Malvinas (Falkland) Savaşı

Yazan
Attila Duran
Yazının Okunma Süresi
13 dakika

Arjantin’in güneyinde, Patagonya kıyılarından 464 km açıkta, Atlantik Okyanusu’nun en stratejik noktalarından birinde olan Malvinas Adaları, 2 Nisan 1982’de yakın tarihin en önemli savaşlarından birine sahne oldu. Dünyanın gözlerinden uzakta, o tarihe dek pek adı duyulmayan bu kara parçaları için yapılan savaş, 72 gün sürse de iki asırlık bir problem olarak bugün de sıcaklığını korumaktadır.

Arjantinlilerin Malvinas, İngiliz sömürgeciliğinin ise Falkland adını koyduğu ada, adacık ve kayalıklar 11400 km2 yüzölçümüne sahiptir. Uzunluğu 260, genişliği 215 km’yi bulmaktadır. 1502’de America Vespucio tarafından keşfedildiği sanılan Malvinas adaları, Piri Reis’in dünya haritasında da görünmektedir.

Arjantin ile İngiltere arasında patlak veren bu kısa savaş; politik, coğrafi, diplomatik, tarihsel ve askeri açıdan büyük derslerle doludur. “Malvinas Savaşı dersi”ni çalışmamış bir diplomat, “Ege Sorunu”nu, bir asker “Kıbrıs Barış Harekâtı”nı, bir politikacı “sömürgeciliğin süreğenliğini”, bir stratejist “açık denizlerde adaların önemini” anlayamaz. Bu savaş sadece iktidar sorumluluğu olanların değil, sol ve muhalif kesimlerin de almaları gereken tavra ilişkin çok önemli ipuçları vermektedir.

Kuşkusuz Malvinas Savaşının en önemi yanı, bir üçüncü dünya ülkesi Arjantin’in emperyalizmin başat ülkesi olan İngiltere’ye fiili olarak savaş ilan etmiş olmasıdır. Bu olay, 20.yy’ın en önemli meydan okumaları arasında sayılmaktadır. İki güç arasında siyasi, askeri ve ekonomik büyük farklar vardır. Savaş kısa sürmüş, fakat deniz, hava ve karada olabilecek en geniş sahada gerçekleşmiştir.

Arjantin’in hak iddiasının tarihsel arka planı sebebiyle uzun bir diplomatik geçmişi vardır. Coğrafya ve uluslararası hukuk, Arjantin’in haklılığını desteklemektedir. Ayrıca 1950 sonrasında Birleşmiş Milletler’in almış olduğu sömürgelerin terk edilmesine dönük kararlar Malvinas’ı da kapsamaktadır. Bu nedenle İngiltere adalardan çekilme niyeti olduğunu ifade etmek zorunda kalmıştır. Bir dönem İngiliz dış politikası, Malvinas’ın devrini, Latin Amerika’yla ilişkileri geliştirmenin bir aracı olarak görüyordu. Zira birçok sömürge asıl sahiplerine devredilmiş ya da bir tür “ortak devlet” seçeneğine geçilmiştir. ABD Panama Kanalı’nı devretmeyi 1979’da kabul etmiştir. İngiltere’nin de bunu yapmaması için bir gerekçesi yoktur.

İngiltere, buradaki varlığını kendi getirdiği birkaç yüz yerleşimciye yaptırdığı bir referanduma dayandırmaktadır. “Falkland kendi kaderini tayin hakkı tiyatrosu” yalnızca İngiltere tarafından tanınmaktadır. Sahne gerisinde duran gerçeğin Atlantik’in en stratejik noktasında kurulan NATO üsleri olduğu herkesin malumudur.

Sorunun karmaşıklığı sadece emperyalist müdahaleden kaynaklanmıyor. Hiç kimse Arjantin’in haklılığını tartışmıyordu ama meseleyi askeri çatışmaya taşıyanın Latin Amerika’daki en kanlı cuntalardan biri olması problemi derinleştirmişti. Arjantin’in İngiltere karşısında uzun süre tutunamamasının temel nedeni budur. Büyük güçlerle savaşan bir devlet, halkıyla barış içinde olmalı ve güçlü bir devletçi ekonomiye dayanmalıdır. Oysa Arjantin cuntası, bu özellikleri “komünist tehditten” kurtulmak için terk etmişti. Cunta apar topar başlattığı savaşı panikle bitirmişti. Aynı hızla iktidarı sivillerin kucağına atsalar da yenilginin bedelini ödemekten kurtulamadılar. Önce İngilizlere diz çöktükleri için, sonra da halka karşı işledikleri suçlar sebebiyle yargılanıp hapsedildiler.

 

Tarihsel arka plan

Malvinas 19.yy’a kadar İspanyol hâkimiyetinde kaldı. İngilizler adaların Güney Atlantik’te ticaret yollarını kontrol etmek için önemini anladıkları 18. yy ortalarından itibaren burada varlık göstermeye başlamışlardı.Hatta adada 1771-74 yılları arası bir İngiliz garnizonu varlık göstermişti. İngilizler, İspanyol donanmasının baskısıyla orayı terk ederken de bir plaka bırakmışlardı. Bu plaka İspanyol Valiliğin bulunduğu Buenos Aires’e taşınmış, şehri 1806 yılında işgal eden İngiliz birlikler tarafından Londra’ya götürülmüştü.

1810’da Arjantin’in bağımsızlığını ilan etmesiyle Patagonya’daki bazı çoban ve balıkçılar adaya gittiler. Böylece bu yeni bağımsız devlet tarihsel ve coğrafi haklarına dayanarak Malvinas’ta egemenliğini ilan etti. 1820’den itibaren de yoğunlaşan kaçak balina ve fok avcılığını denetlemek için adada bir komutanlık kuruldu. 1823’ten itibaren de bir Arjantin valiliği kuruldu. Ancak İngilizler 1771’de bırakmış oldukları plakaya dayanarak adanın kendilerine ait olduğunu açıkladılar.

Arjantin yönetiminin getirdiği ticaret kuralları, İngilizleri olduğu kadar ABD’lileri de rahatsız etmişti. Bu nedenle adadaki yönetimi tanımıyorlardı. ABD’li balıkçıların engellenmesi bu iki ülke arasında diplomatik bir krize yol açtı. ABD, Arjantin valisini “korsanlık ve hırsızlıkla” suçlayarak bir savaş gemisi gönderdi. Ada ABD’li askerler tarafından yağmalandı. Yerleşimciler kaçmak zorunda kaldı. Vali adayı terk ederken, iki ülke diplomatik ilişkileri 1832’den 1843’e kesildi.

ABD saldırılarını fırsat bilen İngilizler de adaya geri döndüler ve artık hiçbir varlığı olmayan İspanyollarla bir anlaşma imzalayıp Malvinas’ta bir sömürge yönetimi kurdular. Asla yeterli deniz kuvvetine sahip olamayan Arjantinlilerin adayı geri alma girişimleri, İngiliz-ABD gücü karşısında zayıf kaldı. Ancak asıl olarak İngilizler, Arjantin oligarşisini finansal açıdan kendilerine bağımlı kılıp, bu ülkeyi borç batağına sokmaları nedeniyle Malvinas sorunu uzun süre unutuldu. O dönemde Güney Amerika’da sanayileşme ve demiryolu taşımacılığı tamamen İngiliz sermayesinin denetimindeydi. Bu durum II. Dünya Savaşı sonrası yapılan devletleştirmelere kadar devam etti. O vakitten sonra da Malvinas yeniden Arjantin’in gündemine geri döndü.

Cuntanın ikilemleri ve hataları

Arjantin cuntası, 1950’lerden bu yana ABD ile yakın bir ilişki içindeydi. Hem ülke içindeki ittifaklarda hem de Latin Amerika’daki tüm operasyonlarda Arjantin ABD’nin en önemli müttefikiydi. Nikaragua’da ABD’ye bağlı kontra birliklere bile Arjantin tarafından komuta ediliyordu. Ayrıca ABD’nin iki kutuplu dünyada Arjantin gibi bir devleti öteki kampa terk etmeyeceği düşünülüyordu. Açıkçası cunta konumuna gereğinden fazla anlam biçiyordu. Fakat bekledikleri olmadı, ABD tarafsız kalmayarak NATO’daki ortağı İngiltere’yi desteklediğini açıkladı.

Arjantin Genelkurmayının Malvinas’ta bir savaş başlatan operasyonu sürdürmek için yeterli bir plan ve stratejiden yoksun olduğu açıktı. Silahlı kuvvetler komutasının muharebeler sırasında iyi bir sınav verdiğini söylemek de mümkün değildir.

Öncelikle General Leopoldo Galtieri’nin adaya büyük çaplı askeri kuvvet yığıp savunma yapma ısrarı, modern çapta askeri operasyonların işleyişine aykırıydı. Üstelik bunu gerçekleştirmek için Arjantin’in yeterli taşıma uçağı ve hatta adada uygun bir iniş pisti bile bulunmuyordu. Yeterli erzak ve barınma olanağından yoksun, çoğu profesyonel olmayan genç askerleri Malvinas gibi Antarktika soğuğu ve rüzgârı olan bir yere sürmek mantıksızcaydı.

İklim koşulları, düşmanın gücü ve teknolojik üstünlüğü göz önüne alındığında, alan savunmasına dayalı bir savaş Arjantin’in aleyhineydi. Üstelik İngiliz donanması ve hava gücü Arjantin’in adalara olan desteğini kolaylıkla keseceği aşikârdı. Bölgede üç nükleer denizaltıyla varlık gösteren Britanya donanmasının ablukasını aşmak imkânsızdı. Adada mevzilenen silahlı unsurların ağır bombardıman altında direnebilmelerine olanak yoktu.

Arjantin ordusunun yüksek komutanları halka değil üst sınıflara mensuptu. Bu nedenle bir milli orduda gerekli olan ruhtan yoksunlardı. Komutanlar açlık ve soğuk karşısında bu tecrübesiz birlikleri dağılmadan tutabilmek için şiddet uyguladı. Uzun süredir darbeyle iktidarla kalan Arjantin ordusu, dışarıdan bir düşmanla savaşmaya değil içeride muhalifleri ezmeye hazırdı. Komutanların birçoğu halkına karşı suç işlemiş kişilerdi. Tek bir kurşun atmadan San Pedro (Georgia) adasında birliğiyle İngilizlere teslim olan üsteğmen Alfredo Astiz bunlardan biriydi. Astiz, “Annelerin Sarışın Ölüm Meleği” olarak ün yapmıştı. Diktatörlüğün kaybettiği çocuklarını arayan üç anneyi ve onlara yardım eden rahibeleri öldürmüştü.

Malvinas’taki kara birliklerine komuta eden General Menendez âdeta iradesiz biçimde yenilgiyi bekledi. Birliklerini yeterli silah ve mühimmattan yoksun biçimde araziye gelişigüzel dağıttı. Göğüs göğse mücadelede Arjantinliler savaş tecrübeleri olmamasına rağmen büyük kahramanlıklar gösterdiler ama adaya destek gönderilemediği için sonsuza dek direnmeleri mümkün değildi.

Yüksek komutanlığın akıl almaz hatalarından biri de Arjantin kruvazörü General Belgrano’yu denizaltılara karşı yeterli bir savunmadan yoksun biçimde adaya göndermeleri oldu. İngiliz nükleer denizaltısı HMS Conqueror tarafından torpillenen gemi batarken 323 mürettebatı hayatını kaybetti.

Genelkurmay savaşın planlamasını doğru biçimde yapmış olsaydı, Arjantin ordusu çok daha uzun süre dayanabilirdi. Buna karşılık zaman ilerledikçe savaşın maliyeti İngiltere için çok daha fazla olacaktı. Aslında jeo-stratejik önemi dışında hiçbir işe yaramayan bu kara parçasını elinde tutmak için Britanya tüm donanma ve hava gücünü sevk etmek zorundaydı. Arjantin’in ise sadece karşı kıyıda sağlam biçimde mevzilenmesi yeterliydi. Bu önemli avantaj cunta tarafından kullanılmadı.

Kıtada beliren saflaşma

Arjantin’in uzun erimli direnişinin Latin Amerika ülkelerinde de bir kırılmaya yol açması kaçınılmazdı. Bunun ilk belirtileri 1978’de Şili’yle yaşanan “Beagle Kanalı Çatışması”nda ortaya çıkmıştı. Oysa Pinochet’in faşist cuntası Arjantin cuntasıyla ittifak halindeydi. Her ikisi de ABD’nin Kondor Planı’nın ana parçalarıydı. Buna rağmen belirsiz sınır problemleri ve ulusal çıkarlar sebebiyle iki ülke savaş durumuna gelmişti. Arjantin Malvinas’a çıkarma yaptığında Şili bunu fırsat bilerek İngiltere’ye hava üslerini açtı ve istihbarat desteği verdi.

O sırada kıtadaki tek antiemperyalist ve demokratik yönetime sahip Peru, Arjantin’i destekleme kararı aldı. Ayrıca Peru’nun Şili’yle geçmişten kalan sınır ve deniz sahanlığı problemleri bulunmaktaydı. Savaşın başlangıcında Peru yeni durumdaki 10 Mirage savaş uçağını Arjantin’e bağışladı. Ayrıca savaş boyunca Arjantin’e istihbarat, pilot, askeri danışman, füze ve tıbbi destek sağladı.

BM Güvenlik Konseyinde Sovyet ve Çin kampları bile Arjantin karşıtı karar çıkarılması karşısında çekimser kalırken, General Torrijos’un başında olduğu Panama tek başına ret oyunu verdi. Bir ay sonra Venezuela Genelkurmayı adada sıkışan Arjantin piyadesine destek olmak üzere hava indirme birliklerini göndermeyi teklif etti. Savaşın sürmesi durumunda antiemperyalist cephe oluşabilirdi ama Arjantin cuntasının uzun yıllara dayanan ortaklığı sebebiyle ABD’ye karşı tavır sergilemekten yoksundu. Fidel Castro’dan Nikaragua’da Sandinistler’e kadar geniş bir antiemperyalist cephenin desteğini değerlendirebilecek cesarete sahip değildi.

Aslında Arjantin cuntası Malvinas Savaşına giderken 1976’dan beri ittifak kurduğu neoliberallerle olan bağlarını da koparmıştı. Zira neoliberal proje ülkeyi borç batağına sokup iflasa sürüklemişti. Artık kapitalist rüyanın sonuna gelmişlerdi. Fakat halkçı kesimlere karşı işlemiş oldukları büyük suçlar, onların bir ulusal cephe kurmalarına engel oluyordu.

Çıkarma sırasında ekonomik siyasi durum

Arjantin, 1955’te Juan Domingo Peron’u koltuğundan eden askeri darbeden bu yana fiili olarak cunta tarafından yönetiliyordu. Kısa süreli sivil yönetimler de darbeyle yıkıldı ya da askeri baskı neticesinde işlevsiz hale geldi. 1960’larda yaşanan ekonomik ve endüstriyel yükseliş, sosyal sınıflar arasındaki uçurumu kapatmadığı için toplumsal hoşnutsuzluğu artırdı. Eski başkan Peron’a bağlı işçi sendikalarının ekonomik mücadeleyi yükseltmeleri ve buna öğrenci hareketinin katılımıyla ortaya büyük siyasi patlamalar çıktı. Toplum silahlı kuvvetlerin kendisine biçtiği gömleği yırtıyordu. Toplumsal kutuplaşma siyasal taraflar arasında silahlı çatışmaları beraberinde getirdi. 1970’lerin ilk yarısında sağ-sol silahlı örgütlenmeler, gerilla hareketleri ve ordu birlikleri arasında çatışmalarda binlerce kişi hayatını yitirdi. Aynı tarihlerde ABD, Latin Amerika’da bir dizi askeri darbenin düğmesine bastı. 1976’ya gelindiğinde Güney Amerika’nın her yerinde ABD destekli cuntalar yönetime el koymuştu. Arjantin Silahlı Kuvvetleri de komünist tehdidi ortadan kaldırmak için nihai darbeyi yaptı. “Ulusal Yeniden Örgütlenme Süreci” adı verilen bir plan çerçevesinde savaş yasaları yürürlüğe girdi. 1976-1983 yılları arasında hüküm süren cunta döneminde 30 bin Arjantinli gözaltında kaybedildi. Bu dönemde biçimsel olarak bile parlamenter ya da siyasi partiler rejimi kalmamıştı. Cunta model olarak Pinochet Şili’sinde uygulamaya konan neoliberalizmi tercih etmişti. Ücretler bastırılmış, fiyatlar serbest bırakılmış, ekonominin tüm sektörleri oligarşinin kontrolüne geçmiş, devlet aşırı borçlandırılmıştı. Birkaç yıl içinde enflasyon %100’e dayanmış, bankalar iflasın eşiğine gelmişti.

Sosyo-politik ve ekonomik uçuruma sürüklenen cunta, kaybettiği otoriteyi ve halkın desteğini yeniden sağlamak için bir süredir elinin altında olan Malvinas kartını masaya koydu. Tabandan gelen bir hareket cuntayı sarsmaktaydı. Harekâttan iki gün önce sendikaların çağrısıyla on binlerce işçi sokağa çıkmış, binlercesi gözaltına alınmıştı. Yukarıdan ekonomik, aşağıdan sosyal baskı, cunta yönetimine çıkartma planını öne aldırdı. 2 Nisan 1982’de cuntanın başı General Leopoldo Galtieri, Malvinas Adalarına çıkarma yapıldığını ilan etti.

1981-82’de İngiltere ekonomik krizle sarsılıyordu. Madenler, fabrikalar kapanıyor, toplu işten atılmalar yaşanıyordu. Bu koşullarda neoliberal Teacher yönetiminin askeri yatırımları sürdürmesi beklenemezdi. Birleşik Krallık Ordusunda askeri harcamalarda kısıtlamalar başlamıştı. Britanya’dan on bin km uzaktaki hiçbir ekonomik getirisi olmayan “Falkland”a devlet desteği de azaltılmıştı. İngiliz hükümeti bölgedeki iki uçak gemisi, iki çıkarma gemisi ve bir buz kırama gemisini kızağa çekme kararı aldı. Böylece adalar hem İngiltere için önem derecesini yitirmiş hem de askeri varlığı azalmıştı.

Arjantin cuntası bu durumu İngiltere’nin büyük bir yıldırım harekâtı gerçekleştiremeyeceğinin işareti saymıştı. Ayrıca yapılan değerlendirmede İngiltere kaynaklı bir saldırıda nükleer güçlerin kullanılamayacağı kanaatine sahiplerdi. Zira bu soğuk savaş dengelerine aykırı olacağı gibi İngiltere’nin sömürgeci imajını güçlendirecekti. Oysa tam tersine daha ilk müdahalede İngiltere bölgeye nükleer denizaltılarını gönderdi. O tarihten bu yana da adada İngiltere ve NATO’ya bağlı nükleer varlık sürekli arttı.

Rosario operasyonu

Arjantin Deniz Kuvvetleri, Malvinas Adalarının geri alınması için doğrudan işgal harekâtı dışında bir seçenek belirlemişti. Plan adaların bütününü doğrudan askeri olanaklarla ele geçirme değil de bir bölümü üzerinde sürdürülen bir ekonomik faaliyetten doğan hakların savunulması biçiminde yürütülecekti. Bu amaçla 1979 Eylülünde Constantino Davidoff isimli bir Arjantinli hurda tüccarı San Pedro (Güney Georgia) adasında terk edilmiş balıkçı tesislerinin sökülmesi için bir İngiliz şirketiyle kontrat imzaladı. İşadamı edindiği bu iş belgesiyle öncelikle İngiliz Büyükelçiliğine başvurarak bölgedeki İngiliz taşıma gemisini kullanma talebinde bulundu. Beklendiği gibi isteği reddedildi. Bu koşulda geriye tek seçenek olarak Arjantin donanmasına bağlı bir geminin kullanılması kalıyordu. Davidoff gerçekten de Aralık 1981’de elçiliğe bildirdiği gibi Arjantin donanmasına bağlı bir buz kırama gemisiyle bölgeye ziyarette bulundu. Bu bir tepki ölçme adımıydı. İngilizler henüz konuyu önemsemiyorlardı. 19 Mart 1982’de Davidoff bu defa bir taşıma gemisiyle adaya ulaştı ve sökme işleminin gerçekleştiği tesisin bulunduğu limana Arjantin ulusal bayrağı çekildi. Olay televizyonlarda gösterilince İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından protesto edildi ve bölgeye küçük bir askeri birlik sevk edildi. Buna karşılık Arjantin Donanması hızla varlığını güçlendirdi. Önce Antarktika Grubu, dört gün sonra ise bir tümgeneral komutasında 40. Malvinas Görev Kuvveti bölgeye konuşlandı. 1 Nisanda Arjantin Güney Georgia adalarının tümünde askeri varlığını tahkim etmişti. Thatcher hükümeti Arjantin’in bu kadar ileriye gidebileceğine ihtimal vermiyordu. Aynı gün Margaret Thatcher, ABD başkanı Ronald Reagan’dan aracılık yapmasını istedi. Reagan akşam General Galtieri’yi aradı fakat konuşma başarısız geçti.

 

Savaşın kronolojisi

İngilizlerin bir anlamda geç “uyanmalarının” sebebi operasyonun Malvinas adalarının ana kara parçalarından 1390 km doğuda San Pedro (Georgia) adasında başlamasıydı. Bu adalar Arjantin anakarasından en uzaktaki yerdi. Mantıklı beklenti Arjantin’in kendine en yakın noktada daha kolay savunacağı bir yeri ele geçirmesi olurdu. Fakat beklenen hareket çok gecikmeden geldi.

2 Nisan 1982’de Arjantin Deniz Kuvvetlerine bağlı su altı saldırı ve amfibi timleri Kraliyet Deniz Piyadelerinin karargâhı olan, önce İngilizlerin Moody Brook adı verdikleri yere, sonra da Arjantin Limanı’na (Stanley) çıkarma yaptı. Gece 1:30’da başlayan operasyon sabah 8:30’da sona ermiş, adanın İngiliz komutan ve valisi teslim olmuşlardı.

Ertesi gün İngiltere BM’den Arjantin’in askeri birliklerini çekmesini talep eden bir karar çıkardı. 7 Nisanda cunta Malvinas’a Tuğgeneral Benjamin Menendez’i vali olarak atadı.

9 Nisanda cuntanın başı General Galtieri, Genelkurmay Başkanına danışmadan, Malvinas’a zırhlı bir tugayın sevkini emretti. 22 Nisanda adaya varan kara birlikleriyle beraber adada Arjantin askeri varlığı 10 bin silahlı unsuru aşmıştı.

Saldırıya hazırlanan İngiltere, 12 Nisanda adaların 370 km açığındaki tüm bölgeyi “yasak kuşak” ilan etti. İngiliz donanması ilk saldırısını 25 Nisanda San Pedro adasına gerçekleştirdi. Oradaki küçük askeri birliği esir aldı ve bir Arjantin denizaltısını batırdı. 1 Mayısta İngiliz hava kuvvetlerinin deniz ve kara hedeflerine yönelik harekâtı başladı. 2 Mayısta savaş bölgesinden uzakta ve İngiltere’nin ilan ettiği yasak kuşak dışında bulunan Arjantin savaş gemisi “ARA General Belgrano” İngiliz Nükleer Denizaltısı HMS Conqueror tarafından batırıldı. 323 mürettebat hayatını kaybetti. 3 Mayısta Arjantin römorkörü ARA Sobral hava saldırısıyla batırıldı. 4 Mayısta Arjantin Hava Kuvvetleri İngiliz savaş gemisi HMS Sheffield’ı batırdı. Bu II. Dünya Savaşı sonrasında batırılan ilk İngiliz savaş gemisiydi. 15 Mayısta İngilizler denizden vurdukları Borbon adalarındaki Arjantin hava üssündeki on uçağı kullanılmaz hale getirdiler. 21 Mayısta İngilizler adaya kuzeyden ilk çıkarmayı yaptı. Burada Arjantin 12 uçak ve 3 helikopteri imha oldu. 24 Mayısta Arjantin savaş uçakları HMS Antelope firkateynini batırdı. Ertesi gün iki İngiliz gemisi daha Arjantin hava saldırısında batırıldı. 27 Mayısta İngiliz ilerleyişiyle kara muharebeleri başladı. 30 Mayısta Arjantin hava kuvvetleri İngiliz uçak gemisi HMS Invincible’yi altı savaş uçağıyla gerçekleştirdikleri saldırıyla kullanılmaz hale getirdi. Arjantin elde ettiği başarılardan aldığı cesaretle hava saldırılarını sürdürdü. İngilizlerin adaya çıkarma girişimlerini, 8 Haziranda 3 firkateyni (Sir Tristan, Sir Galahat, Plymount), vurarak durdurdu. İngilizler kaybettikleri ana karargâhlarını geri almak için 11-12-13 Haziranda büyük çaplı bir kara harekâtı başlattılar. Fakat Arjantin piyadelerinin direnişini kıramadılar. 12 Haziranda Arjantinliler İngilizleri şaşkına düşüren bir başarıya imza attılar. Bir denizden karaya Fransız füzesi olan MM38 EXOCET’i karadan denize kullanılmak üzere dönüştürüp İngiliz destroyeri HMS Glamorgan’ı vurdular.

İngiliz karargâhını elinde tutan Arjantin garnizonu 14 Haziranda ateşkes ve teslim şartlarını görüşmeye başladı.

Hava muharebeleri

Malvinas Savaşı modern hava muharebelerinin yönetimi için önemli derslerle doludur. “Atlantik İttifakı” bu muharebelerde zayıflıklarını görüp o doğrultuda teknolojilerini yenilemişlerdir. Örneğin Arjantin’in kullandığı Fransız gemisavar EXOSET tipi füzelerin donanma üzerindeki yok edici etkisi ilk kez görülmüştür. Buna karşılık havadan havaya muharebelerde Harrier tipi jetlerin taşıdığı elektronik sistem ve Sidewinder füzelerinin gücü ilk kez test edilmiştir.

Arjantin’in hava savaşlarındaki başarısının ardındaki komutan General Ernesto Crespo’dur. Arjantin Genelkurmayında askeri profesyonelliğini ve savaşma yeteneğini kanıtlamış tek komutan da Crespo’dur. Güney Kuvvetleri Komutanı olan Crespo, emrindeki deniz ve hava birliklerini üç hafta gibi kısa bir sürede savaşa hazır hale getirmiştir. Crespo muharebeler sırasında yapılan hatalardan hızla ders çıkarıp taktik değiştirerek düşmanın teknik ve fiziki üstünlüğünü aşmıştır.

General Crespo’ya bağlı Fenix Filo’sunun 1 Mayısta yaptığı geniş çaplı hava saldırıları Britanya donanmasını âdeta felç etmişti. Onun emrindeki karargâhın yaptığı uçuş yakıt ikmal desteği, çok sayıda uçağın aynı anda uzun mesafeli uçuşu ve saldırısının planlanmasındaki çalışma mükemmeldir. Fenix Filo’su İngiliz radar sistemlerine yakalanmamak için irtifalarını deniz seviyesinden 30 metreye düşürecek kadar yeteneklidir. Arjantin Skyhawk’ları o kadar denize yakın uçmuştur ki, tamamen tuzla kaplandığından üslerine geri döndüklerinde gövdeleri üzerine iniş yapmak zorunda kalmışlardır.

İngilizlere ait Sheffield ve Coventry destroyerleri, Ardent, Antelope firkateynleri, Atlantic Conveyor destek gemisi, Sir Galahad ve LCU F4 çıkarma gemileri batırılmış; Glasgow ve Antrim destroyerleri, Argonaut ve Plymouth firkateynleri, Sir Tristram çıkarma gemisi ise Arjantin hava Kuvvetleri saldırılarında kullanılamaz hale gelmiştir. Britanya donanması bugün dahi gerçek kayıp bilançosunu gizlemektedir. Fakat bu başarıyı göstermek için Arjantinli pilotlar büyük bedeller ödemişlerdir. Arjantin Güney Ordusu savaş uçaklarının %41’ini yitirmiştir.

Muharebeler sırasında Arjantin uçaksavar sistemi de beklenmedik bir başarıya imza atmıştır. Uçaksavarların sahip olduğu, düşman hedeflerini belirleyebilme kapasitesindeki tek işe yarar radar, adadaki Stanley limanındaydı. Yedi gelişmiş Harrier uçağı bu hava savunma gücü tarafından vurularak düşürülmüştür. Ayrıca Arjantin uçaklarındaki radar sistemleri yetersiz olduğundan düşman uçaklarının koordinatları pilotlara adadaki bu radar merkezinden bildirilmekteydi. Adadaki radar operatörleri sayesinde çok sayıda Arjantinli pilotun hayatı kurtulmuştur. Toplam 29 Arjantinli pilot muharebelerde hayatını yitirmiştir.

Arjantinli pilotlar kendi Genelkurmaylarının teslim olduğu son gün olan 14 Hazirana kadar saldırılarını aralıksız sürdürdüler. Verdikleri kayıplara, ellerindeki savaş malzemelerinin tükenmesine rağmen İngilizler bu hava gücünü durdurmayı başaramadılar.

Savaşta solun pozisyonu

Harekâta herkesten önce ulusal solun sahip çıktığı bilinmektedir. Arjantin’in en önemli sosyalist tarihçisi, aydın ve politikacısı Jorge Abelardo Ramos, “Büyük Vatan” dergisinde bu olayı kıta tarihinin en büyük tarihi anlarından biri ilan etti. Ramos, bir hafta sonra yanına Merkez Sendikası CGT başkanı Saul Ubaldini ve Peronist Parti Başkanı Deolindo Bittel’i alarak Malvinas’a en yakın Arjantin limanına gitti. Ramos, İngilizlere olan dış borcun silinmesi, İngiliz şirketlerine ve arazilerine el konulması kampanyası başlattı.

Arjantin Komünist Partisi -bir ay sonra da olsa- çıkarmayı selamladı ve Sovyet Bloğunu BM’de çözüm için destek vermeye çağırdı. Troçkist gruplar bile harekâta sahip çıkarak savaşın antiemperyalist bir taarruza dönüştürülmesi çağrısında bulundular. Yayınlarında Leon Troçki’nin Arjantinli sendikacı Mateo Fossa’yla yaptığı görüşmede söylediği “Faşist Getulio Vargas’ın Brezilya’sı ‘demokratik’ İngiltere ile savaşırsa hiç kuşkusuz Brezilya’yı desteklemeliyiz. Çünkü Brezilya’nın zaferi hem emperyalizme büyük bir darbe olacaktır hem de halkta ulusal ve demokratik uyanışa sebebiyet vereceğinden Vargas rejimini de yıkacaktır” sözlerini kullandılar.

Cuntaya karşı savaşta binlerce militanını yitiren Arjantin silahlı solu ise tüm operasyonlarını durdurma kararı aldı. Peronist silahlı kanat “Montoneros” yurtdışındaki Arjantin askeri ataşelikleriyle ilişkiye geçerek emperyalist hedefleri vurma görevine hazır olduklarını bildirdi. İspanya’da bir Arjantin ordu mensubu ile üç Montoneros militanı tesadüfen birlikte yakalanınca, bu anlaşma ortaya çıktı. Grubun Gibraltar’daki İngiliz üssüne saldırı yapmak üzere orada olduğu anlaşıldı (Operasyon Algeciras).

İlginçtir, Gibraltar’daki operasyonun komutanı Maximo Nicoletti, iki yıl önce cuntaya karşı mücadele sırasında “Santisima Trinidad” adlı Arjantin donanmasına ait bir gemiyi sabote ederek batırmıştı. Nicoletti, yıllar sonra bu eylemden pişman olduklarını, çünkü eğer batırmasalardı geminin Malvinas’ta İngilizlere karşı görev alacağını ifade etmiştir.

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Nisan 2018 sayısında yayımlanmıştır.

 

Tarih