Aşkın dili

Yazan
Afşar Timuçin
Yazının Okunma Süresi
15 dk.

Gündelik dil derin düşünceleri ve ince duyguları anlatmak için yeterli değildir. Gündelik dil gündelik yaşam içindir. İnsanların büyük bir çoğunluğu gündelik yaşar. Evlerde çarşıda pazarda geçerli olan gündelik dil ancak derinliksiz nesnel ve öznel ilişkilerin dilidir. Toplumsal yaşam gündelik dille yürütülür. Bu dil bazı özel alanlarda özel anlatımları gerektirse de derinlere inmez. Bilimin dili de felsefenin dili de geliştirilmiş gündelik dildir. Bilim de felsefe de çok zaman sanıldığının tersine bir üst dili gereksinmezler: her iki alanda da iyi düşünenler düşüncelerini açık ve somut bir dille ortaya koyarlar. Bir bilim kuramını ya da bir felsefe öğretisini anlayamıyorsak bunun nedenini dilin kendisinde değil anlatım bozukluğunda yani kötü kullanımında ya da o bilgi alanlarıyla ilgili bilgilerimizin yetersizliğinde aramalıyız. Gündelik yaşamda da çeşitli bilgi alanlarında da kötü kullanımlar eksik olmuyor, ayrıca derin görünmek adına yapılan ve içinden çıkılmaz görünümler ortaya koyan tumturaklı anlatımlar da her zaman güçlükler yaratıyor. Çeşitli bilgi alanlarında eksik bilgilerle ortaya konulan bir takım görüşlerin ne ölçüde bilinç bozucu özellikler taşıdığını görünce üzülüyoruz. 

Eser: Adem Mülayim

Kültürün başlıca iki alanında, bilimde ve felsefede başarıyla kullanılabilen gündelik dili sanatların alanında olduğu gibi kullanmaya kalkarsak yarı yolda kalırız. Yalnız yazı sanatlarında değil bütün sanatlarda anlatımcı olabilmek için özel bir dil oluşturmak gerekir. Her gerçek sanatçının kendine özgü bir dili vardır. Edebiyatta bu dil gündelik dilin dönüştürülmüş bir biçimidir. Bütün sanatlarda anlatım özellikleri gündelik olanın ya da alışılmış olanın aşıldığı yerde başlar. Her sanatçı sanatında buna göre çok özel anlatım özellikleri oluşturur. Örneğin biçimbozma yönteminin çokça kullanıldığı resim sanatında gündelik biçimlerle bir anlamı dışlaştırmak istersek yetersiz kalırız. Sanatın alanında geçerli olan anlatım gündelik olanın özelleştirilmesiyle elde edilir. Bu da sanatlarda soyutlama işleminin özellikle belirleyici olduğu anlamına gelir. Resimdeki orman hem ormandır hem değildir ve elbette ressam ormandan daha başka ya da daha çok bir şeyi anlatmak istemektedir.

Sanatta iletilmek istenen duygu-düşünce bütününü gündelik dil taşıyamaz. Romancı iyiden iyiye cahil değilse baştan sona gündelik dille yazılmış görünen romanlar bile gündeliğin aşıldığı yerde yaşamdan yapılan soyutlamalarla kurulmuştur. Yoğun anlamlar büyük ölçüde simge değeri taşıyan çok özel bileşimlerle iletilebilirler. Simgeci anlatım her sanatçının konuya göre şöyle ya da böyle başvurmak zorunda olduğu bir anlatım biçimidir. Buna göre tüm sanatların kendilerine özgü anlatım yöntemleri vardır, bu yöntemlerin temel belirleyenleri de o sanatı ete kemiğe büründüren gereçlerin özel özellikleridir. Renk ve biçimle anlatılabilenin yöntemleri sesle anlatılabilenin yöntemlerinden ayrıdır. Seslerle yapılan müzik sanatının oluşum koşulları sözcüklerle yapılan şiir sanatının oluşum koşullarından çok ayrıdır. Sanatların kullandıkları dil gündelik olandan ya da kaba gerçeklikten ayrılmış ve bambaşka özellikler giyinmiştir.

Buna göre gündelik dilin dolaysız ve sanatsal dilin dolaylı olduğunu söyleyebiliriz. Gündelik dil derin düşünceleri ve ince duyguları anlatmak için yeterli olmadığına göre ve sanatın amacı bu tür düşünceleri ve duyguları iletmek olduğuna göre öteden beri sanat için çok özel anlatım yöntemleri gerekli görülmüştür. Sanatların dili özel bileşimlerin yani simgelerin dilidir, anlatan bir dil olduğu kadar da anlatmakta eksik kaldığı yerde sezdiren bir dildir. Sanatların alanında özellikle sezgisel bir anlatımın hatta gidimli düşünceye karşıt olarak sezgisel düşüncenin geçerli olduğunu görüyoruz. Sanatın dili bu noktada aşkın diliyle özdeşleşiyor: ben sevdiğim insana kendisini sevdiğimin bilgisini gündelik dille verebiliyorum ama bu yeterli olmuyor. Aşkımı bildirebilmem için sözü dolandırmadan seni seviyorum demem yeterlidir. Seni seviyorum dediğimde duygularımı ortaya koymuş oluyor muyum? Sevgi sevgidir deyip çıkamam. Eşeğime duyduğum sevgiyle arkadaşıma duyduğum sevgiyi aynı kaba koyabilir miyim? Sevgimin nasıl bir sevgi olduğunu anlatabilmem için gündelik dilden uzaklaşmam ya da gündelik dili kendime göre özelleştirmem gerekiyor. İşte bu noktada aşkın da sanat gibi bir tür kültür olduğu gerçeğiyle yüzyüze geliyoruz.

Sanatta sözkonusu olan anlatım bilinçlerin incelikli iletişimiyle ilgilidir. Bir bilinçten bir başka bilince iletilecek olan çok özel bir anlam çok özel bir anlatımı gerektirir. Bu çok özel anlatımda bir dolaylılık sözkonusuysa bu doğrudan doğruya iletilecek olan anlamın karmaşıklığıyla ilgilidir. İşte özel dil hatta simgesel dil bu noktada gerekli oluyor. Gündelik yaşamda bile ama özellikle sanatta ve aşkta karmaşık ya da güç anlam iletimleri vardır. Bunlar aşkta gündelik dille yapılamadıkları zaman beden diliyle yapılırlar. Aşk sözden çok davranışta anlatımını bulur. Seni seviyorum sözü çok şey anlatmasa da böyle bir sevginin gücü yoğunluğu ve özel özellikleri gözler başta olmak üzere bedenin bütününde pek güzel yansır. Canlı beden bir anlam taşıyıcısıdır. Sevgilimin beni sevdiğini söylemesi önemlidir ama benim bu sevgiyi özel özellikleriyle somut olarak onun bedensel varlığında görmem ya da yaşamam da önemlidir. Anlam yalnızca gözlerde yoğunlaşmaz, bedenin bütününde ya da bütün parçalarında yoğunlaşır. Her sanat yapıtı ve her aşk edimi bu tür özel anlamları görünür kılarken çok özel olanın benzersiz ve dolayısıyla yepyeni olduğunu duyurur. Her yapıt ve her aşk yenidir yani benzersizdir. Bizler birbirimize benzesek de aşklarımız çokça benzeşmez.

Aşkta da sanatta da özneden özneye iletişim sözkonusudur. Bir özne olan başkası bir özne olan bana anlamlar göndermektedir. Sanat yapıtı nesnelleşmiş öznelliktir, onda bir özneyi özgür koşullarda bana açılmış bulurum, bir öznenin özel anlamlarına ben de özgürce ulaşırım. Ona ulaşmam gene de her durumda sorunlu olacaktır: özneden özneye kolay geçişler yoktur. Onun nesnelleşmiş olması donmuş olması anlamına gelmez: onu her gözlemleyişimde değişik anlamlara ulaşırım. Onun durallığı gerçekte bir devingenliğin durallığıdır. Sevgilimle konuşurken nasıl ardı ardına ondan bana gelen anlamları algılıyorsam bir resmi incelerken de onun özel biçimlerde bana hem açılmış hem de gizlenmiş olan anlamlarına ulaşıyorum. Burada edilgin bir izleme değil bir diyalog hatta bir diyalektik ilişki vardır. O yüzden gerçek sanat yapıtı da gerçek aşk da bir defalık değildir. Gerçek sanat yapıtı da insan bedeni gibi sürekli değişen ve her izlenişinde değişik anlamlar sunan bir yapı ortaya koyar. Nasıl sevgilimi tüm değişkenliğiyle bir gizler alanı olarak görüyorsam ve onu her gün biraz daha kendime açık kılmak için belli bir çabayı göstermek zorundaysam gene bir gizler alanı özelliği gösteren sanat yapıtı karşısında da aynı deşici ve kavrayıcı tutumu almam gerekiyor. Gerçek sanat izleyicisi de gerçek aşık da bir özne olmakla birlikte bir nesne olarak karşısında duran ama her an değişik izlenimler veren varlığa ulaşabilmek için belli bir çaba göstermek durumunda olduğunu biliyor.     

Gerçek sanat yapıtı ve gerçek sevgili kendindeki anlamları gizlemek istercesine kapalı dursa da kendindeki anlam zenginliğini önünde sonunda ele verecektir. Çok zaman aşıklar sevgilerini başkalarına hatta bazen sevdiklerine bile belli etmemek için çaba gösterirler. Bunu başarabilmek hiç de kolay değildir. Biz bir şeyleri gizlemeye çalışırken beden dilimiz her şeyi haince ortaya koyacaktır. Lope de Vega “Aşıkların nabzı yüzlerinde atar” der. Aşkın ve sarhoşluğun gizlenemeyeceği konusunda ortak bir kanı vardır. Kısacası aşık ve sanat yapıtı ağızları kapalıyken bile konuşurlar. Bu bir özel iletişim ağı oluşumunu gerektirir. İzleyiciyle yapıt arasında ya da sevgililer arasında başkalarının anlamakta güçlük çekebileceği bir özel dil oluşur. Bu her şeyden önce bir kültür dilidir ve belli bir bilinç yetkinliğini gerektirir. Başkasının bedeninden ya da yapıtından bana yansıyan anlamlar benim bilinç koşullarıma uymaya çalışırken bilincimi dönüştürürler. 

Aşkı sıradan cinsel buluşmalarla karıştırmamak gerekir. Cinsellik aşkın yalnızca bir yüzüdür, onun başka yüzleri de vardır. Gerçek anlamda aşk yaşayanlar ve buna göre aşkın değerini bilenler onun gerçek anlamda bir okul olduğu gerçeğine ulaşırlar. Aşk bir kültür yuvasıdır. En yoğun kültür alışverişinin aşkta gerçekleşebileceği tartışma götürmez. Başkasının bedeninde açınlanan başkasının bilinci benim insana ya da bütün bir dünyaya açılmam için olanaklar sağlar. Ben başkasının bedeninde başkasının ruhsallığı çerçevesinde insanı yakalarım ve başkasının dünyasından bütün insana giden yolları bulurum. Bunun için başkası’nı benim için sürekli dönüşmekte olan bir bilinç varlığı olarak algılayabilmem gerekir. Aşk bir kültür ortamıysa orada insanı insan yapan değerlerin açığa çıkması ya da çıkarılması gerekir. Orada alışkanlıkların arayışlara yenilmiş olması gerekir. Çünkü alışkanlıkların sağladığı kolaylıklar aşkın gücünü kırıyor ve aşk sönmeye hiçleşmeye başlıyor. Başlangıçta dural toplumsal değerlerin ve göreneklerin baskısı karşısında son derece dirençli ve yürekli olan aşık sonunda kendi kolaycılığına yenilebiliyor. Çünkü o artık mutludur, artık hiçbir şeyi merak etmiyor, aramıyor sormuyor. Artık yırtık pijamayla da dağınık saçlarla da sevdiğinin karşısına çıkabilir. O zaman özneden özneye iletilecek herhangi bir değer kalmıyor. Kabullenmeler ve gündelik çatışkılar arasında aşk bir kültür olmaktan çıkıp hiçe indirgeniyor.

Aşk bir gizler alanı da olsa gizlilikler alanı değildir. Gizlilikler aşkı öldürür. Nice aşkın ölümü insanın kendini sevdiğinden saklama kolaylığına kurban gitmiştir. Gerçek aşığın kendini sevdiğine güçlü göstermek gibi bir kaygısı yoktur. Gerçek aşık kendini gizlemez, ayrıca kendini sevdiğinin duygu ve düşünce dünyasına göre dönüştürmek ister ve bunu küçüklük olarak görmez. Şöyle bir mantık aşkın yapısına ters düşer: olumsuzluklarımı sevdiğim insana göstermemde hiçbir yarar yok, o beni olumlu yanlarımla sevecektir. Aşkın başladığı gibi bittiği yer burasıdır. Çünkü aşk da sanat gibi bir içtenlikler alandır. İçtenliğin bittiği ve ikiyüzlülüklerin başladığı yerde aşk biter. Aşk da sanat gibidir, içtenliksiz yönelimleri kaldıramaz. Bir romancı falanca kahramanı adına da olsa kendi adına da olsa içtenlikli olamadığı zaman ilgiyi yitirir. Gerçek aşkta insan bütün güzellikleriyle ve bütün çirkinlikleriyle hiçbir şeyini gizlemeden kendini ortaya koyar. Bir bütünsel insan tablosu oluşturmak aşk için çok önemlidir. Aşk olmayan aşklar bir yana, bütün gerçek şiirler gibi bütün gerçek aşklar yalansızdır. Aşk bu yüzden kendi dışında bir amaç için kullanılamayan bir etkinliktir, aşk kendi olmanın dışına çıktığı zaman anlamını yitirir. Bu yüzden aşkın dili hem oldukça karmaşık hem oldukça yalındır. Bu bize çelişik görünebilir. Aşk zaten diliyle ve her şeyiyle bir çelişkiler alanı değil midir?

Felsefe