ve Mağrib korsanlarının üssü haline gelmişti. Muhtemelen bunların tesiriyle XVI. yüzyılın sonlarına doğru ticarî önemini kaybetmiş ve kuzeyde bulunan ve Venedik’e ait olan Spilit ön plana çıkmıştı. Spilit’in 1590’da serbest liman haline gelmesi üzerine ise, Avlonya sadece askerî bir üs olarak kaldı.

XVI. yüzyılın ortalarında levendlerin yerleştiği bir liman olan Avlonya’da üslenen korsanlar, Venedik gemilerini esir ederek Avlonya’ya getiriyor ve içindekileri satıyorlardı. Nitekim 1559’da Avlonya ve Draç boğazlarındaki levendler, zeytinyağı ile dolu Venedik gemilerine rastladıklarında alıp yakındaki limanlara götürmekte idiler.

Levend reisleri, Adriyatik’teki Venedik ve Fransız gemileri dışında diğer devletlerin ticaret gemilerine baskın düzenleme hakkına sahip olduklarını düşündüklerinden milliyetini tesbit edemedikleri gemilere de saldırıyorlardı.

Adriyatik’te korsanlık hareketlerinin yaygınlaşması ile Draç da bir korsan üssü haline geldi. Bir taraftan Draç’taki askerî görevlilerin korsanlık yapmaya başlamaları, diğer taraftan Adriyatik kıyılarında ortaya çıkan korsanlar ve özellikle Kuzey Afrika’dan gelen mağrib korsanlarının sığındıkları ve el koydukları gemilerin eşyalarını getirip sattıkları önemli bir yer olarak Draç dikkat çekmeye başladı.

Venedik beylerine yapılan bu saldırı, Venedik karşısında Osmanlı imparatorluğunu zor durumda bırakmış ve bu yüzden alınacak tedbirler konusunda bölgedeki idarecilerini defalarca ikaz etmek zorunda kalmıştı. Çünkü Adriyatik sahillerindeki iskelelerde pek çok levend, izinsiz kalyata inşa ederek denizde dolaşmakta ve harbî kafir gemilerini kollamak amacında olduklarını bahane ederek Müslüman gemilerini ve müttefik Venedik’e ait tüccar gemilerini yağmalamakta idiler. Bu yüzden iskelelere gelip giden tüccar sayısında da büyük bir azalma oluyordu. Buna çözüm olmak üzere izinsiz gemi donatarak denize açılanlara engel olunması büyük önem taşıyordu. Draç civarında bu tür korsanlık hareketlerinin olması tüccarların gelişini etkilemiş ve bu durum Draç iskele gelirlerinin azalmasına sebep olmuştur.

Draç’taki levendler Novalı ve Cezayirli korsanlarla işbirliği yaparak Venedik ticaret gemilerine baskın düzenliyorlardı. Meselâ 1605’te Adriyatik’e giren levendler orada Maçuka adlı bir Venedik barçasına el koyup içindekilerden bir kısmını esir etmiş ve bir kısmını da öldürmüşler, mallarını ise Draç’a götürmüşlerdir. Levendlerin işbirliği yaptığı Osmanlı askerî yöneticilerinin başında Draç ağaları gelmektedir. Bu isim listesi de bizzat Draç’taki askerî görevlilerin korsanlık yaptıklarını göstermektedir.

Venediklilerin korkulu rüyası: Novalı levendler

Osmanlı korsanları, Adriyatik kıyısındaki önemli Osmanlı merkezlerini üs edinerek Venedik ticaret gemilerine saldırdıkları bir diğer yer Nova (Castelnova) kalesi idi ve 1590’da Nova kalesinden bazı kimseler bir kalyata ile denize açılmış ve Korfu boğazına giderek Venedik tüccarına baskın düzenleyip mallarını yağmalamışlardır. Yine 1593’te dört levend firkatesi Kotor körfezine giderek gelip geçen gemilere zarar vermişlerdir.

Denizlerdeki korsanlık hareketlerinin sebepleri zaman zaman o derece basit alacak verecek davalarına dönüşmüştür ki, bunları korkunç imajlar çağrıştıran korsanlık olayları karşısında sıradan hadiseler olarak kabul etmek ihtiyacı doğmaktadır. Bu durum Osmanlı ve Venedik halklarının ne derece sıkı ekonomik ilişkiler içinde olduğunu gösterecek mahiyettedir.

Bu dönemde Adriyatik’te korsanlık yapan Osmanlı levendleri, sadece o bölgenin korsanları değildi. Garp ocaklarından gelen gönüllü reisleri de Adriyatik’te etkili oluyorlardı. Bunlardan Murad Reis oldukça şöhretli idi ve daha sonraları da bu ünü devam edecekti. Cezayir levendlerinden olan Murad Reis, 1591’de bir levend kalyatası ile Adriyatik’e gelip Venedik’e tâbi olan Spilit’de bir gemiye el koymuş ve 15.000 filorilk para ve mal almıştı.

Venedik makamlarının Osmanlı levendlerinin saldırılarından şikâyetçi olmasına rağmen XVI. yüzyılın sonlarında uzun bir sükun dönemi olduğu göze çarpmaktadır. Yaklaşık 1594-1595 arasında büyük ölçüde korsanlık hareketine raslanmamaktadır ve genellikle meydana gelen olaylar mahalli boyutlarda kalmaktadır.

Venedik korsanlığının tırmanışı ve sonu

Adriyatik’te özellikle Venediklilerin Osmanlı ticaret gemilerine karşı dikkatli davranmaları ve aradaki ilişkileri bozmamak hususunda itina göstermeleri gerekiyordu. Çünkü Venedik’ten İstanbul’a ve Doğu Akdeniz bölgesindeki limanlara ticaret için giden Venedik gemileri bir hayli fazla idi. Aksi takdirde Osmanlı gemilerinden zarar görme ihtimalleri artıyordu. Bununla beraber Venedik donanmasına mensup gemilerin Osmanlı gemilerine ve topraklarına karşı Adriyatik’te zaman zaman saldırıda bulundukları ve insanları esir ettikleri oluyordu. Bu durumda iki ülke arasında karşılıklı görüşmeler yapılarak esirlerin serbest bırakılması ve zarar gören malların iadesi mümkün oluyordu.

Venedik’in Adriyatik’te en önemli deniz üssü Korfu idi. Adriyatik’te asayişi sağlamakla görevli Venedik donanması Korfu’da bulunuyor ve devamlı olarak denizleri kontrol ediyordu.

Venedik’in Adriyatik donanmasına mensup gemilerinin zaman zaman Osmanlı sahillerine baskın yaptığı, mal ve eşyanın yağmalanması dışında pek çok kimseyi esir ettikleri oluyordu. Bu durum Osmanlı makamları için ciddi rahatsızlıklara sebebiyet vermekteydi.

Venedik’in Osmanlılara karşı yaptığı saldırıların en önemlilerinden biri ve belki de sonuncusu Trablusgarb beylerbeyi Ramazan Paşa’nın oğlu Cerbe beyi Mehmed Bey’in Cezayir’den İstanbul’a giderken uğradığı saldırı idi. Ramazan Paşa’nın bir yeniçeri isyanı sırasında hayatını kaybetmesi üzerine hanımı ve maiyyeti ile birlikte İstanbul’a dönmeye karar veren aileyi Cerbe beyi oğlu Mehmed Bey kendi kadırgasıyla götürmek üzere yola çıktı. Gemide 75 cariye, 40 köle, 150 hizmetçi, 200 esir, kıymetli eşya ve para bulunuyordu. Beraberlerinde ise eski Kostantine sancakbeyi Hızır Bey’in gemisi de vardı. Gemiler Güney Adriyatik’in açıklarında yolda fırtınaya yakalanmış, Hızır Bey’in gemisi Zaklise (Zanta)ye düşmüş ve Mehmed Bey’in gemisi ise Kefalonya’ya gitmiştir. Daha sonra hava düzelince Mehmed Bey gemisiyle Ayamavra’ya tabî Lefkade adasının İncir limanına giderken 21 Ekim 1584’te Venedikli kaptan Gabriele Emo kumandasında üç kadırganın saldırısına uğramıştır. Venedikliler çeşitli işkencelerle Mehmed Bey’i öldürdükleri gibi, annesini ve kadırgada bulunan 30 kadını yanlarındaki küçük çocuklarıyla birlikte öldürmüşler ve hepsini denize atmışlardı. Ayrıca gemide bulunan ümeradan altı kişiyi ve diğer Müslümanları kılıçtan geçirmişlerdi.

Hadise İstanbul’da duyulunca büyük bir infial uyandırdı ve iki ülke arasındaki ilişkiler bozulma safhasına geldi. Hatta Venedik baylosu neredeyse tutuklanıp Yedikule zindanına kapatılacaktı. Sultan III. Murad Venedik dojuna bir mektup göndererek suçluların derhal cezalandırılmasını ve ellerinde bulunan esirlerle eşya ve malların en geç iki-üç ay içinde İstanbul’a gönderilmesini istedi.

Venedik senatosu süratli bir karar alarak Osmanlı Devleti’ndeki bu infiali yatıştırmak için olayın müsebbibi görülen Gabriele Emo’yu ünlü St. Marko meydanında idam ettirdi, esirler serbest bırakılarak el konulan mal ve eşyalar kadırgayla birlikte Preveze limanına gönderildi.

Adriyatik’in zorlu korsanları: Uskoklar

XVI. yüzyılın başlarından itibaren Venedik ve Osmanlılar dışında Adriyatik’te görülen önemli bir korsan grubu ise Uskoklar idi. Özellikle Osmanlılar’a karşı karada ve denizde faaliyet gösteren bu topluluk, Osmanlı tüccarlarının denizlerdeki korkulu rüyaları idi. Uskoklar, XVI. yüzyıl boyunca denizde Adriyatik’te ve karada Seng bölgesinde Avusturya İmparatorluğu’nun hizmetinde Türklere karşı baskınlar yaparak Hıristiyanların koruyuculuğu görevini üstlenmiş bir korsanlar topluluğu idi. Genel olarak Balkanlardaki Türk fetihleri sırasında buraları terkeden savaşçı Hıristiyan mültecilerden oluşuyorlardı ve yerleştirildikleri Hırvatistan-Slovenya bölgesinde Habsburg topraklarını Türklere karşı korumakla sorumlu idiler.

Osmanlı arşiv belgelerinde Uskoklar için “harbî kâfir, hırsız ve eşkiyâ” tabirleri kullanılırken üsleri olan Seng için de “harbî kal’a” veya “dârü’l-harb karası” ifadeleri kullanılıyordu.

Uskokların Adriyatik sahillerde saldırdıkları Osmanlı limanlarını üç ana bölgede toplamak ve bu merkezleri esas alarak incelemek konunun takibi bakımından daha isabetli olacaktır. Bunlar kuzeyden güneye doğru Kilis Bölgesi, Gabele ve Nova bölgelerinden oluşmaktadır.

Daha XVI. yüzyılın başlarından itibaren saldırılarına şahit olduğumuz Uskoklar daha çok Venediklilerden cesaret aldıkları için onların ada ve kıyılarına kadar sokulmakta ve buralara gelip-giden Osmanlı tüccarlarına saldırılar düzenlemekte idiler. Uskoklarla ilgili en son ve muhtevalı araştırmayı yapan Bracewell, kıyıların ve deniz ticaret yollarının Uskoklar için çok kârlı bir hedef olduğunu ve Uskokların en azından 1520’lerden itibaren Adriyatik’teki Osmanlı ticaretine saldırıda bulunduklarını belirtmektedir.

Venedik ile işbirliği sayesinde denizden gelen ve Venedik’e ait bölgeleri geçerek Osmanlı topraklarına çıkan Uskoklar, Venedik tebasından aldıkları yardımla bölge halkına büyük zarar vermekte idiler. Bu sebeple, Adriyatik’in kıyı bölgesinde olan ve Venedik’e tabi bulunan Zadra, Şibenik, İspilit ve Trogir’in hinterlandındaki pek çok Osmanlı köyü bu durumdan etkilenmekte idi.

Uskoklar, hemen hemen 1576’dan beri haraç topluyorlardı ve Osmanlı idaresindeki köyler, yağmalanmaktan kurtulmak için bu vergiyi ödemek durumunda kalıyorlardı. Bu haraçların toplanması hiçbir resmî yetkisi olmayan Uskok voyvodoları ile köyler arasındaki mutabakat sonucu gerçekleşmekteydi. 1588’de Uskokların Neretva nehrinin ağzından Zadar sınırlarına kadar olan bölgede her haneden bir Venedik altını haraç aldıkları görülmektedir.

Osmanlı limanlarının ticarî gerileyişi

Venedik Devleti, önceleri Uskoklara karşı Osmanlı tüccarını himaye ederken daha sonraları ve özellikle Osmanlı Devleti ile arasının açık olduğu zamanlarda bu tavrını değiştiriyordu. Bu yüzden Uskokların Osmanlı topraklarına ve tüccarlarına yaptıkları saldırılar şikayet konusu oluyordu. Çünkü Seng kalesinden çıkan Uskoklar, Venedik’e ait olan Zadra, Şibenik ve Spilit’e uğrayarak Dalmaçya kıyılarını takip etmekte ve güneye doğru inmekte idiler. Önemli bir ticaret iskelesine sahip olan ve deniz ticaret trafiği itibariyle dikkat çeken Osmanlı idaresindeki Makarska limanının karşısında yer alan Venedik’in Braç (Brast) adasına yerleşiyorlardı. Sonra da denizlerde dolaşırken yolda rastladıkları tüccar gemilerine el koymakta ve mallarını alarak kendilerini esir etmekte idiler.

Deniz kenarında olan Makarska iskelesi saldırılardan olumsuz etkilendiği için tüccarın gidiş-gelişi azaldığından iskele gelirleri de düşmüş, bu sebeple korunması için iç bölgelerdeki kalelerden nefer gönderilmesi ve gereken mücadeleyi yapmak için kalelerde azap ağalığı makamının yeniden faal hale getirilmesi uygun görülmüştür.

Ticaret için Osmanlı topraklarından Venedik’e giden ve bu esnada Uskokların saldırılarına uğrayan Müslüman tüccarların sayısı hiç de az değildir. 1578’de Gabele’den Venedik’e giden Müslüman tüccarlar Şibenik taraflarına geldiklerinde Uskokların saldırılarına uğramışlar ve diğer eşyaları yanında taşıdıkları sof da yağmalanmıştı. Venedik’in idaresi altında olan Şibenik’teki yöneticiler bu durumu haber aldıklarında Uskoklara müdahale etmek istemişlerse de pek başarılı olamamışlar, ancak antlaşma gereği tüccarların zararını tazmin etmişlerdir.

Venedik beyleri Neretva Nehri’nin denize döküldüğü yerde deniz güvenliğini sağlamak üzere gemi bulunduruyorlardı. Gabele bölgesinden Venedik’e gitmek üzere yola çıkan tüccarlar, Venedik idaresindeki Far (Lesina) adasına gelerek oradan Venedik gemilerine binmekte ve bu yolla Venedik’e ulaşmakta idiler. Dönüşte de aynı yoldan geri gelmekte idiler. Ne var ki bu yolculuk sırasında Venedik kapudanlarının Uskoklara göz yumması veya yardım etmesi sonunda da tüccar gemileri saldırıya uğruyorlardı.

Mesela Ankaralı tüccar Seyyid Abdi’nin başından geçenler İstanbul Venedik arasında yapılan ticaretin geçirdiği aşamaları göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Seyyid Abdi, 1586 senesi başlarında Ankara’dan 76 denk sof alıp İstanbul’a getirmiş ve mîrî gümrüğünü ödedikten ve Venedik baylosuna da her iki denk için 160 akçe verdirerek bunu tescil ettirdikten sonra iki adamı ile birlikte malını Venedik’e yollamıştır. Tüccarlar Gabele iskelesine geldiklerinde orada da gerekli gümrüğü ödemiş ve 5 Şubat 1586’da Venedikli bir sof tüccarının gemisine koyup yola çıkmak üzere iken Uskokların saldırısına uğramışlardır. Halbuki Gabele’nin üzerinde bulunduğu Neretva nehrinin girişinde güvenliği sağlamak Venediklilerin sorumluluğundadır. Tüccar Seyyid Abdi’nin iddiasına göre Venedikli kadırga reisi Uskoklarla işbirliği yaptığından gemilerini basan Uskoklar, malları yağmalamışlar, olayda iki adamından biri öldürülmüş ve diğeri esir edilmiştir. El konulan malların ise, Uskoklarla Venedikli gemi reisi arasında taksim edildiği tesbit edilmiştir. Tüccar ısrarla hakkını aramışsa da hadisenin üzerinden yaklaşık dört yıl sonrasına ait 24 Ekim 1590 tarihli bir belgede hâlâ bir şey elde edemediği anlaşılmaktadır.

Venedik makamlarının Osmanlıların kendi sahillerini korumak için bölgeye gemi gönderme ve oraya bir kale yapma fikrine itiraz etmeleri, daha çok bölgedeki ticaret merkezlerini kendi limanlarına taşıma amacına yönelikti. Nitekim, Uskoklar Osmanlı iskelelerini yağmaladıkça tüccar güvensiz bulduğu bu limanlara gelmekten vazgeçiyordu. Yine Kilis ve Hersek sancaklarının Adriyatik kıyısında bulunan ve birer ticaret merkezi olan iskeleleri Uskok saldırıları yüzünden tüccarlar tarafından terkedilmekte, buna karşılık iskele olmadığı halde Venedik’e tâbi Spilit, Şibenik, Trogir ve Zadra mamur hale getirilerek Müslüman tüccarlar buralara celb edilmekteydi. Venedik’in Osmanlı makamlarına karşı deniz güvenliğini sağlayacaklarına dair taahhütte bulunmalarına rağmen çoğu defa Uskoklara yardımcı olması Osmanlıların sabrını taşırmış olmalı ki, Evâil-i Muharrem 1023 (11-20 Şubat 1614)’te Venedik doju Marcantonio Memma’ya bir mektup gönderen I. Ahmed sözlerini şu tehditkâr ifade ile bitiriyordu.

“Her emrin intihasını ibtidâsından akdem ve her maslahatın hâtimesini fâtihasından mukaddem fikr ve teemmül eyleyüp bekâ-yı devletinize ve imtidâd-ı zamânınıza lâzım olan hal-i sadâkat ve râh-ı mutâba’atdan çıkmamağa sa’y u ik-dâm ve cidd u ihti-mâm eylesiz”.

Yani bir işe başlarken önce onun sonunun nereye varacağını düşünmesini, sadakat ve itaatten ayrılmamasını Venedik Doju’na ihtar etmektedir.

Adriyatik’te korsanlığın gelişmesinin ticareti olumsuz etkilemesi gerekirken, bölgesel bazı etkileri dışında genel olarak varlığını sürdürdüğü görülmüştür. Geoffrey Fisher’in dediği gibi, korsanlığın varlığı gelişen ticaret trendi ile yakından ilgilidir ve ticaret gemisi olmazsa korsan gemisi de olmayacaktır.

Denizlerde varlık gösteren bütün milletlerin korsanlık algılamalarının farklı olduğunu veya olması gerektiğini dikkate alarak şüphesiz bu geçmişin vurucu, tahripkar akıncıları korsanların bir kurum olarak bilinmesi ve bir inanç yahut amaç doğrultusunda, hukuki bir temeli esas alarak yapılmasıyla tamamen keyfi ve menfaate dönük yapılmış olması arasında bir fark olmalıdır. Bugün bile Uzakdoğu denizlerinde eskiden varolan haydutluk ve gaspçılık anlamında korsanlığın yapıldığı ve hatta oldukça yaygın olduğu düşünüldüğünde bu faaliyetlerin hiçbir zaman önünün alınmamış olduğuna işaret etmek gerekecektir.

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın 147. sayısında yayımlanmıştır.

Tarih