Akne, hayatta kalmamızın bir bedeli olabilir mi?
Akne bir çoğumuzun hayatı boyunca karşılaştığı ve zihninde hoş olmayan anılar bırakan bir deri hastalığıdır. Derimizde bulunan sebase bezlerle ilişkili olan ve çoğu zaman ergenlik döneminde görülen akne, doğumdan ölüme kadar olan herhangi bir zaman diliminde farklı nedenlerle ortaya çıkabilir. Toplumda bu kadar sık görülen ve yaşam kalitesini düşeren akne, hayatta kalmamıza yardımcı olan evrimsel bir değişimin bedeli olabilir mi?
Bir hipotezden bahsetmeden önce aknenin ortaya çıktığı pilosebase yapıyı kısaca bir gözden geçirelim. Pilosebase ünite, kıl, kıl folikülü, yağ bezi ve erektör pili isimli bir kastan oluşur. Bu yapı vücudumuzun neredeyse tamamında yer alan anatomik bir oluşumdur ve en yoğun bulunduğu bölgeler saçlı deri, yüz ve alındır. Buna ek olarak omuz ve sırtta da yoğun bulunur. Uzuvlara doğru gittikçe yoğunluk azalır ve el ve ayak tabanında pilosebase ünite hiç bulunmaz. Dudak mukozası hariç tüm yağ bezleri pilosebase ünite içinde bulunur. Bu yapının patolojilerinde ortaya farklı hastalıklar çıksa da en sık görüleni akne hastalığıdır.
Evrim süresince iki ayak üstünde yürüme sürecinde iskelet sistemimizde birçok değişiklik oldu. Bunlardan biri de pelvisimizin (leğen kemiği) yön ve şeklinin değişmesi oldu. Doğum kanalını barındıran pelvik yapı daraldı. Artık iki ayak üstünde rahat yürüyebiliyorduk ancak doğum kanalından gelişimimizi tamamlamadan ve zorlu manevralar gerçekleştirerek çıkabiliyorduk. Distosi (zor doğum) dediğimiz durumla sık karşılaşıyorduk.
Distosi’yle baş etmemize yardımcı olan farklı anatomik ve fizyolojik değişimler oldu. Bu değişimlerden biri de aknenin ortaya çıktığı pilosebase üniteler olabilir mi? Doğum kanalından geçerken temasın yoğun olduğu başımızın saçlı derisi, alın ve yüz bölgelerinde yoğunlaşan sebase bezler, kayganlığı sağlayarak doğumu kolaylaştıran faktörlerden biri olabilir. Sebase bezler gebeliğin 4. ayında gelişmeye başlar ve anneden bebeğe geçen hormonların etkisi ile doğum sırasında tam gelişim gösterir ve sebum salgılar. Ayrıca gebeliğin son 3 ayında bebeğin tüm yüzeyini örten verniks kozeoza denilen kremsi yapıda bir biofilm tabakanın da üretimini yaparlar. Verniks kazeozanın biyolojik fonksiyonu henüz tam olarak anlaşılmasa da su kaybını engellemek için bariyer oluşturduğu, ısı dengesini koruduğu, doğum sonrası antibakteriyel etkisi ve doğum sırasında sürtünmeyi de azalttığı düşünülmektedir. Doğumdan sonra ise sebase bezler küçülürek sebum salgısı azalır ve ergenlik dönemine kadar düşük seviyede kalır.
Sebase bezlerin hormonal ve immunolojik gibi birçok biyolojik fonksiyonlarının olmasının yanında tam olarak ne işe yaradıklarını bilmiyoruz. Sebase bezlerin bulunmadığı el ve ayak tabanları, fonksiyonlarını tam yerine getirmekle beraber sebase bezlerin çoğunlukla inaktif olduğu ergenlik öncesi dönemde de sağlıklı bir hayat sürebiliyoruz. Sebase bezlerin evrimi ile ilgili, termoregulasyon sağlaması, cilt bütünlüğünün korunması, immunolojik fonksiyonlar ve feromenler üretimi gibi konularda farklı teoriler olmakla birlikte buradaki hipotez insan vücudundaki bazı bölgelerde sebase bezlerin çok yoğun bulunmasının doğum kanalından daha rahat geçebilmesi için bebeğin geniş yüzeylerinde yağlanma sağlayarak seçiçi bir evrimsel avantaj sağlamasıdır.
Akne ise pilosebase bezlerde bulunan kıl folikülinin anormal hiperkeratinizasyonu, artmış sebum üretimi, inflamasyon ve p.acnes kolonizasyonu ile ilerleyen bir deri hastalığıdır. Yani pilosebase ünitede üretilen sebumun, kıl folikülüne açılan noktada oluşan tıkaç nedeni ile dışarı atılamaması ile başlayan süreç akne ile sonuçlanıyor. Saçlı derideki kıl folikülleri kalın ve sebumun dışarı atıldığı kanal geniş olduğu için burada akne oluşumu nadir görülürken yüz ve alın gibi bölgelerde daha sık görülür.
Evrimsel bu süreçte pilosebase üniteler hayatımızı kurtarsa da, bize Akne gibi bir hastalığı hediye etmiş gibi görünüyor.