Ses kayıtları ve yazılarıyla Nâzım Hikmet Mayakovskiy ve Neruda’yı anlatıyor

“Serbet Nazım”a geçişte Mayakovskiy’in rolü Mayakovskiy, Nâzım’ın hayatında ve sanatında gerçekten önemli bir rol oynamıştı. “Öğretmenim” dediği Mayakovskiy’le kişisel tanışıklıkları ise Sovyetler’e gittiği ilk sefere, 1920’li yıllara dayanıyordu. Ama kişisel buluşmalarından önce Nâzım, Mayakovskiy’in şiiriyle tanışmış ve ondan etkilenmişti. Nâzım, Batum’dayken “İzvestiya” veya “Pravda”da Mayakovskiy’in bir şiirini görmüş ve uzun kısa, “kırık dökük” mısraların şekli, merdiven gibi dizili satırlar, sütun biçiminde kıtalara ayrılmamış biçimi dikkatini çekmişti. Nâzım, o dönemde daha Rusça bilmiyordu, şiiri tercüme ettirip neden bahsettiğini anlamak da mümkün olmamıştı. Ama şiirin şeklinden etkilenmişti. Nâzım Moskova’ya vardığında hece vezniyle ve bu veznin çeşitli hece kombinezonlarıyla bir şiir yazmak istemiş ama hece ölçüsünü bir türlü tutturamamıştı. O zaman Batum’daki şiirin şekli gözünün önüne gelmiştir. Bunun çok iyi tanıdığı Fransız serbest vezni olamayacağına kanaat getirir, bunun yepyeni bir şey olduğuna ve şairin böyle dalgalar halinde düşündüğüne hükmeder. Nâzım, “eski usul vezinle kafiyeye paydos!” diye haykırır ve Türk edebiyatının ilk serbest mısraları olan “Açların Gözbebekleri”ni (1922) yazar. Nâzım Hikmet'in, Türk şiirinde sonradan “serbest nazım” adını alacak olan, özgür ölçüyle yazılmış ilk şiiri bu olur. Yeni bir şiir sistemine girişini Nâzım Hikmet, Mayakovskiy’e borçludur. İlk karşılaşma Nâzım, kendi ifadesine göre, Mayakovskiy’le 15 kez karşılaşmıştı.(3) Büyük Türk şairi, Mayakovskiy’le ilk karşılaşmasını farklı zamanlarda farklı kişilere de anlatmıştır. 1960’da Fransız Radyosu’nda yayımlanan bir söyleşide Nâzım, o güne dair şunları belirtmiştir: “Mayakovski’yi ilk olarak 1922’de Moskova’da tanıdım. Tanışlarım arasında genç bir Rus kızı vardı, beni evine davet etti, küçük bir otel odasında kalıyordu. Odaya girdiğimde o kadar çok duman vardı ki, birbirimizi zorlukla görebiliyorduk. Çok gürültülüydü, herkes bağırarak konuşuyordu, özellikle onun bağırmalarında, çalan büyük bir kampananın bas’ı gibi bir şey vardı. Ben yalnızca kampananın sesini duymadım, kampananın kendisini de gördüm. Kocaman bir kampanaydı. Sonra onu benimle tanıştırdılar; bu kişinin Mayakovskiy olduğunu söylediler. Onu isim olarak tanıyordum, çoktan beri Sovyetler’de ve tüm dünyada tanınmış bir ozandı, en azından yazın çevresinde. Bana onu tanıştırdıklarında 19 yaşında genç bir Türk ozanıydım ve Rusça bilmiyordum. Yalınlıkla ve içtenlikle bana doğru yöneldiğinde ben çoktan fethedilmiştim. Ondan şiirlerinden birini okumasını rica ettim, çünkü bizde, bir zamanlar, daha doğrusu benim zamanımda, şiir söylenirdi, bu bizim büyük ozanımız Yahya Kemal’in üslubuydu. Her dize doğulu bir hasret türküsü gibi uzatılarak söylenirdi. Cıvıl cıvıl şiirler bile böylesi bir uzunlukta okunduğu zaman çok kederli şeyler oluyorlardı..."
...
Nâzım Hikmet’in dostluk kurduğu ve sanatını coşkuyla karşıladığı dünya çapındaki başka bir edebiyatçı da Şilili şair Pablo Neruda’ydı. Bir dost sohbetinde Nâzım, söz Pablo Neruda’nın şiirine geldiğinde şöyle demiştir: “İki aşırılık var: Tvardovskiy(37) sadece klasik şiiri, Neruda sadece serbest şiiri kabul ediyor. Ne biriyle, ne de ötekiyle aynı görüşte değilim. Evet, ben Blok gibi, Mayakovskiy gibi, Baudelaire(39) gibi yazmak isterdim. Fakat Nekrasov(40) gibi, Neruda gibi yazmak istemem. Yine de Neruda’yı büyük şair sayarım.”
...

Yazının tamamını Bilim ve Ütopya'nın haziran sayısında okuyabilirsiniz...

Etiketler
nazım
Nazım Hikmet
mayakovski
neruda