Çocuk istismarının ideolojik ve tarihsel boyutları

Çocuklarımıza ve kadınlara yönelik istismarın gün geçtikçe arttığı ve vahşileştiği bir dönemdeyiz. Neredeyse her ay tüylerimizi diken diken eden ve vicdanımızı ayağa kaldıran haberler okuyoruz. Tepki gösteriyoruz, isyan ediyoruz. Fakat bu, nihayetinde bir sonuç oluyor. Peki nedenler? Asıl bunun üzerine düşünmek ve bu ortamı yaratan kaynakları kurutmak gerekiyor.

Bu kaynaklar toplumsal ilişkilerin yozluğunda, geriliğinde yatıyor. Kapitalist sistem, kişiliğin küçülmesini ve insanlıktan çıkma sürecini, her iktidar odağında güçlü olanın zayıf olarak gördüğünü hiyerarşik olarak ezmesini beraberine getiriyor. Ezicilik ve zalimlik, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, işkence ve cinsel saldırı biçiminde açığa çıkıyor. Sistemin getirdiği yabancılaşmaya orta çağ ilişkileri kalıntılarının mirası eşlik ediyor ve ortaya can yakıcı sonuçlar çıkıyor.
İnsanlıktan sapma süreci, insanlığı katletme süreciyle mümkün olabiliyor. O nedenle istismarcılara yönelik ağır cezaların caydırıcılığının yanında toplumsal bilincin dönüştürülmesi mevcut toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi koşuluna bağlı. Köklü çözüm ancak böyle mümkün.
 

Dinsel ve toplumsal gerçeklerin çelişmesi
Ancak söz konusu mücadele, nihai anlamda iktisadi ve toplumsal ilişkilerin değiştirilmesine havale edilemeyecek kadar yakıcı ve önemli. Özellikle ideolojik motivasyonlar burada küçümsenmeyecek bir rol oynuyor. Geçtiğimiz aylarda Diyanet’in kız çocuklarının evlilik yaşıyla ilgili fetvası ve ortaya çıkan tepkilerden sonra bunu düzeltme girişimi gündeme oturdu. Diyanet bu açıklamasını tashih etmek zorundaydı çünkü yüzyıllar öncesinin toplumuna göre oluşturulmuş dinsel kurallar ve geleneklerle bugünün toplumunun gerçekleri arasında ciddi bir uzlaşmazlık hüküm sürüyordu. Çünkü her dinsel kural esas olarak bu dünyaya ilişkindi ve insan ilişkilerini kutsallık zırhıyla düzenlemek içindi. Oysa yaşadığımız toplumun gerçekliği dünün kurallarıyla bugünün toplumunun düzenlenmesine ve küçük yaştaki kız çocuklarının evlendirilmesine izin vermez. Bu sadece kendisini laik olarak tarif eden kitleler için değil, bu kesim dışında kalan vatandaşlarımızın büyük bölümü için de geçerlidir. Çocuklarının iş-güç sahibi olması, başkalarının eline bakmaması onların da kaygısıdır. Bunlardan da öte iktisadi yaşamın zorunlulukları ve bu zorunluluklara kadınların çok daha fazla dâhil olması nesnel bir özgürleşme arayışını, bu özgürlük arayışı da sorgulamayı beraberinde getiriyor. Bu nedenle içinden geçtiğimiz bunalım, dönemin çelişkilerinin getirdiği bunalımdır. En tepeden baktığımızda bu gerçeği puslu da olsa görebiliyoruz.
 

Osmanlı’nın çocuk gelinleri
Elinizdeki sayının kapak makalesini oluşturan Dr. Binnur Çelebi’nin incelemesi, “çocuk gelinler” olgusunun tarihsel boyutunu o tarihselliğin özgünlüklerini de hesaba katarak işliyor. Osmanlı sarayında siyasal hedefler ve hesaplar uğruna bebek ve çocuk yaşta evlendirilen kızları isim isim işliyor. Çelebi, makalesinde saray yaşamını, haremi, kadınlara yönelik tutumu, padişahların yaklaşımlarını ve toplam olarak kadınlara bakışın sistemle bağlantılarını ele alıyor. Kendi tarihimize değinmesi bakımından da makale çok daha fazla ilgi çekici ve zihin açıcı bir rol oynuyor. İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Yazarımıza da katkısından dolayı teşekkür ediyoruz.
Kapak konusu olmamakla birlikte Çelebi’nin makalesine ek olarak Turan Dursun’un ve Mustafa Solak’ın yazılarını da dikkatinize sunuyoruz.
Dergimiz bu sayısında tartışmalara son veren nitelikte iki yazı yayınlıyor. Birincisi Dr. İrem Aslan Seyhan’ın Osmanlı’da matematiğe ilişkin aşırı övücü ve aşırı yerici tavırlara tarihsel gerçeklere dayanarak yanıt verdiği yazısı. İkincisi ise Mertcan Erice’nin Atatürk döneminde evrim eğitimini tarihsel belgeler ışığında incelediği ve bugünle karşılaştırma imkanları sunan yazısı.
Toplam olarak farklı alanlardaki yazıların yer aldığı, ilgiyle okuyacağınız bir sayıyla karşınızdayız.

Emrah MARAŞO
Bilim ve Ütopya Genel Yayın Yönetmeni

Çiviyazısı - Mart, 2018

Bildiğiniz Gibi Değil