Soyut dışavurumcular, 1940’ların sonlarında ortaya çıktılar ve New York’u sanat dünyasının merkezi olarak kabul ettirdiler. Ancak kimileri onların, Soğuk Savaş Dönemi’nde Amerikan casuslarının piyonları olduklarını söylüyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, New York sanat dünyasında heyecan verici bir şey oldu. Tuhaf; ancak karşı konulamaz bir enerji bütün şehri sarmaya başladı. Yıllarca yoksulluk ve anlaşılmamışlıkla mücadele etmiş olan sanatçılar, birdenbire kendilerine güven duymaya, başarı peşinde koşmaya başladılar. Hep birlikte, o zamanlar soyut dışavurumculuk (soyut ekspresyonizm) olarak tanınacak olan hareketi oluşturdular. Bu hareket, şu anda Londra Kraliyet Sanat Akademisi’nde yer alan, 30 sanatçıdan 164 sanat eserini barındıran (aralarında Willem de Kooning, Jackson Pollock ve Mark Rothko’nun da bulunduğu) büyük bir serginin konusu.
Soyut dışavurumculukla ilgili göze en çok çarpan şeylerden biri de, uluslararası şöhreti yakalama hızıydı. Onunla ilişkilendirilmiş sanatçıların kendi tarzlarını bulmaları uzun zaman almış olsa da, hareket kesin şeklini aldıktan sonra, 1940’ların sonunda, ilk olarak kötü şöhret, sonrasındaysa saygı kazandı. 1950’lerde, resimde ve heykelde en heyecan verici ilerlemelerin Paris’te değil de New York’ta kaydedildiği genel kabul görüyordu. 1957’de, Pollock’un bir araba kazasında hayatını kaybetmesinden bir yıl sonra, Metropolitan Sanat Müzesi, Sonbahar Ritmi adlı tablosunu 30.000 dolar ödeyerek satın aldı. O güne kadar, çağdaş bir sanatçının herhangi bir tablosuna böyle yüksek bir meblağ ödendiği görülmemişti.
Sonraki sene, New York Modern Sanat Müzesi’nin düzenlediği “Yeni Amerikan Resmi” adlı etkili bir sergi, Basel, Berlin, Brüksel, Milan, Paris ve Londra’nın da içinde olduğu, bir yıl sürecek olan Avrupa şehirleri turuna başladı. Soyut dışavurumculuk zafer kazanmıştı artık.
Ne yaptıklarının farkında değiller miydi?
Yine de çok geçmeden olumsuz tepkiler gelmeye başladı. İlk olarak, 1960’ların başlarında ortaya çıkan Popüler Sanat (Pop Art), dikkatleri soyut dışavurumculuktan zorla kendine çekti. Ardından ayaklı gazeteler ortaya çıktı ve soyut dışavurumculuğun bu hızlı başarısının altında bir bit yeniği olduğunu fısıldadılar.
1973’te, Artforum Dergisi’ndeki bir makalede, sanat eleştirmeni Max Kozloff, savaş sonrası Amerikan resmini, Soğuk Savaş bağlamında inceledi. Soyut dışavurumculuğun tarihini anlatan ilk kitap olan Irving Sanders’ın Amerikan Resmi’nin Zaferi (The Triumph of American Painting-1970) gibi yeni yayınların “kendi kendini kutlayan” ruh haline isyan etti. Kozloff, soyut dışavurumculuğun, Amerikan hükümetinin savaş sonrası politik ideolojisiyle uyumlu “bir tür iyicil propaganda” olduğunu savunuyordu.
Bu fikir birçok yönden çok aptalca görünüyordu. Sonuçta soyut dışavurumcuların çoğu, dengesiz, aykırı tiplerdi. Pollock, Los Angeles’taki lisesinde “Rusya’dan gelen kokuşmuş bir isyancı” olarak tanındığını söylüyordu örneğin. Londra Kraliyet Sanat Akademisi Sergi Müdürü David Anfam’a göre, “Rothko anarşist olduğunu saklamıyordu. Barnett Newman iyi tanınan bir anarşistti; Kropotkin’in anarşizm hakkındaki kitabına giriş yazmıştı. Yani Amerikan kültürüne tamamen yabancılaşmış sanatçıların ortak noktası ortadaydı. Soğuk Savaşçıların tam zıttıydılar.”
Yine de bir şekilde, Kozloff’un fikirleri kök saldı. 1967’de New York Times gazetesi, liberal, antikomünist bir dergi olan Encounter’ın dolaylı yoldan CIA tarafından finanse edildiğini ortaya çıkardı. Sonuç olarak, insanlar şüphelenmeye başladılar. Soyut dışavurumculuğun dünya sahnesinde tanıtılmasında CIA’nın parmağı olabilir miydi? Acaba Pollock, bilerek ya da bilmeyerek, Amerikan hükümetinin propagandasını mı yapmıştı?
Yumuşak güç
Kozloff’un fikrini, birkaç deneme, makale ve kitap izledi. Hepsi de CIA’nın soyut dışavurumculuğu bir şekilde manipüle ettiğini iddia etti. 1999’da, İngiliz gazeteci ve tarihçi Frances Stonor Saunders, CIA ve “kültürel Soğuk Savaş” hakkında bir kitap yayınladı. Saunders kitabında şunu öne sürüyordu: Soyut dışavurumculuk, bir Soğuk Savaş silahı olarak kullanılmıştı. İddiasının bir sentezi, 1995’te Independent gazetesi için kaleme aldığı bir makalede yer alıyor; makale internette mevcut. Saunders’a göre, “Tıpkı bir Rönesans prensi gibi; ancak hareketlerini gizleyerek, CIA, 20 yılı aşkın süre boyunca Amerikan soyut dışavurumcu resmi besledi ve tanıttı.”
Meselenin aslı şuydu: CIA’nın, Sovyetler Birliği’ne karşı yürüttüğü propaganda savaşı kapsamında kültürel girişimlere parasal kaynak sağladığını biliyoruz. CIA bunu, “uzun tasma” diye bilinen adıyla, kurulmasına ve parasal kaynak bulmasına yardım ettiği, 35 ülkede faaliyet yürüten, antikomünist Kültürel Özgürlük Kongresi-KÖK (Congress for Cultural Freedom-CCF) gibi örgütler aracılığıyla yaptı. Örneğin, 1953’te Encounter Dergisi’nin piyasaya sürülmesine sponsor olan kuruluş KÖK’tü. Aynı zamanda Boston Senfoni Orkestrası’na, bir çağdaş müzik festivaline katılmak üzere Paris’e gidebilmesi için de para ödedi.
Saunders’e göre KÖK, 1950’lerde, 1958-1959 yılları arasında Avrupa’yı turlayan “Yeni Amerikan Resmi” de dâhil olmak üzere, kamuoyunda iyi bilinen çeşitli Soyut Dışavurumcu sergilere para sağladı. İddialara göre Tate Müzesi sergiyi Londra’ya getirecek maddi imkânlara sahip değilken, Amerikalı milyoner Julius Fleischmann devreye girdi ve serginin İngiltere’ye götürülebilmesi için para ödedi. Fleischmann, parası CIA tarafından sağlanan “Farfield Kuruluşu” adlı bir topluluğun başkanıydı. Bu nedenle, 1959’daki Tate Sergisi’nden derinden etkilenmiş olan John Hoyland gibi İngiliz soyut dışavurumcu sanatçıların, Amerikan istihbarat şefleri tarafından biçimlendirildiğini tartışmak mümkün.
Saunders, soyut dışavurumculuğu tanıtmakta etkili olan New York Modern Sanatlar Müzesi (MoMA) ve CIA arasındaki bağların da altını çiziyor: 1940’lar ve 19550’lerde MoMA’nın başkanlığını yapmış olan Nelson Rockefeller’in, ABD istihbarat teşkilatıyla yakın ilişkileri vardı. CIA’da kültürel etkinlikleri yöneten Thomas Braden de onun gibiydi; CIA’ya katılmadan önce, MoMA’nın yönetici sekreterliğini yapmıştı.
“Kurnaz ve alaycı”
Ama bugün bile, CIA ile soyut dışavurumculuk arasındaki ilişki üzerine tartışmalar sürüyor. Şu an 91 yaşında olan Irving Sandler’e göre bu tamamen asılsız. New York, Greenwich Village’deki evini aradım ve telefon görüşmemizde bana şunları söyledi: Kesinlikle hiçbir devlet kurumu bu işe karışmadı. Böyle gizli bir anlaşma olduğunu gösteren tek bir bulguyla bile karşılaşmadım. Şimdiye kadar herhangi bir şey ortaya çıkardı muhakkak. Ayrıca dönemin hükümetinin, soyut dışavurumculuğu Amerikan toplumunu yıkmak için planlanmış bir komünist komplo olarak değerlendirmesi ilginç değil mi?
David Anfam ise daha tedbirli yaklaşıyor. CIA’nın, Rusya’yla olan propaganda savaşında soyut dışavurumculuğu yürüttüğünün “yazılı kanıtlara dayandığını” söylüyor. “Yeni Amerikan Resmi (Sergisi)’nin arkasında bile belli bir CIA fonlaması var.” diyor. Anfam’a göre, CIA’nın neden soyut dışavurumculuğu tanıtmak istediğini anlamak kolay. “Bu çok kurnaz ve alaycı bir strateji” diye açıklıyor: “Çünkü bu, Amerika’da ne isterseniz yapabileceğinizi gösterdi. 1950’lerde soyut dışavurumculuk, kişisel özgürlük kavramıyla ilgiliydi: Onun tuvalleri, onu yapan sanatçıların öznel iç dünyalarının anlatımı olarak görülüyordu.
Sonuç olarak bu akım, Rusya’nın, temsili resmi destekleyen resmi Sovyet Gerçekçiliği stilini engellemek için kullanışlı bir araçtı. Anfam, “Amerika özgürlerin ülkesiydi. Rusya ise kültürel anlamda hapishane gibiydi.” diyerek CIA’nın Soğuk Savaş Dönemi’nde geliştirmek istediği algıyı tanımlıyor. Bu tabii ki, sanatçıların kendilerinin CIA’yla suç ortaklığı yaptıkları, hatta soyut dışavurumcu sergilerin CIA tarafından finanse edildiğinin farkında oldukları anlamına gelmiyor. Yine de, CIA’nın soyut dışavurumculukla olan finansal bağının gerçek boyutu ne olursa olsun, Anfam onun, “bugüne kadar finanse edilmiş en iyi alan” olduğuna inanıyor. Gülerek, “Sol görüşlü diktatörleri devirmek için para harcayacaklarına, soyut dışavurumculuğu fonlamalarını yeğlerim.” diyor.
Yazar: Alastair Sooke
Çeviri: Defne DURU
Kaynak:http://www.bbc.com/culture/story/20161004-was-modern-art-a-weapon-of-the-cia&source=gmail&ust=1477124909556000&usg=AFQjCNFVyTmsx0togctBpjsa533zuR5FRQ
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın kasım 2016 sayısında yayımlanmıştır.