1966 ortalarında Çin’de bir “kızılca kıyamet” koptu. Yumruklarını sıkmış çoluk çocuk “Kızıl Bekçiler”, sokaklara “Kültür İhtilâli” taşırıyorlar.
Kapitalist dünyada da “asi gençlik” var, süzme salon züppeliğidir; bitli bitnik adlı ekzistansiyalizm var, alafranga dervişliktir. İki olay hiç benzeşiyor mu? Kapitalizm; Çin olaylarına bakınca, kendisini aynada görüyormuşça bir sevince kapıldı. “Asi gençlik” nasıl, emperyalizm çağındaki kapitalizmin yozlaştırıcı bir kıyamet alâmeti ise, “Kızıl Bekçiler” hareketi de tıpkı öyle, “sarı” dünyanın çöküş alâmeti olamaz mı?
Çin’deki olayları kavramak için, 1917’den beri köprülerin altından geçmiş suları hatırlamalıyız. Sovyetler Birliği, kendi şartları içinde tek başına bir sosyalizm dünyası yaratmak zorundaydı. Orada, Parti’nin demir disiplini, yığınların inisiyatifini, bütün isteklere, teşviklere rağmen, kimi zamanlar, çoğu burjuvalarca alay konusu edilecek kertede otomatlığa doğru yaklaştırmıştı. Kapitalizm sırasında grevler, gösteriler ve ilh. sınıf savaşının kaçınılmaz ve anlaşılır biçimleriydi. Sovyetler devrimi başarıya ulaşınca, artık yığınlar, kendi iktidarlarına karşı, işçiler işçi sınıfına karşı savaşa mı geçeceklerdi?
Öyle bir davranış, güç israfı ve anarşi yaratabilirdi. Parti, çalışan sınıfların en bilinçli öncü örgütü idi. Parti buyuracak, sendika ve benzeri örgütler ayarlayacak, yığınlar uygulayacaklardı... Stalin çağında, Parti disiplini, Parti’nin başına geçenleri “proletarya diktatörlüğü”nün etiyle, yaşayan üstün insanları durumuna dek çıkarttı. Burjuva toplumunda devlet insanüstü idi. Sovyetlerde Parti, devlet içinde bir devlet oldu. Çivi çiviyle söküleceği için, tarihsel görevi devleti kaldırmak olan sosyalizm, devlete karşı kuşkusunu, Parti’yi devlet üstüne çıkarmakla tatmin etti. Bu yol Parti doruğuna tırmanabilen kişiler, tanrının yeryüzündeki gölgesi olan devletin de üstüne çıkınca, otomatikman tanrılaştılar. Hâlâ, kolay kolay kurtulunamamış bulunan “KİŞİ TAPINCI” hastalığı yayıldı. Böylece, Sovyetler sosyalizminde yığınların inisiyatifi (teşebbüs gücü) Parti’nin demir disiplini çerçevesinde, liderlerin çelik(Stalin)leşmesi biçiminde kendini göstermekle yetindi.
Sovyetlerde, burjuva uzmanlarını kullanma zarureti, ikinci hastalığa karmakta gecikmedi: BURJUVA AYDINLARININ KÜLTÜR İMTİYAZLIĞI!... Gerçi prensip olarak, her şey gibi, kültür de kamulaştırılmıştı, yığınlar içindi. Ama, yığınlar kültürlüleşinceye değin, “kültürlü” aydınlardan ihanete kaçmayanlar, çeşit çeşit imtiyazlarla doyurulup, (İslâmlıkta parayla Müslüman olan müellifetül-kulûb kişileri gibi) satın alındılar ve imtiyazları ölçüsünde üst-insan durumunda pöhpöhlendiler. Yüksek ücret onların, lüks konfor onların, geniş ün, parlak şeref onlarındı. Kapitalizm en ufak orijinallik gördüğü aydını, kendi atmosferine sokar sokmaz “büyük adam” yapmıyor muydu? Bilimde geri kalmak: Emperyalizme yenilmek; devrimi kurban etmekti. Burjuva aydınına kapitalizmde sağlanan üstünlük, Sovyetlerde de sağlanmalıydı. Bir şairin, bir sanatkârın, bir bilginin “Sovyet milyoneri” kesilmesi yadırganmadı.
Aydını imtiyazlandırmada, bir “sosyal fayda mülâhazası” da öne sürülebilirdi. Kültürlülere imtiyazlar sağlamak, alt yığınlarda kültür imrenişi ve özenişi yaratabilirdi. Burjuva ilericiliği böyle olmuştu. Ama, aydınlarda da, burjuva kültürüne has, o halka yukarıdan bakış eğilimini kışkırtmaktan geri kalmayabilirdi. “Doktor Jivagolar” ve daha niceleri uyduruk kahramanlar değillerdi. Kültür denince, akla burjuva kültüründen başka şey gelemez miydi? Yarım yüzyıllık Sovyet kültüründe bilim, nükleer gücü az kalsın kapitalizme kaptırıyordu. Sanatta, kaç tane yeni Gorki yetişti? Gorki, ömründe “alt dip” çamuruyla verem olduğu ölçüde Gorki olmuştu. O, sözcüğün özel anlamıyla bir “aydın” mıydı? Pek söylenemez. Gorki’nin topuğuna varamayan nice Sovyet yazarı, bir zaruret gereği kendilerine bağışlanan burjuva imtiyazları ile tavuslaştıkça, kendisini bir Gorki yerine koydu. Şiir onların, roman onların, konfor onlarındı. Burjuva aydınlarını andıran kültür imtiyazlıları öylesine şımartıldılar ki, ortaya aydın kişi tapıncı diyebileceğimiz, bir kültür anomalisi, aydın urlaşması, iktidar rahatlığına kanıksamış kadrolar türedi. Kültür sanki yığınlar dışında, aydınlara has, yığınlara zıt bir olay mıydı?
Çin, ihtilâlden beri, aydın kadrolarında beliren iktidar hastalığını (iki Sovyet hastalığını) ortadan kaldırıyor. Sovyet sosyalizminde, ya Parti cihazı kişi tapıncı ile bir gün kaskatı kesilirse, onu kim düzeltecekti? Stalin’in son günlerinde başa gelenler biraz böyle oldu. İngiliz tilkileri: “Neye Stalin’i sağlığında tenkit etmedin?” dedikleri vakit, Kruşçof’un “sıkı mıydı?” karşılığını verişi kişi tapıncının nerelere varabileceğini anlatır. Gene Sovyet sosyalizminde aydın tapıncı var. fiair, romancı, sanatkâr gibi, epeyce sade suya imtiyaz almış parlak kişiler, kültür dünyasını kendi kastlarının geçim dünyası haline getirirlerse, onları kim düzeltecekti? Binlerce himaye, teşvik altında bile, Gorkilerin bir türlü gereği denli aşılamaması bunu gösterdi.
Çin, gerek Parti’nin (Komünist Partisi’nin), gerek devletin (sosyalist devletin), gerekse kültürlü “yüksek kişilerin” (parti-devlet-kültür adamlarının) yozlaşmalarına karşı yığınların ve halk içinde en az kaşarlanmış, en temiz, en fedakâr, en enerjik olan gençlerin dinamizmini ve teşebbüs kabiliyetini harekete getiriyor.
Bu davranışı Batılı emperyalist bilginler anlayamaz. Uçkur peşkir edebiyatçıları alaya alabilir. Sosyalistlerin bile, bıyık altından sırıtmaları mümkündür. Parti’yi kim düzeltecek? Gene Parti. Devleti kim düzeltecek? Gene devlet. Aydını kim düzeltecek? Gene sayın aydın... Bu bir hayli totoloji oluyordu. Her halde, hayatın gerçek tepkisi olamıyordu. İnsan zaafları, kişi kayırmalarını kaçınılmaz kılıyordu.
Çin ne yapıyor? Parti, devlet, ordu ve aydınlar içinde bir kabuklaşma, yozlaşma mı belirdi? O yozlaşmayı yığınlar düzeltebilir diyor. Parti’yi, devleti, kültürlüyü yoktan var eden güç yığınların tutumu olmadı mı? Memuru, aydını, askeri doruğa yükselten yığınların ta kendisidir. Parti, devlet, aydın sapıtırsa, çıktığı yumurtayı beğenmezse, burjuva nankörlüğüne kapılıp, kerameti kendinde bulur, kendini bulunmaz Hint kumaşı sayarsa, ona karşı gelecek en tabiî güçlerin en gür kaynağı, halk yığınları ve nasırlaşmamış gençlik olabilir.
Çin, kapıkulu ruhlu “devletlûları” (büyük memurlar) ve “kültürlûları” (aydınlar), Mao’nun koyduğu prensipler sayesinde iktidara geçer geçmez, Mao’dan yakalarını kurtarmaya özendiler. Kapıkulluğunu felsefeleştirmiş Konfüçyüs ülküsüne kaydılar. Oysa Mao, kişi olmaktan çıkmış, yeni bir devrim anlayışıydı. 1959 yılı Mao’culuğu “Düzeltme: Revizyonizm” hevesleri, Mao’nun yerine Liu ve Teng’in geçirilmesinden cesaret buldu. Bu, Mustafa Kemal’in hastalığında Bayar finans-kapital hizbinin iktidarı alışına benziyordu.
Çin halkının adam ettiği bir avuç parlak yazar, suyun başını kesmiş general, siyasî polis, hatta Kızıl Milis ve belediye polisi gibi aydın ve kapıkulu kodamanlar, "sosyalizm demek biz demekiz" demeye başladılar. Komünist Partisi liderleri, ekonomi sektörü ve sendika kodamanları bu revizyonizmi sinsice destekliyorlardı. “Yaşasın Mao!” perdesi ardında, Mao’nun prensiplerini kendi küçük burjuva büyüklük deliliklerine saptırmak istiyorlardı. Sovyet tecrübesi onlara hiçbir ders vermemişe benziyordu. “Çingeneye padişahlık vermişler, ilkin babasını asmış” dedikleri durumdu bu.
Sovyetlerin 21’inci Parti Kongresi’nde alınmış 1959 Ocak kararlarını kendilerine siper eden Çin kapıkulları, “Kızıl Bayrak” gazetesinin yazdığı gibi: “Mao Tse Tung’ca güdülen Merkez Komitesi’ni devirme amacı ile tüm revizyonist bir program” kotarmışlardı. Parti liderleri ve parti yazarları, bir komünist asilzadeliği estiriyorlardı. Oysa karşısına parti de çıkarılsa, Mao gürültüye pabuç bırakacak insan değildi. Daha 1942 yılları: “Yenan’da edebiyat ve güzel sanat konuşmalarına karışmalar” yazısında, kalem ve Parti efendilerine yumruğunu indirmişti. Bu efendiler, “Partili” olmayı, kendileri için dokunulmazlık sağlayan bir asalet rütbesi sanıyorlardı. Mao o gibilere diyordu ki: “Birçok Parti üyeleri, ancak teşkilât bakımından, o da tam olmayarak, hatta ideoloji (fìkir) bakımından hiç de öyle olmayarak, Parti üyesidirler. Bizim vazifemiz onlara şöyle bağırmaktır: Sizin ardınızdan gitmek büyük arazi ve emlâk sahiplerinin ve büyük burjuvazinin ardından gitmek olur. Bu durum Parti’yi öldürme tehlikesini göze almaktır!”
Fikret, Türkiye için: “Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi” demişti. Çin “kültürlü-Partili-devletlû”ları da: Parti diye, Mao diye, Parti’yi ve Mao’yu tepelemek istiyorlardı. Bu efendiler nasıl tenkit edileceklerdi? Kıllarına dokundurmamak için 90 dereden bulanık sular getirip, karşısındakileri lâf gerizinde boğmanın esnafıydılar. Onlar lâfla tenkit edilemezlerdi. Stalin usulü gizli polis tenkilleri de müzeye kaldırılmıştı. Zaruret değildi. Çin, milyara yaklaşan bereketli nüfusuna yakışır insancıl metotlarını, sapıkları tenkit alanında dahi başarıyla uyguluyor.
“Sosyalist” sözcüklerle, küçük burjuva davranışlarını haklı çıkartma demagojisi, Çin’in tanımadığı oyun değildi: “Kurtuluştan beri bir yıl, bir ay, bir gün geçti mi ki, kültür cephesinde sınıf savaşı kendini göstermemiş bulunsun?” diyor Jie Fangjun (4 Mayıs 1966 günlü “Kurtuluş Ordusu” Gazetesi). Bu savaş gerçek “DEVRİMCİ TENKİT” ile yürütülebilirdi. Devrim, kürsü sosyalizminin horoz dövüşü değil, kıyasıya YIĞINLARIN DAVRANIŞI’dır. Sapıklara karşı gösterilecek davranış: “YIĞINLARIN TENKİDİ” olabilirdi. Ve halk yığınları, onlarca yıldan beri, maddî üretim araçlarını elde etmeyi nasıl bildilerse, şimdi “artistik üretim araçlarını” ele geçirmeyi de başaracaklardı. “Sosyalist kültür alanını kaplamak işçilere, köylülere ve askerlere düşüyor” (“Çin Edebiyatı” no. 3, 1966) idi: Kimi yanlışlar mı olurdu? Herhalde “kültür” göklerinde süslü tavus kuşları gibi kabaran beyciklerin kıvırdıkları yanlışlardan daha çok, daha pis ve daha kısır ve kancıkça olamazdı yığınların yanlışları. Davranışın akışıyla, denize katılan kirli ırmak gibi kendiliğinden durulurdu. Sosyalizm yığınlara inanmaktı.
İşte buna “devletlû-kültürlû” kapıkulları gelemiyorlardı. Gerekince ellerine kızıl kaplı Marx-Lenin deyişlerini tanık tutarak SABOTAJ yapıyorlardı. Pekin’de çıkan “HALK Gazetesi” yazıyor: “En son öylesine oldu ki, büyük işletmelerle, fabrikalar, kimi hatta çoğu Kızıl Milisler, üretimi durdurarak, tuttukları mevzileri bırakarak kaçtılar.” 10 Ocak günü Pekin radyosu açıkladı: Mao’nun çizdiği yola içerleyen “yetkili”lerin kışkırtmasıyla Seçuen’in başkenti Cengtu’da işçiler işi durdurdular. O yüzden, birçok belediye polis merkezleri kapandı. Binlerce kişi tutuklandı.
1942 yılları, Çankayşek’çi Kuomintang partisinin ihanetlerine karşı, Japon saldırısına karşı tek cephe kurulmuştu. Bu cepheye her katılanın sosyal içi kestirilemezdi. Bunlar, iktidar rahatlığına kavuşur kavuşmaz Konfüçyüs’ü Marx’la harman edip kaşarlanmış halk düşmanlıklarını “devletlû” ve “kültürlû” hazretlerinin maskesi altında haklı çıkarmak derdine düştüler. Bir çeyrek yüzyıl sonra Çin millî kurtuluş ruhunu yozlaştırabilecek olan o küçük burjuva ve burjuva kabuğunu yırtıp atmak gerekti.
Kültür ihtilâli deyince, tatlı su sosyalistleri onu bir edebiyat ve güzel sanat hevesi sandılar. Kültür ihtilâli, ekonomide verimi baltalayan, politikada halka yukarıdan bakan, kültürde küçük burjuva duygusallığının kendini beğenmiş mistisizmine sapan kapıkulluğunu YIĞIN ateşi ile yakıp yıkamaktır.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı
Bu yazı eylül 2012'de Bilim ve Ütopya'nın Mao Zedung özel sayısında yayımlanmıştır.