Bilindiği üzere bu, Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam adlı üç ciltlik Atatürk biyografisinden sonra yazdığı İnönü’nün biyografisinin adıdır. Sanırım Atatürk’ün tek adam diye tanımlanmasına uzun boylu bir itiraz gelmedi. Olağanüstü koşullarda olağanüstü bir önderlik yapmış, olağanüstü bir kişilikti Atatürk. Atatürk ve İnönü “müthiş bir ikili” idiler.
Böyle bir önderin başarılı olması için yardımcıları/yardımcısının da yüksek yeteneklere sahip bulunması gerekiyordu. Hem yüksek yetenek hem de öndere uyum gerekiyordu. Neyse ki Atatürk’ün yüksek yetenekli yardımcılarının sinirlerini bozabilecek ukalalık huyu yoktu. Tersine, kararlarını hep danışarak, görüşerek alıyordu. Bu bakımlardan Atatürk mükemmel bir yardımcı buldu: İsmet İnönü. Batı cephesi komutanı olarak İnönü, Atatürk için adeta vazgeçilmezdi: Savaştaki bu hizmetlerinden sonra İkinci İnönü Zaferi, Sakarya’da zafer, Büyük Taarruz, Büyük Zafer, Mudanya ve Lozan Konferanslarında temsilcilik, yıllarca (15 yıl kadar) Atatürk’ün ölümüne değin başbakanlık.
Demek ki Atatürk ve İnönü “müthiş bir ikili” idiler. Onca yıl birlikte çalışmak... Harikalar yaratmak... Büyük bir başarı öyküsüydü. Yalnız sonunda aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı ve ayrıldılar. Belki de birbirlerinden bıkmışlardı. Fakat Atatürk ölünce, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa’nın onayıyla, cumhurbaşkanlığına TBMM tek aday olarak İnönü’yü cumhurbaşkanı seçti. Seçilince İnönü önceki dönemden farklı olarak daha çoğulcu, daha demokratik olunacağını işaret eden kimi davranışlarda bulundu. Bu arada mecliste muhalefet yerine geçecek 21 milletvekilinden oluşan bir müstakil grup kurulmuştu. Fakat bu girişimlerin arkası gelmedi. Tersine, otoriter bir yönelişle CHP olağanüstü kurultayı, Atatürk’ü “Ebedi Şef”, İnönü’yü de “Değişmez Genel Başkan” ve “Milli Şef” ilan etti (1938). Yaklaşan Dünya Savaşında istikrar uğrunda başvurul- muş önlemler sayılmalıdır. İnönü çoğulculuk, çok-partililik denemesini yaparken Atatürk’ten onun denediği halde başaramadığı farklı bir şey yapmakta olduğunun iftiharı ve keyfini yaşıyordu. Fakat o sırada İkinci Dünya Savaşı çıkmak üzereydi ya da çıkmıştı. Çoğulculuk ve demokrasi pek “moda” değildi. Dıştan özendirme ve destek, elverişli ortam olsaydı İnönü muhtemelen çok-particilik yolunda ısrar ederdi. Nitekim savaştan sonra buna büyük bir heves ve kararlılıkla sarıldı.
...
Prof. Dr. Sina Akşin'in makalesinin devamı Ağustos sayımızı ALGORİTMA'da!